Kimlik/sınıf tartışması sadece teorik bir körlükten ibaret olabilir mi?
Büyük tartışmalarımızdan bazıları sadece doğruluğuna körü körüne inandığımız, hapsolduğumuz zihniyet kalıplarından ibaret olabilir mi?
Mesela sürekli tekrarlanan kimlik-sınıf çatışması, itişi, kakışı…
…..
"Bugüne kadarki tüm toplumların tarihi, sınıf mücadeleleri tarihidir.
Özgür ile köle, patrisyen ile pleb, senyör ile serf, lonca ustası ile çırak, kısacası, ezen ile ezilen, birbiriyle sürekli bir karşıtlık içinde bulunmuş, birbirine karşı gizli ya da açık kesintisiz bir mücadele sürdürmüş, bu mücadele ya tüm toplum yapısının devrimci bir dönüşümüyle, ya da mücadele eden sınıfların hep birlikte çöküşüyle sonuçlanmıştır.
Tarihin daha önceki dönemlerinde, hemen her yerde toplumun değişik katmanlara tam bir ayrılmışlığını, toplumsal konumların çeşitli basamaklara ayrılmasını görüyoruz. Eski Roma’da, patrisyenler, şövalyeler, plebler, köleler; ortaçağda, feodal beyler, vasallar, lonca ustası, çıraklar, serfler; üstelik hemen her bir sınıf da kendi içinde özel bir basamaklılık gösteriyor."
Komünist Manifesto’nun solun mücadele tarihini en çok etkileyen bölümlerinden birisi bu bölümdür herhalde.
Engels daha sonra meşhur ilk cümle için bir not düşer; sınıf mücadeleleri öncesi tarih üzerine bilgilerinin Manifesto’nun yazıldığı dönemde kısıtlı olduğunu belirterek sonradan ilkel komünal toplum sürecinin de keşfedildiğini söyler.
Engels’in söylediği bu not çok önemlidir. Marx ve Engels’in ‘İnsanlık Tarihi’ üzerine yazdıkları kendi dönemlerinin tarih incelemeleri tarafından sınırlanmıştı. Sınıf çatışmalarının mülkiyet ilişkilerinin ortaya çıkmasıyla başladığını ve onun öncesinde ilkel komünal toplum adını verdikleri ‘barışçıl’ bir dönem olduğunu düşünüyorlardı.
Bu ‘barışçıl’ dönem tasviri aynı zamanda eşitsizliğin sona erdirildiği, mülkiyet kutuplaşmasının yok olduğu bir komünist ütopya hayaliyle de fazlasıyla uyuşuyordu.
Bana kalırsa; bu kavramsallaştırma ve tarih modeli ileriki yıllarda sosyalistlerin en büyük baş belalarından birisi oldu.
Sosyalistler Rusya’da iktidar olduklarında herkese eşit ücret verip, özel mülkiyeti ortadan kaldırırlarsa toplumsal çatışmaların ortadan kalkacağını düşündüler. Fakat uygulamanın sonunda insanlar ayrıcalıklı statülerinin farklı yollardan -bürokrasi gibi- yeniden ürettiler.
Diğer sosyalist ülkelerde de benzeri şeyler oldu.
Tarihin akışında ‘Sınıf mücadelesi’ni bağımsız değişken olarak gören sosyalistler bugün gelişen kimlik mücadelelerinin de suni olduğunu, sınıf mücadelesini böldüğünü söylüyor.
Dergilerinde feminizmin, LGBTİ mücadelesinin, Kürt kimlik mücadelesinin liberal aklın ürünü olduğuna dair yazılar yazıyorlar.
Kadın olmaktan kaynaklı ezilmişliğin, dışlanmanın sınıfın mücadelesinin altındaki yerinden çıkmaması gerektiğini, bunun ‘tarihi doğrultuya’ uymadığını söylüyorlar.
Bence yanılıyorlar.
Marx ve Engels’in bu modellemeyi yapmasının nedeni çağlarıyla sınırlı tarih bilgilerinden kaynaklanmaktaydı.
Bugün insanlığın 5-10 bin yıllık tarihini değil, türümüzün bir kuyruksuz maymun olarak 6-7 milyonluk gelişimini biliyoruz.
Bu tarih de bize insanların sınıflı toplumlar öncesinde de sürekli çatıştıklarını, mülkiyet öncesi dönemin sanıldığı gibi bir huzur dönemi olmadığını söylüyor. Aynı yakın akrabalarımız şempanzeler gibi insan türü de toplumsal kimliğini milyonlarca yıldır hiyerarşik bir şekilde oluşturuyor ve sürekli bir statü mücadelesine dayalı bir hayat anlayışına sahip.
Şempanzelerin bölge hakimiyet mücadelesi için 4 yıla varan savaşlar yaptığı bugün biliniyor.
Marx’ın bütün toplumların tarihi sınıflar mücadelesi tarihidir cümlesi yerine şu cümleyi konsaydı: ‘Bütün insanlık tarihi sosyal statü mücadeleleri tarihidir’, yani statü mücadelesi sınıf mücadelesini de kapsar denseydi, bazı gelişmelere veya sonuçlara sol daha hazırlıklı olmaz mıydı?
Mesela; Sosyalistler iktidarı ele geçirdiklerinde özel mülkiyeti ortadan kaldırıp, eşit ücret vererek toplumsal eşitliği sağlayacakları tuzağına bu doğruluğuna emin oldukları ‘bilimsel’ tarih bilgisinden dolayı biraz da düşmediler mi?
Reel sosyalist ülkelerde statü mücadelesi başka formlarla devam etti, bürokrasi gibi yeni ayrıcalıklı toplumsal kesimler ortaya çıktı.
Aslında milyonlarca yıldır bir kuyruksuz maymun türü insan cemaatini dikey bir hiyerarşi ile kuruyordu, sosyalist deneyimler de bunu değiştiremedi.
Gerçek şu ki; insan türü her türlü farklılığı ayrıcalıklı statü yaratmak için kullanmaya eğilimlidir. Erkek/kadın, siyah/beyaz ten rengi, gay/heteroseksüel, farklı tanrılara inanmak, bir kasabanın altında ya da üstünde oturuyor olmak….
Elbette bir sınıf mücadelesi var ve dünyada zenginlikleri elinde bulunduranlar bunu korumak için örgütlü hareket ediyor. Mülksüzler, ezilenler, ücretli çalışanlar da bu sömürü düzenini ortadan kaldırmak için mülk sahipleri gibi örgütlenmeli. Ama bu diğer çatışmaların bu süreçte kendiliğinden yok olacağı anlamına gelmiyor.
Mesela kadın/erkek arasındaki eşitlik mücadelesi muhtemeldir ki fiziksel yapılarından kaynaklı farklılıklara dayandığı için tarihin en eski mücadelesi ve her üretim biçiminde devam ediyor.
Ya da insanların hayvanların üzerindeki tahakkümü; onları köle ya da besin kaynağı olarak kullanması. Türcülük. Özel mülkiyetin gelişiminden önce de vardı.
Farklı katmanlardaki eşitlik mücadelelerinin birbirinin önünü kestiği iddiası sadece teorik bir körlükten ibaret olabilir.
Sol, Sosyalizmi bir sınıfın kazanacağı bir iktidar savaşından daha çok insan türünün daha eşitlikçi bir uygarlık yolunda evrimleşmesinde bir devrimci adım olarak gördüğünde; tarihsel uzamını, bakış açısını değiştirdiğinde, belki de bu birbirini kestiği, ittiği, dışladığı iddia edilen eşitlik mücadelelerinin aslında aynı yataktan aynı yöne doğru aktığı daha berrak bir şekilde görülebilecek.