'AP'nin açıklamaları sert ama yaptırımı yok, Türkiye'nin bir kulağından giriyor diğerinden çıkıyor'
ARTI GERÇEK-Avrupa Parlamentosu'nun, Suriye'de iç savaşın başlamasının 10. yılı raporunda, Türkiye'ye dair ifadelerinin sert olduğunu, fakat yaptırıma dair bir şey söylenmediğini belirten Armağan Kargılı, "Avrupa Parlamentosu'nun açıklamaları sert ama herhangi bir yaptırımı yok. Böyle laflar Türkiye'nin bir kulağından giriyor diğerinden çıkıyor, bir etkisi yok" dedi.
Artı TV'de yayımlanan Celal Başlangıç ile Artı Gerçek programına, Artı Gerçek yazarları Eser Karakaş, İnci Hekimoğlu, Koray Düzgören, Ragıp Duran ve Armağan Kargılı konuk oldu. Programda, 12 Mart Muhtırası'nın 50. yılı ve muhtıranın diğer darbelere açtığı yol, günümüzdeki yansımaları ve etkileri, 12 Mart 1995 tarihinde yaşanan Gazi Katliamı, Erdoğan'ın açıkladığı 'Ekonomik Reform Paketi', iktidarın muhalefeti parçalama girişimleri, Avrupa Parlamentosu'nun Türkiye ile ilgili açıklamaları ve Coronavirus aşısının belirsizliği gibi pek çok konu ele alındı.
'12 MART, 12 EYLÜL'ÜN YOLUNU AÇTI, BUGÜN DE SİVİL BİR DARBE VAR'
12 Mart'ın 50'nci yılına dair konuşan Koray Düzgören, 12 Mart darbesi sürecini, darbeden sonra gelişen olayları ve günümüzle olan benzerliklerini inceledi. 12 Mart'ın, 12 Eylül 1980 darbesinin yolunu açtığını ve günümüzde de bir sivil darbenin varlığından söz edilebileceğinin altını çizen Düzgören şöyle konuştu:
"12 Mart darbesi Türkiye'nin yakın tarihine damgasını vuran bir darbe. 27 Mayıs'ta da bir darbe olmuştu ama bu ilk defa komuta kademesinin örgütlü bir şekilde hazırladığı bir darbeydi. 27 Mayıs ise bir cunta tarafından yapılmıştı, komuta kademesi tasfiye edilmişti. 27 Mayıs'tan sonra yürürlüğe konulan bir anayasa vardı. Bu anayasanın kısmen demokratik hükümleri çerçevesinde o süreçte örgütlenmeler ve demokratik bir takım hakların kazanılması mücadelesi yapıldı. 12 Mart darbesi Genelkurmay Başkanı'nın başkanlığında bütün komuta kademesinin dönemin Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay'a bir muhtıra vermesiyle başladı ve hükümetin istifa etmesi isteniyordu. Bu darbe sonucunda Nihat Erim Başbakan oldu bir geçiş hükümeti kuruldu. Bu hükümetin yaptığı ilk iş Balyoz Operasyonu denilen ve bugün yapılan bir çok operasyona benzeyen- isimleri de benziyor- bir operasyon yapıldı. Özellikle son yıllarda yükselen 68 kuşağının, öğrenci-gençlik hareketlerinin bastırılması, güçlenen işçi hareketlerinin bastırılması ve Kürt Özgürlük Hareketi'nin önüne geçilmesi ve bastırılması için yapılmış bir hareketti. 20 bine yakın kişi tutuklandı. Bugün bildiğimiz ve andığımız bir çok gençlik lideri, Ulaş Bardakçı, Hüseyin Cevahir, Mahir Çayan, Sinan Cemgil, İbrahim Kaypakkaya başta olmak üzere çeşitli çatışmalarda öldürüldüler. Diğer üç gençlik önderi Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan Meclis kararıyla idam edildi. Dolayısıyla bu 12 Mart darbesi çok önemli. Öncesinde solda bulunan gençliğin örgütlenmesi, işçi hareketlerinin yükselmesi, sendikalizmin güçlenmesinin yanı sıra diğer yandan İslami örgütler güç kazanıyordu. Özellikle Komünizmle Mücadele Dernekler örgütleniyordu. Devlet desteği ve gücüyle yapılan örgütlenmelerdi bunlar. 16 Şubat 1969'da darbeden önce, Kanlı Pazar olayını yaşadık. Taksim'de Komünizmle Mücadele Dernekleri'nin organize ettiği bir olayda 2 kişi öldürüldü. Yine darbeden önce 15-16 Haziran büyük işçi direnişi var. Bunları kaydetmek gerekiyor. Bütün bunları bastırmaya yönelik bir darbeydi. Darbeden sonra girişilen bu operasyonlar ve diğer tasfiye hareketleri gibi şeyler arka arkaya geldi. 12 Mart darbesiyle bir anlamda 12 Eylül 1980 darbesinin yolu açıldı. Dolayısıyla 12 Mart darbesi Türkiye'nin önüne konulmuş çok ciddi bir demokrasi yolunda engeldi. Bugün de bakıyoruz başka bir darbe var. Komuta kademesi yapmadı bu darbeyi, askerler yapmadı ama sivil bir darbeden söz edebiliriz. Benzer ve daha katmerli olaylar devam ediyor."
'NE ZAMAN KÜRTLERE KARŞI BÖLGEDE ŞİDDET VARSA O ŞİDDET MUTLAKA BÜTÜN ÜLKEYE YAYILIYOR'
12 Mart 1995 tarihinde yaşanan Gazi Katliamı'na ilişkin konuşan İnci Hekimoğlu ise katliamlarda ve faili meçhullerde sorumlu olanların hesap vermediğinin altını çizdi. Hekimoğlu yaptığu konuşmasında şunları ifade etti:
"Gazi Katliamı'na gelince, devlet ne zaman bir toplumsal kıyıma yönelse toplumsal dönüşüm talebinin arttığı zamana denk geliyor. Tıpkı 90'larda olduğu ve bugün olduğu gibi. 90'larda da benzer bir durum vardı. Sorumlu olarak da hep aynı isimler karşımıza çıkıyor. Gazi Katliamı'nda ortaya çıkan Susurlukta'da ortaya çıkan isimlerdi. Daha sonra AKP iktidarında vaadettiği Ergenekon ve derin devlet temizliği vaadinin listelerinde olan Veli Küçük'ler, özel timler vardı. Tüm o isimlerin Gazi Katliamı'nda önemli rol oynadığını öğrendik daha sonra. Hatta Gazi Katliamı sırasında gözaltına alınan Hasan Ocak ve Rıdvan Karakoç öldürüldükten sonra faili meçhuller listesine girseler de aslında faili meçhul değillerdi. Bunu biz nereden öğrendik? Bizzat o zaman İnsan Hakları Bakanı olan Algan Hacaloğlu ile yaptığım bir röportajda öğrenmiştim. Hacaloğlu bu olayın üstüne gittiği için evine bombalı paket yollanmıştı ve oradan kurtulması tamamen mucizeydi. Hasan Ocak dosyasında geçen isimler arasında kimler var? Sedat Selimay var ve polis. Gözaltında tecavüz ve işkence dolayısıyla AİHM'in Türkiye'yi iki kez tazminata mahkum ettiği emniyet müdürü. Yine 90'lı yılların TEM şeflerinden Bayram Kartal var. Bu kim? Cemil Kırbayır, Maksut Tepeli, Süleyman Cihan gibi çeşitli faili meçhul dosyalarda adı geçen polis. Batı'da bulunan kamuoyunun şunu çok iyi anlaması gerekiyor; ne zaman Kürtlere karşı bölgede şiddet varsa o şiddet mutlaka bütün ülkeye yayılıyor. Bunu defalarca deneyimlemiş durumdayız ama ilk kez AKP sayesinde bunu anlamaya başlıyoruz. Çünkü aynı timler hem Kürt coğrafyasında faili meçhullere imza atmıştı hem de Batı'da. Şunu da ekleyeyim; Hayri Kozakçıoğlu'nun OHAL Valisi olduğu dönem önemli bir dönemdir. Batı'da olan "başarıları" tesadüf değildir. Alhan Hocaloğlu röportajda, "Hayri Kozakçığlu'nun en yetkili kişi olarak bütün faili meçhullerle ilgili sorgulanması gereken kişi" demişti. Ama biz bu devletin ve bu hukuk dışı yapıların işlerini hiç sorgulayamadığımız için, hesap vermedikleri için, her yeni iktidar, "bunlarla hesaplaşacağız" diyen AKP iktidarı dahil, şu an bir tür fahri İçişleri Bakanı gibi görev yapan Mehmet Ağar, yine o özel timin önemli isimlerinden ve Susurluk'ta adını andığımız Korkut Eker, 70'li ve 90'lı yıllarda yer altında bilinen Bahçeli'nin dava arkadaşı Alaattin Çakıcı hala toplumu tehdit etmeye ve poz vermeye devam ediyorlar. Oysa bu toplumun onlardan hesap sorabilmesi gerekirdi. Bunu yapabilseydik heralde ne 12 Eylül olurdu, ne Gazi Katliamı olurdu, ne de bugün Alevi evleri işaretlenerek bir başka katliam için tehdit altında tutulmazlardı."
ERDOĞAN'IN AÇIKLADIĞI EKONOMİK REFORM PAKETİ: DAMAT'A İŞ ÇIKTI
AKP'li Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın açıkladığı Ekonomik Reform Paketi'nden umutlanmadığını, bu paket önerisinde bulunan esnafa vergi muafiyetini de "ilkellik" olarak yorumlayan Eser Karakaş, konuya ilişkin şunları söyledi:
"En baştan söyleyeyim Damat'a iş çıktı. Bir Cumhurbaşkanı Yardımcısı'na bağlı olmak üzere Ekonomi Koordinasyon Kurulu kuruldu. Bu ne demek? Zaten orada ekonomi politikalarıyla ilgili bir kurul var. Ya Cumhurbaşkanı Yardımcısı olarak Damat bey orada görev alacak ya da kurulacak olan Ekonomik Koordinasyon Kurulu'nun başına getirilecek. Anlamadığım şeyler var, Türkiye'de 4045 sayılı Rekabet Kanunu vardır o varken "Piyasa Gözetim ve Denetim Kurulu kurulacak" deniyor. Bu ne demek? Bunu anlamadım. Dünyanın her yerinde piyasa ekonomilerinde rekabet kurulları vardır. Ama hiç bir yerde Piyasa Gözetim ve Denetim Kurulu yok. Bir de Finansal İstikrar Kurulu kurulacakmış. Bundan daha vahim şeyler de söylüyor. Cumhurbaşkanı'nın ağzından çıkan sözleri söylüyorum; "Yeni yönetim sistemi güvenlik ve istikrar kavramları üzerine oturtulacaktır" deniyor. Yeni yönetim sisteminde riyakat, hukuk devletinin temel ilkeleri olmayacak mı? Bu paket önerisinin en kötü yanı da 850 bin esnafa getirilen vergi muafiyeti. Onların tamamen beyan yükümlülüklerini de kaldırıyor. Bu ne demek? Türkiye'nin gelir vergisinde 1950'den de geriye gitmesidir. 850 bin esnaf gelir beyan etmeyecek diyorlar. Bu ilkelliğin daniskasıdır. Yapılması gereken şöyle bir şeydir; asgari ücretlisinden, emeklisine her vatandaş devlete gelir beyan eder, devletle bu ilişkiyi kurar, bu vatandaşlık vazifesidir. Ama ondan sonra devlet o edilen beyan üzerinden öyle geniş bir muafiyet sınırı çeker ki "bunun altındakiler gelir vergisi ödemeyeceksiniz" der. Daha doğrusu şunu söyler, " yüzde 0 oranında vergi ödeyeceksiniz, Ali Koç yüzde 50 vergi ödüyor, sen yüzde 0 ödeyeceksin" der. Bu ne demek sen de bir vergi sujesisin demek. Ama "şu an senin gelir düzeyin vergi ödemeye Türkiye'nin şartlarına göre uygun değildir". Dünyanın her yerinde yapılan budur. Şimdi bu insanların beyanını da ortadan kaldırıyorsunuz. Önerim de var; asgrai ücreti 1.25 ile çarp, onu da 12 ay ile çarp, o zaman on binden çok daha yukarı bir sınıra gelir bu. Ayda ortalama 4000 kazanan bir esnaf vergi ödemez. Ama bu beyan zorunluluğu ortadan kaldırırlmamalı. Bu yapılan Türkiye'de demokraside 1950'den geriye gitmemiz demektir. Gelir Vergisi Kanunu ilk şekliyle 1950'de çıkmıştır. Türkiye'deki vergi kültürüne muazzam bir ihanettir bu. Küçük esnaf vergi ödesin demiyorum, beyan ettiği gelir belirli bir miktarın altındaysa neden ödesin? Yüzde 0'ın üzerinde duruyorum, bu şu demek; o vatandaş bir şekilde vergi idaresi ile muhatap olmaya başlıyor. Senin oranın yüzde 0 zenginin oranı yüzde 50. Yeni anayasadan bahsetti, ekonomik pakette bu ne alaka? Son derece özensiz ve muazzam hatalar var."
'İKTİDAR MUHALEFETİ PARÇALAMAYA ÇALIŞIYORDU KENDİSİ PARÇALANDI'
İktidarın muhalefeti parçalamaya yönelik girişimlerinin boşa çıktığını ifade eden Ragıp Duran, "iktidarın kendisinin parçalandığının" altını çizdi. Duran şöyle konuştu:
"İktidar muhalefeti parçalamaya çalışıyordu kendisi parçalandı. Üstelik bu parçalanma belirli bir süreç içerisinde gerçekleşti. Bir, AKP'nin 2002 dönemindeki kurucularından kaç kişi kaldı? AKP kendi içinden 2 parti çıkardı. Din eksenli kesimlerde bile Erdoğan karşıtlığı var. En güzel ve en somut örneği Boğaziçi Üniversitesi'nde Müslüman Öğrenciler imzalı bir bildiriydi. Bu tarafa bakalım. MHP de kendi içinden İYİ Parti'yi çıkararak parçalandı. Dolayısıyla böyle bir parçalanma süreci aslında iktidarda, muhalefette değil. Bir tek mesele var. Her ne kadar iktidar cephesi oy kaybetse de, siyasi olarak prestij kaybetse de, çaresiz bir takım açıklamalar yapsa da muhalefet cephesinde bunu ciddi bir şekilde değerlendirecek ve kitleye umut verecek adımlar az."
'SAĞLIK BAKANI'NIN İSTİFA ETMESİ GEREKİR'
Türkiye'de olan aşı belirsizliğine dair konuşan Eser Karakaş, Sağlık Bakanı'nın istifa etmesi gerektiğini dile getirdi. Karakaş, "100 milyon adet aşıdan bahsediliyor, bu 50 milyon kişinin aşılanma ihtimali demek. 25 Şubat'ta yaptığı konuşmada, "aşağı yukarı mayıs sonunda halledeceğiz" gibi bir konuşması var. Aradan 15 gün sonra yaptığı konuşmada, 100 milyon aşı ihtimalinin son bahara sarktığını söyüyor. Sağlık Bakanı'nın bu kadar kısa sürede farklı konuşmaları söylemesi istifa gerektiriyor. Yekta Saraç'ın babasının cenazesinde özür diledi Sağlık Bakanı. Fotoğrafta hemen yanında Cumhurbaşkanı duruyor. "Cumhurbaşkanı senin de özür dilemen" gerekire getirmek lazım bunu. "Ben orada olmamalıydım o fotoğrafı vermemeliydim" dedi ama yanında Cumhurbaşkanı var. Cumhurbaşkanı'nın o özüre çok sinirlendiği söyleniyor. Heralde ilk durumda gidicidir." dedi.
'AVRUPA PARLAMENTOSU'NUN AÇIKLAMALARI SERT AMA BİR YAPTIRIMI YOK'
Armağan Kargılı, Avrupa Parlamentosu'nun Türkiye'ye dair açıklamalarının sert olduğunu fakat bir yaptırım uygulamadığını vurguladı. Kargılı'nın konuya ilişkin görüşleri şu şekilde:
" Avrupa Parlamentosu'nun açıklamaları sert, özellikle Selahattin Demirtaş meselesinde. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi "Daha sonra açılan dava eski davanın devamıdır yeni bir dava sayılamaz hemen serbest bırakılmalıdır" diyor. Kavala için daha önce verilen karar var ve bunun uygulanması gerektiğini söylüyor. Bundan daha sert olan Suriye meselesi. Avrupa Parlemantosu'nun Suriye'deki iç savaşın 10. yılı nedeniyle ilgili hazırladığı raporda, Türkiye için inanılmaz ifadeler var. Kürt topraklarını işgal ettiği, Suriye'den Karabağa paralı asker taşıdığı iddiaları var, bu nedenlerle Türkiye'ye uygulanan Avrupalı ülkelerin silah ambargosundan söz ediliyor ve Türkiye'nin bir an önce bu eylemlere son vermesi isteniyor. Raporlar çok sert ama Türkiye'nin elindeki göçmen kozu, bir kez daha işlemiş. Neden derseniz? Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi'nin açıklamaları çok sert ama yaptırıma ilişkin en ufak bir şey açıklamadı. Böyle laflar Türkiye'nin bir kulağından giriyor öbüründen çıkıyor, bir etkisi yok. "Selahattin Demirtaş'ı serbest bırakın" dediğiniz zaman "olur bırakırız bir ara" diyorlar. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi yaptırım isteyebilecek bir organ. Çünkü Türkiye onun üyesi. AİHM'de Avrupa Konseyi'nin bir kurumu. Dolayısıyla sen üyesi olduğun bir kurumun, mahkemesinin kararını kabul etmiyorsun. İçinde bulunduğun kurumun hukuk kurallarına uymuyorsun. En azından üyelik meselesinin sorgulanması konusunda bir eylem başlatabilirdi, başlatmadı. Parlemento raporuna baktığımız zaman, muhteşem bir rapor hazırlamışlar. Siz "Kürt bölgesini BM izni dışında işgal ettiniz" gibi ifadeler var. Ama bu ifadelerin sonunda bir şey yok. Ben Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi'nden bir uyarı gelmesini beklerdim. Avrupa Birliği, "her şeyin farkındayız, biliyoruz" diyerek -mış gibi yaptı. Sağlaşmanın sonunda AB'nin geldiği nokta bu; AB bütün ilkelerini kaybetti. Kopenhag Kriterleri'ne ne oldu? Bu kriterler, insan hakları, azınlık hakları meselesi AB'yi ayakta tutmuyor mu? Avrupa Birliği muhtemelen hala gözünü ABD'ye dayadı, oradan gelen bir şey doğrultusunda karar verecek. O nedenle 25 Mart Liderler Zirvesi önemli. Sanırım ABD'nin izleyeceği tutum, 25-26 Mart'taki Liderler Zirvesi'nde belirleyici olacak. Umarız AB varoluş nedenini, insan hakları, azınlık hakları ve hukukun üstünlüğü ilkesini hatırlar."