Geliyê Zîlan: Su yüzüne çıkan katliam izleri

Geliyê Zîlan: Su yüzüne çıkan katliam izleri
93 yıl önce yaşanan Zilan Katliamı, baraj suyunun çekilmesi sonrası ortaya çıkan kemiklerle yine gündemde. Katliamı, tanıklarından dinleyenler o ünleri Artı Gerçek'e anlattı ve “Zilan’da hafıza silinmesin” dedi.

Remzi BUDANCİR


VAN - 13 Temmuz 1930 tarihinde, Van'ın Erciş ilçesinde Zilan vadisinde on binlerce Kürt katledildi. Katliamın ardından Zilan vadisi ‘Yasak bölge’ ilan edilerek geride kalanlar sürgüne gönderilir. 16 Temmuz 1930 tarihli Cumhuriyet gazetesine göre 15 bin kişi öldürüldü. Kürt yazar Hesen Hişyar Serdi'ye göre 18 köyden 47 bin kişi öldürüldü. Zilan katliamı, geçtiğimiz ay, bölgede yapılan barajın suyunun çekilmesi sonrası insan kemiklerinin ortaya çıkması ile yine hatırlandı. Biz de Zilan'a giderek, katliamı bizzat tanıkların ağzından dinleyenlerle o günleri ve sonrasında yaşananları konuştuk

HEYET BÖLGEDE İNCELEME YAPTI

İnsan kemiklerin oraya çıkmasının üzerine aralarında Van Barosu, İHD, ÖHD ve TİHİV’in olduğu sivil t Bölgeye giden heyette yer alan Van Barosu İnsan Hakları Merkezi Eş Başkanı Burcu Şeber ve İHD Van Şube yöneticilerinden Avukat Jiyan Özkaplan, adım attıkları her yerde kemiklerle karşılaştıklarını anlattı. Bölgede inceleme yapan heyet, buldukları kemikler ile ilgili tutanak tutarak Erciş Cumhuriyet Başsavcılığına ihbarda bulundu. Savcılığa verilen dilekçede ortaya çıkan kemiklerin hangi döneme ait olduğunun tespit edilmesi ve usulüne göre gömülmesi istendi. Yapılan ihbarın ardından soruşturma numarası veren savcılığın bulunan bulgularla ilgili ne tür işlem yaptığı netlik kazanmadı.

‘KATLİAM UNUTULMASIN’

Katliamda yakınlarını kaybedenler yaşanılanların unutulmaması için mücadelelerini sürdürüyor. Bunlardan biri de akrabalarının çoğu 1930’a katledilen Mahmut Çelebi. Babası ve annesi katliamdan sağ kurtulan az sayıda kişiden. Zilan'da o dönemde yaşananlara ilişkin anlatımlarla büyüyen Çelebi, unutulmaması için katliamın anlatıldığı Kürtçe ‘Welatê Qedexe Gelıyê Zîlan’ isimli kitap yazdı. Kitapta, katliamdan geride kalanların anlatımları yer alıyor.

'İNSANLAR CESETLERİN ALTINDA KALARAK KURTULDU'

Katliamın nasıl yaşandığını babasından ve akrabalarından dinleyerek büyüyen Mahmut Çelebi, bölgeye hakim bir tepe üzerinden, tanıklardan duydukları ile o günlerde yaşananları anlattı. Anne ve babasının sağ kurtulduğunu anlatan Çelebi, katliamdan sonra köylerine bir daha geri dönemediklerini aktardı. Katliamın ardından insanların çoğunun kaçarak dağlara sığındığını anlatan Çelebi, “Ben Zilanlıyım. Kırgızların getirilip yerleştirildiği köy benim köyüm. Babam katliamdan sağ kurtulanlardan. Katliam olunca bazı insanlar kaçıp dağlara sığınıyorlar. Katliam döneminde bizim köydeki bir kısım insanlar ormanlara sığınıyor. Saklananları yakaladıklarında hepsini katlediyorlar. Bir çok kişi cenazelerin altında kalarak kurtulabildi. Babam da bunlardan biriydi”

Anne ve babası katliamdan sağ kurtulan ve onların tanıklıkları ile büyüyen Mahmut Çelebi, o dönem ve sonrasını anlattı

'UZUN SÜRE ZİLAN ÇAYI KAN AKMIŞ'

Devletin 1930’da Zilan vadisinde öldürülenlere “Şaki” dediğini hatırlatan Çelebi, ancak gerçeğin bu olmadığına işaret etti. Dönemin Cumhuriyet Gazetesinde ‘Zilan Deresi ceset dolu. 15 bin Şaki öldürüldü” şeklinde manşetler attığını hatırlatan Çelebi, “Orada çocuklar, bebekler, kadınlar, yaşlılar öldürüldü. Katliam yapıldı. Bütün bölgeyi bir nevi kılıçtan geçirerek silahla taradılar. Büyüklerimiz anlatıyordu; Zilan Çayı tamamıyla kan akıyordu. Çayın kenarında, derenin aktığı çayın kenarında bu katliam yapıldı. Yaralı insanlar kaçmışlar, kimisi suda boğulmuş. Kimisi ise suyun içinde vurulmuş. Uzun bir süre dere kan akmış. Bunun üzerine ağıtlar yakılmış, Dengbêjler klamlarıyla anlatmış. Dilden dile bu acı anlatılmış” diye anlattı.

'İNSANLAR KARA VAGONLARLA SÜRGÜN EDİLDİ'

Zilan vadisinde yaşanan katliamın ardından sürgünler başladı. Geniş bir coğrafya insansızlaştırıldı. Sürgünlerin sadece Zilan vadisi ile sınırlı kalmadığını anlatan Çelebi şunları anlattı:

“Katliamdan birkaç ay sonra bölge yasak ilan edildi. Yasak ilanının ardından o dönemde hükümetin tespit ettiği bütün aileler sürgüne gönderiliyor. Sadece Zilan değil, Tatvan’dan Erciş’e, Patnos, Bitlis, Hizan, Van’ın bazı yakın köyleri dahil olmak üzere tüm bölgede insanlar sürgün edildi. O zaman kara trenlerle, hayvanların taşındığı vagonlara insanları doldurup Türkiye’nin ücra köşelerine gönderildi. Tekirdağ’da olanlar var. Bizim burada ziyaret dediğimiz bir köy var. Baso ailesi. Hala Çanakkale’de yaşayan aileler var. Gidip görüşüyoruz, oralarda akrabalarımız var. Sinop, Zonguldak Karadeniz bölgesine sürgün edilenler var. 21 yıllık yasağın ardından insanlar gelmeye başladı”

Mahmut Çelebi

KÖYLER KAMULAŞTIRILARAK ÇİFTLİKLERE ÇEVRİLDİ

Bölgede yaşanan uygulamalar sürgünle sınırlı kalmadı. Devlet katliamın yaşandığı köylerin çoğunu kamulaştırarak 'hara' yani at çiftliklerine dönüştürdü. Bu köylere geçişlere izin vermedi. Kendi köylerinin de kamulaştırılan köylerden olduğunu ifade eden Çelebi, “Buraları ‘Hara’ olarak, yani çiftlik yaptılar. Altındere Harası diyorlar. Zilan Deresi'ni Altındere olarak değiştirmişler. O bölge hâlâ çiftlik olarak kullanılıyor. Tabi bölgeye ilişkin politikalar devam etti. 1980 döneminde Kenan Evren Afganistan’dan Kırgızları getirerek bizim köye yerleştirdi. Boynuzlu köyü denilen köy dedemin köyüdür. Şu anda 350-400 aileye yakın Kırgız orada yaşıyor. Bu köylere bir daha gidemedik” sözleri ile katliamın ardından topraksız bırakılmalarını anlattı.

'ZİLANI HAFIZLARDAN SİLMEK İSTİYORLAR'

Zilanda 1930’da yaşanan katliamın izlerinin silinmesi için sistematik bir politika uygulandığını anlatan Çelebi, şunları söyledi:

“Zilan katliamının ardından 20 yıl boş kaldı. Halk 1949-1950’lerde tekrar geri döndü. Kırgızlar 12 Eylül darbesinden sonra Kenan Evren getirildi. Onlara özel evler yaparak yerleştirildiler. Daha sonra Bülent Ecevit döneminde orada Koçköprü diye bir barajın temelleri atıldı. Barajdan sonra orada bazı altın arama, petrol arama faaliyetleri yapıldı. Son birkaç yıldır bu defa HES çalışmaları yapıldı. HES’ler yapıldı. Bir HES projesi Van Çev-Der’in verdiği hukuk mücadelesi sonucu durduruldu. Zilan bir gerçek. Bunu inkar etmek katliamı ortadan kaldırmıyor. Zilan bir halkın hafızasıdır. Bu hafıza şu anda silinmek istemiyor. Köylerin, bölgelerin isimleri değiştirilerek, HES’lerle, barajlarla yapıyorlar bunu. Bu coğrafyayı halkın hafızasından silinmek isteniyor.”

'İNSANLARI 'YARDIM DAĞITILACAK' DİYE TOPLAYIP ÖLDÜRDÜLER'

Zilan Ekoloji Platformundan Gazeteci Yazar Şabettin Demir’in ailesi de Zilan katliamı sonrası sürgün edilen ailelerden. Demir’de Çelebi gibi Zilan’da yaşanan katliamı dinleyerek büyüdü. Sürgün hikâyelerini “Yüreğimizin Acı Çığlığı” adlı romanda bir araya getiren Demir, Zilan Katliamının yaşandığı bölgede yapılan barajlara karşı yıllardır hukuk mücadelesi veriyor. Köylerinin Gelıyê Zîlan’da olduğunu anlatan Demir, büyüklerinin hamile kadınların nasıl öldürüldüğünü, katliamın nasıl yaşandığını anlattığını söyledi. Demir, yakın tarihte vefat eden yaşlı bir amcanın kendisine anlattıklarını şu sözlerle aktardı:

“Katliamın yapılacağı o günlerde ‘Devlet size yardım verecek. Hepiniz bir araya toplanın’ deniliyor. Köylere bu şekilde yardımlar dağıtılacağını söylüyorlar. İnsanlar bir araya toplanıyor. Toplanan yüzlerce, binlerce insan makinalı tüfeklerle öldürülüyor.”

Zilan katliamının yaşandığı bölge, kurulan HES nedeniyle sular altında kaldı


'BİLEZİKLER, KÜPELER VE KADIN SAÇLARI BULDUK'

93 yıl önce yaşanan katliamın izlerinin otaya çıkması yeni değil. Yıllardır öldürülen insanların kemikleri ortaya çıkıyor. O bölgede sadece kemikler değil, öldürülen insanların eşyalarının da bulunduğunu anlatan Demir, kendi tanıklığını da şöyle anlattı:

“Biz çocukken koyun, kuzu otlatmaya götürürdük. Taşların altında kadın saçı, paslanmış toka, bilezik, yüzük, kolyeler gibi eşyalar bulurduk. Hiç unutmam, bir defa bir metreden uzun saç görmüştüm. Kalın saçlardı. Alıp eve götürdüm. Annem o saçı alıp ağladı, kokladı. ‘Kim bilir hangi genç kızın saçıdır’ deyip ağladı. Tabi o zaman bu katliamın neden, nasıl olduğunu bilmiyorduk. Kuru otların üzerinde, toprağın üzerinde kafatasları vardı”

'KÖYLÜLER BİZİ HAMMAL VE ÇOBAN OLARAK SEÇİYORDU'

1930’da yaşanan katliamın ardından Zilan’da geriye kalanlar sürgün edildi. Sürgün edilenler arasında Demir’in ailesi de vardı. Dedesinin beş oğlu ile birlikte Çanakkale’nin Ezine ilçesi, Mahmudiye köyüne sürgün edildiğini anlatan Demir, “Seyitxan amcam anlatırdı. Sürgüne götürüldükleri Çanakkale’de bir köyün ortasına bırakıyorlar. Amcam, ‘Köylüler gelip, kimisi hamallık, kimisi ise çobanlık yapacak diye bizi seçiyorlardı’ diyordu. Daha sonra Çanakkale’de katliamdan kurtulanların çocuklarını bir okula gönderiyorlardı” diye anlattı. Demir'in anlatımına göre, herkesin Türk olduğunun anlatıldığı bu okulların başlıca işlevi asimilasyondu.

SÜRGÜNDEN KALAN AİLELER ASİMİLE OLUYOR

Demir, bu asimilasyon politikasının etkilerini de şöyle anlattı:

“Bir aileyi iki ayrı yere gönderdiler. Mesela dedemin çocukları onlarca, belki yüzlerce aileye ayrılmış durumda. Hepsinin soyadları ayrıdır. Soyadları bile değiştirildi. Bursa, Balıkesir, Çanakkale gibi değişik illerde ailelerin soyadları değiştirildi. Aileler bir birine ulaşmasınlar, bir araya gelmesinler diye bu yapıldı. Akrabalarım Çanakkale’de. Öz amcamın çocukları… İki amcam doğduğu Zilan’a geri gelmiyor. Mesela Çanakkale’de bulunan amcam, amcamın çocukları ve torunları şu anda Kürtçe bilmezler. Kürt olduklarını kabul etmezler. Böyle trajik bir olay. Gençler okula gidiyor. Bir kaçıyla yıllar sonra İstanbul’da görüştüm. Kürt olduklarını söylemiyorlar, ‘Aslında biz Türk’üz diyorlar. O dönem yabancı güçler bunu yaptı. Bizde oralara sürüldük diyorlar. Maalesef böyle durumlarla karşılaşıyoruz”

Şahabettin Demir


TOPRAKLARA EL KOYMA DAVASI AİHM’DE

Demir, devletin el koyarak Kırgızlara verdiği köyler ile ilgili de konuştu. Kırgızların Kenan Evren ve Turgut Özal döneminde getirildiğini anlatan Demir, “Bölgeyi ‘Türkleştirmek’ adı altında bunu yaptılar. Tarlalarımız, meralarımıza, yaylalarımıza devlet el koydu. Zorla el koyup onlara verdi. Koruculuk sistemi dayatılınca savaş mağduru Kırgızları getirip hepsini korucu yaptılar. Bine yakın korucu var orada” dedi. Bölgede sadece bu köyler Kırgızlara verilmediğini, aynı zamanda diğer köylerin meraların da Kırgızlara tahsis edildiğini anlatan Demir, “1995-1996’da birkaç köylü bunu yargıya taşıdı. Davada ‘Devlet zorla tarlalarımızı, meralarımızı aldı’ dedik. Dava 20 yılı aşkındır sürüyor. Türkiye’deki yargı süreci bitti, dava şu anda AİHM’de” diye anlattı.

ÇÖZÜM SÜRECİNDE DİKİLEN ANIT, SÜREÇ BİTİNCE YIKILDI

Katliamın yaşandığı bölgede daha önce bir anıt dikildi. Zilan Katliamında öldürülenlerin anısında anıtın dikildiği dönem çözüm süreci dönemiydi. Anıtın o tarihte belediye tarafından katliamın yaşandığı yerde dikildiğini anlatan Demir, “Zilan’da katledilenlerin anısına dikilmişti. Belediye başkanı, belediye meclisi kararıyla dikilen anıtın etrafı surlarla örüldü. Çözüm süreci bitikten birkaç gün sonra asker gelip kepçe ve dozerlerle o anıtı ve surları yıktı” dedi.

'HES’LER KATLİAMLARIN YAPILDIĞI YERDE İNŞA EDİLİYOR'

Zilan’da katliamın izlerinin silinmesi için yoğun bir çaba gösterildiğini anlatan Demir, bölgede yapılan baraj ve HES’lerin bunun bir parçası olduğuna işaret etti. HES’lerin yapıldığı yerlerde insan kemikleri çıktığını hatırlatan Demir, “HES kazılırken, kepçe ve ederlerle hafriyat taşınıyordu. Kepçeler yeri kazarken ben şahsen insan kafataslarını, insan kemiklerini gördüm. Katliamın tam yapıldığı yerde HES’in yapılması manidardır. HES projesini yapanları araştırdık. Sahipleri Adana MHP Disiplin Kurul üyesinin şirketi. Müteahhit bunlardan. Bizim için can alıcı nokta tam katliamın yapıldığı yerde HES’in yapılmasıydı. Biz şöyle yorumluyoruz. Bu tamamen delillerin ortadan kaldırma girişimidir” diye anlattı.

'PEŞİNİ BIRAKMAYACAĞIZ'

En son kemiklerin ortaya çıkmasının bunun en büyük kanıtı olduğunu anlatan Demir, konunun takipçisi olacaklarını vurguladı:

“Bakın barajlar toplu mezarların üzerinde yapıldı. Biz bunu Kürt halkına yönelik yapılan bir saygısızlık olarak görüyoruz. Bizim kutsallarımız, şehitlerimiz orada yatıyor. Savcıların bunu soruşturma konusu yapmamaları da ayrı bir sorun. Siyasi bir sorun. Türkiye’deki siyasi iradeye çalışıyorlar. Derhal çıkan insan kemiklerine ile ilgili soruşturma başlatılmalı. Biz sorumlular hakkında uç duyurusunda bulunduk, bulunmaya devam edeceğiz. Bunun peşini de bırakmayacağız.”

Öne Çıkanlar