Tersine çevrilemeyen rejim bunalımı

Tersine çevrilemeyen rejim bunalımı
Cumhurbaşkanı Erdoğan da daha önce, 'Hem laik hem Müslüman olunmaz, millet isterse laiklik tabii ki gidecek' şeklinde açıklamalarda da bulunmuştu.

Josef H. KILÇIKSIZ


Erdoğan 1960'lardan bu yana birbirini izleyen anayasaların askeri niteliğini eleştirerek, "darbeci anayasalardan" sıyrılabilecek yepyeni bir metin çağrısında bulundu.

2017 reformuyla ortaya çıkan güçlerin yoğunlaşması durumunu ortadan kaldıran parlamenter sisteme bir dönüş olmayacaksa, hükümetin yeni metin ile özgürlükleri genişletme gibi bir niyetinin olmayacağı belirtiliyor.

Projenin muhalif kesimler arasında güvensizliği körüklemesi, onun sadece cumhurbaşkanlığı seçimlerinden iki yıl önce ortaya atılmasından kaynaklanmıyor.

Mesela, MHP MYK'ya giren isimlerden biri olan İbrahim Çiftçi ile anayasa projesinin kötücül niyetleri arasında ‘fıtrata aykırılık’ üzerinden habis bir diyalektik bulunuyor.

Bilindiği gibi Çiftçi, Doğan Öz’ün cinayet davasıyla birlikte Muzaffer Üstünel adlı gencin öldürülmesinin yanı sıra Bahçelievler katliamında 7 TİP üyesi genci öldürdüğü iddiasıyla da yargılanmış ve idama mahkûm edilmişti

MHP MYK'ya girenlerin profillerine bakıldığında, siyasi cinayetler konusunda kötü bir şöhrete sahip "Bozkurtlar" ile yapılacak bir anayasanın özgürlükleri ilgilendiren olası içerikleri hakkında iyimser olmayı şimdiden olanaksız hale getirdi.

Bir yandan Biden’a ve Avrupa’ya şirin görünmek için siyasi, ekonomik ve yargı sistemlerinde insan hakları temelinde reformları savunurken, öte yandan, Boğaziçi Üniversitesi'nde olduğu gibi, her şeyin kontrol altında olması için toplumu susturmaya yönelik hamleler, irili ufaklı aşırı milliyetçi ortaklarıyla birlikte Erdoğan’ı sivil özgürlükler konulu samimiyet sınavında sınıfta bıraktı.

Gergerlioğlu’nun vekilliğinin düşürülmesi, HDP’ye kapatılma davası açılması gibi gelişmeler, hükümet ortakları için bir samimiyet sınavı olma niteliği taşırken, Anayasa projesi ve İnsan Hakları Eylem Planı hakkında umut kırıklığına yol açan bir sağlama yapma olanağı da sundu.

İnsan Hakları Eylem Planı ve sözde yeni sivil anayasa girişimlerinin arka planında, demokrasi ve hukukun üstünlüğü konusundaki endişelerden çok, iktidarı sürdürmek kaygılarının olduğu ortaya çıktı.

Tüm bu emareler AKP ile MHP’nin özgürlükleri genişletmek gibi bir amaçlarının olmadığını, asıl amacın, güçler ayrılığını mahvedip gücü korkunç bir şekilde tek kişide toplayan rejimi tahkim etmek olduğunu gösterdi.

Türk usulü Başkanlık rejimi, Büyük Millet Meclisi üyelerini, demokrasi için, işlevsiz siyasi figüranlar haline getirdi.

Türk usulü başkanlık rejimi birçok yönüyle hükümeti de ilgilendiren sıkıntılara yol açıyor.

Örneğin, 50 + 1 kuralı, desteğini giderek daha fazla yitiren İslamcı-muhafazakâr AKP için bumerang etkisi yarattı.

Bu kural bir sonraki seçimlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın siyaseten mahvolmasına neden olabilir.

Bu yüzden, yeni anayasada en çok oyu alan adayın Cumhurbaşkanı olabileceğine dair bir kuralın getirilmesi planlanıyor.

Yeni anayasa perspektifi ile birlikte siyasal İslamcıların bazı protagonistleri, İslam'ın anayasadaki yerini revize edip laikliğin tümden lağvedilmesini amaçlayan açıklamalarda bulunmaya başladılar.

Ayasofya'nın imamı Mehmet Boynukalın da laiklik ilkesinin anayasadan kaldırılması çağrısında bulundu.

Medeni hukuk ve laikliği hedef alan açıklamaları nedeniyle açığa alınan GATA’nın eski başhekim yardımcısı Ali Edizer de bu kervana katılan isimler arasında yer almıştı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan da daha önce, "Hem laik hem Müslüman olunmaz, millet isterse laiklik tabii ki gidecek" şeklinde açıklamalarda da bulunmuştu.

Sözde reform çabası dikkat dağıtarak, Erdoğan'ın içinde bulunduğu siyasi çıkmazdan kurtulma girişimini de başarıyla gizliyor.

Yeni Anayasa önerisinin Erdoğan’ın, tarafları bir tavır almaya zorlayarak muhalefeti bölmek ve dolayısıyla kendisini "savunanlar" veya "aleyhtarlar" kampında konumlandırmak olan taktik bir hamle olduğu ortaya çıktı.

Kısa vadede Millet ittifakını zayıflatmak ve bölmek, uzun vadede ülkenin siyasi gündemine yön vermek gibi bir işlevi olan yeni anayasa projesinin, Erdoğan için giderek bir siyasi jokere dönüştüğü ortaya çıktı. Bilindiği gibi joker ya iflas geldiğinde ya da pas gelirse kullanılan bir şeydir.

Projenin Erdoğan’ın, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden iki yıl önce siyasi yelpazede karar verici bir aktör olarak yerini almaya yönelik acı bir pragmatik girişimi olduğu gün gibi ortadayken, MHP’nin bu projeden ne gibi ‘siyasi faydalar’ elde edeceği şimdilik belirsizliğini koruyor.

Bu hamlenin ‘odak kaydıran’ etkisi bir yana, olası bir Anayasa referandumunun siyasi İslamcılar ile Bozkurtların Erdoğan'ın arkasında kararlılıkla toplanmasını sağlayacağı tahmin ediliyor.

Türkiye’de anayasa metinlerinin kahir ekseriyeti darbeciler tarafından yazıldı. Bu anayasalarda defalarca değişiklikler yapılmasına rağmen yine de ‘ordunun ruhunu soluyan’ metinler olarak kaldılar.

Yürürlükteki anayasanın hâlâ birçok yerinde generallerin imzasını taşıyan paragraflar bulunuyor.

Ama, Türkiye’nin demokrasinin uygulanmasını ilgilendiren yapısal sorunları sadece anayasaların her zaman darbeciler tarafından yazılmış olmasından kaynaklanmıyor. Ülkenin, eğitim sistemi, dincilik, ataerkil, hurafe, gerici geleneksellik, özürlü ulusal kimlik bilinci, Anadolulu olup olmamaya dair kökensel korkular, Orta-Asya mitolojisi, bölünme fobisi, büyük imparatorluk fetişi gibi insan malzemesini madara eden "gerici bir metafiziği" bulunuyor. Toplumun derin katmanlarına kök salmış mantalite sorunu işte bu gerici metafizikten hız alıyor.

2018'de uygulamaya konulan cumhurbaşkanlığı sisteminin kök salması için yeni bir anayasanın gerekli olduğunu söyleyen Erdoğan ve Bahçeli’nin olası anayasa metninin muhtemelen ‘tek adam ruhunu’ içereceği daha şimdiden anlaşıldı.

Yeni anayasanın Erdoğan'ın 2028'in ötesinde de görevde kalmasına izin verebileceğine işaret ediliyor.

Hâlâ yürürlükte olan ve "askeri vesayet" izlerini barındıran anayasalar ile ‘sivil vesayet’ izleri barındırması kuvvetle muhtemel olan yeni bir anayasanın geniş bir sosyal sözleşme metni olmayacağı daha şimdiden belli oldu.

Erdoğan bir yandan anayasayı sözüm ona "askeri izlerden" arındırmak isterken, diğer yandan polisi muhaliflerin üzerine sürmeye devam etti.

Tek adam ruhu ile ordunun ruhu arasında varoluşsal bir ikileme zorlanan halkın sırf askeri bir geçmişi olmadığı için Erdoğan’ın metnini ‘sivil’ anayasa diye sahiplenmesi beklenmiyor. Zira son zamanlardaki antidemokratik uygulamalar, 12 Eylül’ü ya da Beyaz Toroslu yılları aratır hale geldi.

Derin kutuplaştırmalarla sosyal streslere maruz bırakılan toplumun, yeni anayasa hamlesi ile laik ve İslamcı kutuplarda birikip daha fazla bölüneceği ortaya çıktı.

Yeni anayasa girişimi ile toplumun, ya açık bir güçler ayrılığı ve başbakanlık makamının iadesi çağrısı ya da tek adam mevzileri etrafında daha fazla konuşlanacağı anlaşıldı.

Bırakın yeni anayasayı, mevcut anayasaya uymayanların daha demokratik bir anayasa çağrısı havada kalıyor.

Yürürlükteki anayasa tarafsız bir başkanı zorunlu kılıyor, ancak Erdoğan tarafsız bir başkan gibi hareket etmiyor ve hâlâ AKP’nin genel başkanıdır.

Yargıç atama yetkisi bulunan Cumhurbaşkanı Erdoğan, taraflı atamalarıyla güçler ayrılığı ilkesini bozguna uğrattı. Aldıkları çelişkili ve vicdan yaralayıcı kararlar nedeniyle yerel adli makamların anayasal konulardaki samimiyeti sorgulanır hâle geldi.

Gergerlioğlu’nun vekilliğinin düşürülmesi ve Cumhuriyet Başsavcısı’nın HDP’ye kapatma davası açması adli sistemdeki keyfi atamalar silsilesinin toplumsal barışı dinamitleyen ‘korkunç sonuçları’ olarak ön plana çıktı.

Bilindiği gibi, kapatma davasını açan başsavcı Bekir Şahin, beş kişilik listenin dördüncü sırasında olmasına rağmen Erdoğan tarafından göreve getirilmişti.

Erdoğan daha önce, "Ülkesiyle zihinsel ve duygusal bağları kopmuş insanlarla terör örgütü PKK ile bağlantılı grupların gölgesinde anayasa çalışması yapılamaz.’ demişti.

HDP’nin kapatılmasıyla ‘ülkesiyle zihinsel ve duygusal bağları ‘koparılmış’ olanların’ aidiyet sorunu geri döndürülemez bir şekilde daha da derinleşecek. HDP’yi yasaklamak, altı milyon oyun susturulması anlamına gelecek.

66 yaşındaki Erdoğan’ın Türkiye'nin ebedi Cumhurbaşkanı olmak istediğini ileri sürmek niyet okumaktan öteye gitmese de son parti kongresindeki, ‘Tek millet olarak Türkiye geleceğini hala AKP'de görüyor.’ şeklindeki söyleminin siyasi kibir ve megaloman replikler barındırdığı ortaya çıktı.

"Kimseyi dışlamıyoruz ve kimseyi yargılamıyoruz. Terörizme, şiddete veya ahlaksızlığa karışmadıkları sürece herkesin görüşüne saygı duyuyoruz." diyen Erdoğan ve aşırı sağcı ortağının "terör" ve "ahlak" tanımlarını herkes geçmiş uygulamalardan biliyor.

Havuz medyası Erdoğan’ın siyasi kişiliğinde liberal devlet filozofları John Locke ve David Hume'un izlerini arayadursun, siyasi gözlemciler, devlet başkanının yetkilerini büyük ölçüde genişletip ülkeyi demir yumrukla yöneten birisinde daha çok Machiavelli’nin izlerinin aranması gerektiğini belirtiyorlar.

Liranın 2018'den bu yana önemli ölçüde değer kaybetmesi birçok kişinin birikimlerini de kaybetmesine neden oldu. Fakat bu sadece ekonomik bir kayıptır. Yeni anayasa ile muhtemelen özgürlükler, laiklik ve parlamenter Cumhuriyet kaybı "tekâmüle erdirilmiş" olacak.

Yeni sivil anayasa önerisi ülkedeki birçok kişide heyecan uyandırmadı. Bu müphem projede şimdiye kadar açık bırakılan şey, projenin arka planı ve siyasi niyetleri oldu. Planın tam olarak neye benzediği ve asıl sebeplerinin neler olduğuna ilişkin kaygılar, toplumsal öfori ve heyecanın yerini aldı.

Erdoğan’ın projesi spesifik olsaydı, daha fazla ayrıntıya girilebilirdi. Olası içerikleri muğlak bırakılan yeni anayasa projesi, ömür boyu cumhurbaşkanı olarak kalmak ve bunun anayasal temelini oluşturmaktan tutun da muhalefetin anayasa tartışmaları etrafında bölünmesini sağlayıp idam cezasının yeniden getirilmesine kadar uzanan ‘kötümser kehanetlerde" bulunulmasına neden oldu.

Ordu şu anda iddia edilen planlara çok az ilgi gösteriyor. Ordudan herhangi bir tepki gelmemiş olması, Erdoğan'ın Cumhuriyet’in temel ilkelerini sarsmaya yönelik bir anayasa planını daha az olası kılıyor.

Çünkü, FETÖ operasyonlarıyla gerçekleştirilen tüm "yapı sökümüne" rağmen, ordunun yaşamsal konulardaki ‘devletsel ağır abi’ konumu devam ediyor.

Her ne kadar dış dinamikler Erdoğan'ı baskı altına alıp rotasını değiştirmeye teşvik etse de, siyasal İslamcıların, Türkiye içindeki sorunların nedenlerinin Türkiye dışındaki dinamiklerde aranması gerektiği şeklindeki savları, toplumun kahir ekseriyetinde artık inandırıcı bulunmuyor.

Artan ekonomik zorluklar insanların siyasi ruh halini değiştirdi. Halkın yarısından fazlası artık siyasal İslamcıların topluma yeni bir hikâye sunabileceklerine inanmıyor.

2017'de halka satılan, demokrasiyi geliştirmek, azınlıkları korumak, ekonomiyi güçlendirmek, terörü sona erdirmek ve liranın düşüşünü durdurmak gibi hayallerin hiçbiri gerçekleştirilmedi.

Bu hayallerin yerine tüm korkular gerçekleşip durum beklenenden daha da kötüleşti. O zamandan beri liranın kan kaybı sürerken, enflasyon ve işsizlik kronikleşip çift haneli rakamlara ulaştı. Toplum tamamen kutuplaştırıldı. Ülke dış politika açısından izole edilip derin bir yalnızlığa sürüklendi.

Erdoğan, Türkiye’de uzun zamandır kendini hissettiren sıcak siyasi atmosferin, protestoların devam etmesi halinde (örneğin Boğaziçi kalkışması), yeni bir darbeyi tetikleyip bir sistem değişikliğine yol açmasından korkuyor.

Öne Çıkanlar