Tam o anda siyaset yapılabilseydi İzmir'de bu kadar insan hayatını kaybeder miydi?
Kemal BOZKURT
İstanbul’da ciddi bir sallantı yaşadıktan kısa bir süre sonra depremin merkezinin İzmir, Ege denizi olduğunu öğrenince, biz bu kadar uzaktayken bu güçlü sallantıda tedirgin olmuşken oradakiler kim bilir ne zorluklar içindedir, insaların, evlerin hali perişandır diye düşündüm. Hemen sonrasında gelen haberler de bu yöndeydi. Sadece depremi değil sağcı kilişeleri de yaşadık yine ve yine. Hemen ortaya düştü genel olarak iktidarın, az da olsa kimi muhaliflerin de: ‘Bu zamanda siyaset yapılmaz, iş yapılır’ klişesi. Doğru gibi gözüken bu söz pek de doğru olarak işlemedi ve sağ, siyaset yapmaya son gaz devam etti. Şimdi siyaset yapılmaz diyenler de sanırsınız koşa koşa deprem alanına enkaz kaldırmaya gitti. Üstelik o esnada siyaset de yapan Soma’lı madencilerin enkaz kaldırmaya gittiğini hepimiz gördük. Ancak ve belki kurtarma çalışmalarına katılanların moralini, enkaz altında kalanların canını sıkacak şeyler söylenemezdi belki ama onu da zaten muhalifler söylemiyordu. Depremi sevinçle karşılayan, bu size ders olsun diyen kimilerini sosyal medyada görmüşsünüzdür.
Hangi muhalif, mesela enkaz altındaki birini kurtarmaya çalışanın elinden telefonu poz vermek için alırken, bir diğeri de onu çekmek için enkazın üstüne çıkıyordu? Buse, enkazın altındaydı ve zekice bir öneriyle ‘Ben kedi sesi çıkarayım, siz köpekleri salın’ derken Tarım ve Orman Bakanı sabır metanet gibi hamasi sözler söylüyordu ona. Oysa Buse, sabrın da ötesine geçmiş üstünde binlerce ton moloz olmasına rağmen sadece sabrını değil zekasını da gösteriyordu. Zaten sabırlı ve zeki olan bir gence ‘Sabırlı ol!' ne demekti? Ya Bakan’a kim ne diyecekti? Buse tam o anda siyaset yapmış sabırla birlikte çözümü de enkazın altından üretmişti işte… Bakan’ın siyaseti ayrı Buse’nin ki ayrıydı.
Siyaset yapmayın diyenler böylece bir kez daha siyaset yapıyordu. Siyaset ne zaman yapılmazdı? Bana kalırsa siyasetin olmayacağı bir zaman olmayacak ama eşitsizliklerin ve adaletsizliğin ortadan kalktığı bir zamanda ciddi anlamda azalacağını düşündüğümü söyleyebilirim… Avrupa’da geçmiş dönemlerde seçimlere katılımın düşük olmasının nedenini de hep bu olarak düşündüm. Hangi parti seçilirse seçilsin güçlü bir sitemimiz var ve siyaset yapmasam da yaşam standardım değişmeyeceğine göre siyaset ilgimi çekmiyor. Sandığa gitmesem de sistem devam eder… diyor olabilirler pekala. Bizdeyse siyasete katılımın yüksekliği, beğendiğinizden başka bir parti seçimi kazandığında hayatınızın dara gireceğini bildiğinizden sandıktan uzaklaşamaz hep ilgili kalırsınız. Siyaset esas olarak bizim merakımız değil, zorunluluğumuzdur yani. Ve bu övünülecek bir şey de değildir kimi zaman iktidarın yaptığı gibi. Ne yalan söyleyeyim siyasetin hayatımın merkezinde olmayacağı Türkiye’yi özlüyorum. Yaşam standardınızın değişmeyeceğini bildiğinizde halde siyaset yapıyorsanız işte o zaman meraklısınız diyebilirim. AKP iktidar olunca başka CHP olunca başka HDP olunca başka bir ülke olmaz mı? Kolalisyaon olunca da daha başka. Ama öğrendik ki tek başına iktidar da işer hızlı ilerliyor olsa da bu hız halkın lehine olmayabiliyor. Koalisyonda en azından tartışma oluyor ve başka fikirler de söylenebiliyor. Avrupa’da nihayet son dönemlerde sisteminin sarsılmasıyla sanırım siyasete ve sandıklara daha çok ilgi gösterecek. Özellikle Fransa… Belçika’da iki yıl boyunca günlük hayatın sorunsuz ilerlediğini biliyorum. Hatta siysetçiler halk bize ihtiyaç duymadan gayet güzel yaşayıp gidiyor, derhal bize ihtiyaç olduğunu, biz olmadan yaşayamayacaklarını onlara göstermeliyiz diye düşündüklerini de düşündüm. ( AB’nin emperyalist bir birlik olduğu, günlük yaşamdaki ırkçılık, milliyetçilik v.s. şimdi bu parantezin konusu değil)
Neyse, Cumhurbaşkanı Erdoğan da İzmir depreminin ertesi günü Van’da partisinin kongresinde değil miydi? Anlaşıldı, bu zamanda siyaset yapılmaz denirken bu muhalefete söyleniyordu.
Oysa bir şey sıcaklığını kaybettiğinde yapılacak siyaset, çözücü siyaset olur muydu? Mesela depremden 10 yıl sonra konuşsanız bunun da bir anlamı olurdu ama ilk günkü sıcaklıkla üretilecek çözümler gibi olur muydu? Olmadı da… Bilim insanlarına kulak veriyor, onların dediğini yapıyorsanız durum başka elbette. Ekonomide de onların önerdiği biçimde şekillenip herkesin sağlıklı ev sahibi olmasını sağlayacak, deprem paraları ile, işsizlik fonları ile yine yoksullara sosyal evler yapacaksanız bu olabilir tabii…
O anda canımızı yakan esas meselelere o an çözüm üretemeyince hangi anda üretir insanlar? Ki sonrasında çözüm üretilmiş olsa mesele İzmir’de şu ana kadar 51 insan ölür müydü? Zamanı geçince o konu sizden de geçip gitmez mi? Ancak o konu deprem gibi sarsarak size kendini hatırlatmak zorunda kalıyorsa? Sarsılarak dahi kendinize gelmiyorsanız nasıl gelirsiniz?
Elbette şöyle de diyebilrisiniz: biz sakince çözüm üretiyoruz, alelacele değil. O halde sakince ürettiğiniz imar barışı çözümü hangi sakinlikle yapıldı. Yıkılabilecek kaç yapı artık resmi? Deprem buna ne diyecek? Resmi olanları yıkmayayım mı?
Hem enkazın altında olanları kurtarıp hem de çözümü ve hataları, halkın sağlıklı evlerde yaşamasının imkanlarını konuşamaz mıyız? Aynı anda birden çok iş yapamaz mıyız? Şu anda yapacağımız siyasete, plana göre hareket edemez, harcı ona göre karamaz mıyız?
O sıcak an insana çok şey öğretir. Neden sonra bu öğrendiklerini idrak eder yahut unutur, unutmak ister. Karnınız acıktıktan birkaç ay sonra yemek yiyemezsiniz, ölmüş olursunuz. Öğrendiklerinizi sonrasında kullanıp kullanmamak oy verenlerin çoğunluk iktidarına kalınca kalıcı ve uzun vadeli çözümler için oy verenler ne olur? Eskimiş ahşapı tamir etmek yerine üzerine ahşap desenli muşamba serer gibi mantolamaların yapıldığı ülkemde janjanlı görünen binalar neyi gizliyor olabilir. Oysa sorunlu binalara mantolama olmasa da hem kiralayacak olanlar, hem de ev alacak olanlar çıplak gerçeği görse. Ahşap desenli muşamba bize ne yapar depremlerde?
Yeni inşaat teknolojileri ile bir yıl içinde devasa sitelerin yapıldığı bir zaman diliminde 18 yıllık iktidar bu sorunu çözmediğinde derdin sorunu çözmek olmadığı düşünülür. Yoksa biz de Mehmet Özhaseki’nin dediği gibi Japonya’daki depremlerde olduğu gibi sırtüstü yatıp beklemeyi pek isteriz…