'Ölüye Saygı ve Adalet Konferansı' sürüyor: 'Her ölü geri döner!'

'Ölüye Saygı ve Adalet Konferansı' sürüyor: 'Her ölü geri döner!'
"Ölüye Saygı ve Adalet İnisiyatifi" Şişli Nazım Hikmet Kültür ve Sanat Evi’nde, 8-9 Ekim arası iki gün sürecek olan “Ölüye Saygı ve Adalet Konferansı” başlıklı bir konferans düzenliyor.

Yağmur KAYA

Artı Gerçek - Konferansın açılış konuşmasını Ölüye Saygı ve Adalet İnisiyatifi Eş Sözcüsü Derya Aydın yaptıktan sonra; Konferansın Onur Konuğu olarak davet edilmiş olan Zorla Kaybetmelere Karşı Avrupa Akdeniz Federasyonu (FEMED) Başkanı Nassera Dutuor geniş kapsamlı analizler ve yaşanmışlıklardan kesitler içeren bir konuşma yaptı.

whatsapp-image-2022-10-07-at-12-56-54.jpeg

Programın oturumları başlamadan önce, gerçekleştirilen sinevizyon gösterisinin ardından konuşan inisiyatif Eş Sözcüsü Derya Aydın şunları söyledi: “Bu konferansı organize etmek bizim açımızdan çok kolay olmadı. Burada yıllardır ölülere yapılan şiddete karşı mücadele edenlerin birarada olması çok önemli. Şiddeti direniş sahasına çevirenler, aileler burada hepsini selamlıyorum.”

'Hem fiziksel hem sembolik şiddet uygulanıyor'

Konuşmasını, “Sadece ölü bedenlere yönelik fiziksel şiddet olarak değil aynı zamanda mezarlıkların tahrip edilmesi, inanç merkezlerinin saldırıya uğraması gibi hem fiziksel hem sembolik şiddet yaşanıyor. Ölüler mezarlıktan çıkarılabiliyor, yerlerde sürükleniyor. Bunlar yaygın medyada meşrulaştırılıyor.” şeklinde sürdürdü.

'Müzakerelerin olduğu dönem ölülere şiddet azaldı'

Aydın, “İHD çalışmalarında toplu mezarlar olduğu ortaya çıktı. Müzakerelerin başladığı dönemde ölülere yönelik şiddet azaldı. Bu dönem uzun yıllar önce hayatını kaybetmiş kişilerin cenazeleri toplandı 13 yerde defnedildiler. Daha önce cezaevinde olan insanlardan bilgiler toplandı, köylülerden bilgi toplandı. Tek tek arşiv çalışmaları yapıldı ve toplandı. “Çatışmaların bir kez daha başlamasıyla Dersim’de olduğu gibi bu mezarlıklar havadan bombalandı ve tahrip edildi. Sur’da Cizre’de yaşamını kaybedenlerin cenazelerini aileler alamadı. Taybet İnan örneğini gördük. Hacı Birlik’in cenazesi yerlerde sürüklendi. Kevser Ertürk’ün cenazesi çıplak olarak sergilendi.” dedi.

"Cumhuriyet tarihi boyunca azınlıkların da benzer düşmanca tavırlarla karşılaştığını biliyoruz. Ermeni mezarlıkları saldırıya uğruyor. Mardin ve Batman’da benzer saldırıları görüyoruz. Kadın bedenleri, kimi zaman failleri eşleri kardeşleri olan bedenleri yerde kalabiliyor.”

'LGBTİ+ların cenazeleri camiye alınmıyor'

“Aleviler yıllardır yöre derneklerinden kurmuş oldukları federasyona kadar bu konuda mücadele ediyor. LGBTİ cenazeleri ciddi anlamda ayrımcılığın hedefinde. LGBTİ+ların cenazeleri camilere alınmıyor. Kendi arkadaşları cenazelere sahip çıkmak isteyince aileler tarafından engellenebiliyor. Bu kesimleri anlatmak çok zor. Çünkü her zaman birileri buranın dışında kalabiliyor. Mültecilere değinmeden olmaz, her zaman ölü bedenleri şiddetin hedefinde oluyor.

'Ege Denizi mülteciler mezarlığına döndü'

Ege Denizi mülteciler mezarlığına dönmüş durumda. “Ölüye Saygı ve Adalet İnisiyatifi, şimdiye kadar bu kesimlerin birlikte yürüttüğü mücadeleden güç alarak bir araya geldi. Ocak 2021’den beri bu alanda çalışma yürütüyoruz. Paneller yaptık. Amaç panel yapmak değildi. Kamusal alanda bu konuyu konuşmak temel amacımızdı.

Dutuor: Çocuklarımız elimizden alınıyor, mezarlarına saldırılıyor.

Aydın'ın ardından Konferansın onur konuğu olarak davet edilmiş olan Zorla Kaybetmelere Karşı Avrupa Akdeniz Federasyonu (FEMED) Başkanı Nassera Dutuor konuştu.

img-7274.jpg

Dutuor konuşması şöyle: “Bu sunumdan sonra buraya gelip konuşmak benim için zor. Biraz üzüldüm, duygulandım. Çocuklarımızı elimizden alıyorlar, mezarlarına saldırıyorlar, bu insanlardan kalanları da yok etmeye çalışıyorlar. Bu çifte işkence. İnanılmaz bir şiddet gerçekten ne olduğunu bilmemek zaten bir şiddet. Arkadaşımızın dediği gibi, ‘Ben bir annenin çocuklarını aramak zorunda olmasını istemiyorum. Yerin altında ve üstünde aramasını istemiyorum. Bunu yapmak da büyük şiddet.”

'Sizler gibi bende çocuğumu aradım'

"Mezara saldırılıyor. Arkada kalan aile müthiş bir şiddet görüyor. “Cezayir’deki derneğimizi oğlum 1997’de kaybedildiğinde kurdum. Aylarca, ben de sizin gibi çocuğumu aradım. Birlikte çocuklarımız aramamız gerektiğini düşündüm. Biz de her çarşamba İnsan Hakları Gözlemevi’nin önünde toplanıyorduk. Polis saldırıyordu. TOMA ile sıcak su sıkıyorlardı. Direniyorduk. Direndik. Şu anda da direnmeye devam ediyoruz. Ben ilk kez kayıp aileleri ile İstanbul’da tanıştım. AF Örgütü bir toplantı yapmıştı beni de çağırmıştı. Ben orada Cumartesi Anneleri ile tanıştım. Hatıramı hiç unutmuyorum.

'Aynı dili konuşamasak da birbirimizi anladık, hepimiz anne, hepimiz aynıyız'

“Bu anneleri hiç unutmuyorum. Aynı dili konuşmasak da birbirimizi anladık. Elimizde fotoğraflar 'çocuklarımız nerede?' diye soruyoruz. Hepimiz anneyiz. Hepimiz aynıyız. Arjantinli anneler de vardı. Suriye’de, Irak’ta, Yemen’de olanları görüyoruz. Bu müthiş bir silah… Biz çocuklarımızın neden öldüğünü bilmek istiyoruz. Bize bunu söylemediğiniz sürece biz durmayacağız. Çocuklarımıza ne yaptınız? Madem öldüler, bize bedenlerini verin. Aynı durumda milyonlarca insanız. Her bir kayıp için 5 binden fazla dosya oluşturduk. Bütün bu dosyalar BM’nin Kayıplar Dairesi’ne gönderildi. Senelerdir bu çalışma grubu müzakere ediyor. FEMED, İstanbul’dan çıktı. Kolumu tutup çocuklarının fotoğraflarını gösteren annelerden çıktı."

"Türkiye’de ölülere yönelik çok yönlü şiddet”

Konferansın, ilk oturumunun başlığı, Türkiye'de ölülere yönelik çok yönlü şiddet"ti. Oturumu İHD Eş Genel Başkanı Avukat Eren Keskin yönetirken, Prof. Dr. Ayhan Yalçınkaya, Yusuf İnal, Murad Mıhçı, Ercan Geçmez, Taha Elgazi ve Mekiye Ormancı konuşmacı olarak yer aldılar.

“Alevi’nin malı helal kanı haram görülmüş hep.”

İlk olarak Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı Genel Başkanı Ercan Geçmez konuştu. Ercan Geçmez konuşmasında şu ifadelere yer verdi: "Biz Aleviler’e yönelik işkence yapıldı. Bu sadece Cumhuriyet döneminde değil, Osmanlı döneminde de oldu. Alevilerin malı helal, kanı haram görülmüş hep.

Koçgiri Kadınları o günden beri siyah giyiniyor!

Örneğin Koçgiri Katliamı. Öyle bir katliam oluyor ki kadınlar halen siyah giyiniyor. Bu katliamdan sonra Koçgiri’nin yarısından fazlası yerlerinden ediliyor, cenazelerine ulaşılmıyor. Artık o bölgeye sadece ağıt yakılabiliyor. Ağıtları da Kürtçe olduğu için yasak. Dersim'de de benzer durumlar yaşanıyor. Maraş Katliamı'nda da, Kırıkhan'daki gibi saldırılar düzenleniyor. Ölülere işkence ediliyor. Arkasından Çorum katliamı geliyor."

img-7269.jpg

Taha Elgazi: Zorunlu yaşanılan şey sizin kararınız değildir.

Göçmenler adına Taha Elgazi konuştu. Elgazi konuşmasında, "2013'te Türkiye'ye sığındım. Fizik profesörüyüm. Bütün hayallerimizi Suriye'de bıraktık buraya geldik. "Mülteci, göçmen, sığınmacı hepsi aynı acıları yaşıyor. Mülteci olmak seçtiğiniz bir durum değil. Zorunlu yaşadığınız bir şey sizin kararınız değil.” şeklinde konuştu.

Mele Abdulbari: Kendi saltanatları için dini araç haline getirdiler.

Konferansta Mele Abdulbari Tiryaki söz aldı. Mele şu noktalara değindi: "Devletleri yönetenler dini kendilerine araç yapmışlar, top yapmışlar. Kaleye gol atmak için kullanıyorlar. "Tarihin en başından beri hangisini ele alırsanız alın, kendi varlıklarını sürdürmek için çok kötü şeyler yapmışlar. Bunu dini vazife olarak görmüşler. Dini kendi saltanatlarını sürdürmek için bir araç haline getirmişler.

'Birlik için doğruluk ve ortaklaşma gereklidir'

Mazlumum dini sorulmaz. Bir diğeri ise İslam dininin propagandasından, ölümsüz şehitlerimizden, Şair Kürdi'den, Seit Rıza'dan bahsetmezsem suçtur. Çünkü bunların hepsi mazlumdurlar. Etkileniyorum. Bu vesileyle sizden ricam: Birlik için hem doğruluk hem de ortaklaşmak gereklidir. Bu dava kolay sonuçlanmaz. Bu, barış ve onurun davasıdır.

'Şafak ezilenlere doğar'

İslam’da kim inancı doğrultusunda, mali uğruna kim hayatını korumak için ölmüşse, kim şerefi ve namusu için direnirse o şehittir. Fakat hiç kimse bir diğerine neden şehit diyorsun demeye hakkı yoktur. Bir ulus özgür bir hayat istiyorsa hiç kuşkusuz tüm engelleri aşacaktır, güneş gelecektir. Çünkü şafak bütün ezilenlere, tüm mazlumlara doğar."

img-7324.jpg

Murat Mıhçı: Taksim Gezi Parkı bizim mezarlığımızdı (Ermeni Mezarlığı).

Mele Abdulbari'nin ardından Murat Mıhçı söz aldı. Mıhçı, "Ermenilerin ölümleri aslında iki tür diye ayırabiliriz. Bir gerçekten bu coğrafyada toprağı olup gömülmeyi başaranlar ve mühürlenenler. Bir de kefensiz ve mezar yeri olmayanlar…İşte burada söz konusu olan her ikisidir de. Hem mezarı olanlara hem de mezar yeri bile olmayanlara şiddet uygulanmıştır. Bizim ölülerimiz sadece mezarsız bırakılmamış, mezarı olanlara da şiddet uygulanmıştır. Örneğin, Taksim Gezi Parkı bizim mezarlığımızdı... Aslında mezarlıklara saldırılarla ölenlere değil, kalanlara mesaj veriliyor." dedi. Daha sonra Türkiye'de bir eylemde rehin alınıp sonra da öldürülen Levon Ekmekçiyan’ın hikayesini hatırlatarak, cesedinin yıllarca ailesine verilmediğini, ardında da kendisinin kemikleriymiş gibi ailesine köpek kemiklerinin gönderildiğini söyledi. Bunun tarifsiz bir şiddet olduğunu aktardı.

Ormancı: Bütün savaşlarda kadın bedeni bir alan olarak görülüyor

Oturumda TJA akvisti Mekiye Ormancı yaptığı konuşmada, "Bütün savaşlarda kadın bedenleri de bir alan olarak kullanılıyor. Ölü kadınlara da bu yöneliyor. Bu mülkiyet kavramı çerçevesinde yaşanıyor. 1990'larda uygulanan şiddeti hatırlatmak isterim. 1990'lı dönemler Türkiye'nin ortaçağıdır. Orası aydınlatılmadığı sürece Türkiye 1915'le de yüzleşmeyecek. "1990'larda kadın gerillaların memelerinin ucunu kesip tesbih yaptılar. Son zamanlarda Ekin Van şahsında karşımıza çıktı. 1990'larda daha çok vardı. Taybet Ana şahsında şehir savaşlarında karşımıza çıktı."Gömülme hakkı elinden alındı. Bu ilk değildi. 1990'larda da

Ayhan Yalçınkaya: Ölülerimize saygı istiyoruz, peki kimden?

Oturumun son konuşmasını Siyaset Bilimci Ayhan Yalçınkaya yaptı. Başlığı "Ölüyü dirilt, diriyi öldür: Türkiye’de ölümsüz ölü-canlı şiddet." olan konuşmasına Aysel Tuğluk'u, Gültan Kışanak'ı ve Figen Yüksekdağ'ı anarak başladı. Yalçınkaya, konuşmasında, Aysel Tuğluk'un annesi Hatun Tuğluk'un şahsında Ermeni, Alevi ve Kürt kimliklerinin toplandığını belirterek sözü kendi konuşmasına getirdi.

Yalçınkaya konuşmasında, "Ölülerimize saygı istiyoruz, yüz istiyoruz, kimlik istiyoruz... Peki kimden istiyoruz, asıl soru bu! Ölülerimize saygı istiyoruz. İnsanca muamele istiyoruz. Eşit davranılsın diyoruz. Mezar istiyoruz. Ölülerimiz için bir kimlik istiyoruz. Bir yüz istiyoruz. Peki Temel soru şu, kendimize sormamız gereken. Niçin istiyoruz? Ve kimden istiyoruz? Ölenin bu dünya ile hesabı kalmadı. Onun işi bitti. Artık silah tutamaz. Sizinle savaşıyorsa size kurşun atamaz. Onun hesabı artık eğer bir dine inanıyorsa, inandığı dinin tanrısıyladır. Onun hesabı artık sadece öteki dünyadadır. Dolayısıyla sizden herhangi bir şey istemiyor, bir pay istemiyor. Ona bir şey vermek, bir mezar yeri vermek, onun bedenine dokunmamak, bedeninin dini ritüeller içinde ya da inandığı kutsalları içinde defnedilmesini. Topluluk inşasının tırnak içinde müjdecisidir. Yani yeni bir aşamaya işaret ediyor." dedi.

Yalçınkaya konuşmasında savaşın korkunç yıkımına işaret etmek için Akilleus'un Hektor'u öldürdükten sonra savaş arabasının arkasından sürükleyip parçalamak istediğini, onun yüzünü yok etmek istediğini anlattı. Bu uygulamanın Hacı Lokman Birlik'in cansız bedeninin tankın arkasına bağlanarak sürüklenmesi şeklinde günümüzde de sürdürüldüğünü söyledi. Bunun nedeninin savaşan tarafların aslında bir denklik ilişkisi içerisinde olduğunu, savaşı kazanan tarafın, kendini yüceltmek için, kaybedene zaferin kendisinin olduğunu göstermek, kaybedeni aşağılamak duygunun bir tezahürü olduğunu belirtti. Sonuç itibari ile "gelinen noktada Hukuk çekiç, bedenlerimiz çivi, ortaya çıkan ise ölüdür! İşte bu yüzden unutulmamalıdır ki her ölü geri döner!" dedi. Bu tespiti içinse, bakınız nazım Hikmet'in kapıda duran heykeline, bakınız Che Guevara gerçeğine, o zaman ne demek istediğim anlaşılacaktır. Bunun için her ölü geri döner, diyorum." diye konuşmasını tamamladı.

2. OTURUM

Konferansın ikinci oturumu, "Etik, hukuk, nekropolitika" başlığıyda devam etti.

Remzi Altunpolat'ın kolaylaştırı olduğu oturumda, Atalay Göçer, "Nekro-politika ve göm(ül)me hakkı"; Artı Gerçek Genel Yayın Yönetmeni Ali Duran Topuz, "Ölüye şiddet, diriye şiddet ve medya"; Canan Bostan, "Nekropolitikada anma pratikleri"; Hülya Dinçer ise "Şiddet, yas adalet: Ölüye saygı ve hukukun ikili işlevi" konularını ele aldı.

Hülya Dinçer: Resmî inkâr zamana yayılıyor

Hülya Dinçer konuşmasında, "Hukuk nasıl bir işlev üstleniyor diye baktığımızda bizim ölüye saygı ve adalet talebini tartıştığımız ve zorla kaybetme suçu bakımından hukukun temel işlevinin aslında resmi inkârı zamana yayarak sürdürmek olduğunu biliyoruz. Cezasızlıktan çokça bahsediyoruz ama genelde cezasızlığın faile ilişkin bir şey olarak konuşuyoruz. Aslında cezasızlık en çok geride kalanın dünyasına tahrip eden bir şey. Onu her an yaralayabilir kılan, her an şiddete açık kılan, adalet arayışında işkenceye dönüştüren bir şey ve insan bedeninde, ruhunda ağır iz bırakan bir durum. Dış dünyada inkârı yok sayılmasına yol açıyor. Tabii ki cezasızlık da örgütlü bir devlet politikası Türkiye'de ve bu açıdan hukuk da işte geride kalanlar üzerinde şiddeti sürdürmekteki en işlevsel enstrümanlardan birine dönüşüyor.” dedi.

img-6205.jpg

Bostan: Tarihin hiçbir döneminde soykırıma bu kadar yakın olmamıştık

Ege Üniversitesi'nden akademisyen Cana Bostan "nekropolitika" kavramını anlattı. Bostan, "Hepimiz biliyoruz ki düşünceye dil verenlerin sessizleştirenler olduğunu tanımak gerekiyor. Ölüm siyasetine dair hep çalışmalar vardı. Nekropolitika kavramı ilk olarak 2003'te üretiliyor. Tarihin hiçbir döneminde soykırıma hiç bu kadar yakın olmamıştık. Bu da belirli iktidarları fail olmaktan çıkaran bir zemin kuruyor." şeklinde konuştu.

Ali Duran Topuz: Medya hukuktan daha çok suçlu!

Ölüye Saygı ve Adalet Konferansın, 2. 0turumunda www.artigercek.com ve Artı Tv Genel Yayın Yönetmeni Ali Duran Topuz da bir konuşma yaptı. Topuz, "Ölüye şiddet, diriye şiddet ve medya" başlığında, medyanın "ötekinin" ölüsüne yaklaşımını anlattı. "Türkiye'de penguen yayıncılığı çok erken başladı" diyen Topuz, kendi gözlem ve deneyimlerinden örnekler vererek, şunları aktardı. "Biz medyanın durumunu Bitlis depreminde görmüştük. Medyanın gösterirken gizleme, bazen de saçma bir şekilde herkesi araçsallaştırdığını gördük. Medya aynı şeyi Gezi'de de yaptı. Medya gerçekle ilişki kurmuyor. Daha can yakan meselelere gelince bambaşka bir yere geliyor. Gezi'de olduğu gibi. Gezi hükümeti rahatsız eden kamusal bir kalkışma gibiydi. Medya o zaman penguen yayıncılığına döndü. Bu yapılırken bir penguen yayıncısı olduğu açığa çıktı. Binlerce insan kaybedilirken, asitle insanlar yakılırken penguen yayıncılığı yapılıyordu. Ya penguen yayıncılığı ya da saldırgan düşmanca yayıncılığı yapılıyordu 1990'larda.

img-7311.jpg

“Gezi'de 1915'e düşmüş gibiydik.”

Bu yayıncılığın eseri olarak, adeta Gezi'de 1915'e düşmüş gibiydik. Gezi'de o merdivenlerde eylemler yapılırken merdivenler kırıldı ve Ermenice yazıların yer aldığı meza taşları ortaya çıktı. Orası Ermeni Mezarlığıydı çünkü. Orası bir zaman tüneli gibiydi. Medya bunu haber yapmadı bile. Hatırladığım kadarıyla bir tek bianet'te haber oldu. Birçok muhalif basınların bir kısmı bununla ilgilenmedi. Bir süre sonra gazeteci patronlar gitti yerlerine TÜSİAD ile bağı olan gazete patronları geldi. Medya doğrudan devletin veya alt otoriterlerin taleplerine uygun başlıklar atabilir. Dersim Katliamı'nda olduğu gibi 'mağaralarda fareler gibi zehirlendiler' diye başlık atabilirler.

"Medya, uzun bir süre sonra açık bir şekilde düşmanlaştırma, öldürmeyi hak olduğuna dair zihinleri hazırlama, alan oluşturma fonksiyonları içinde oldu. Hukukun yaptığı gibi şiddeti gizlediği gibi, medya da bunu yapıyor. Medya bu konuda daha suçludur.

Atalay Göçer: Kimin kime şiddet uygulayacağına da iktidar karar veriyor

Son olarak barış aktivisti Atalay Göçer konuştu. Göçer şunları söyledi: "Gömülme hakkı üzerine konuşacağım ben. Nekro-politika aslında özetlemek gerekirse egemen ölü üzerinde hak sahibi olma ve öldürme hakkına gönderme yapıyor. Kültürel norm kültürel şiddeti de barındırıyor. Kimin kime şiddet uygulayacağına da iktidar karar veriyor.”

3. OTURUM

Günün son oturumu, "Tutulamayan yaslar ve ölülere yönelik şiddetle mücadele" başlığı ile ele alındı. Moderatörlüğünü Aslı Zengin’in yaptığı oturumda Mehmet Nur Savaş, "Ölülere yönelik şiddete bir karşı çıkış mücadelesi", MEBYA-DER'den Hasan Karakoç, "Zorla kaybetme gerçeği ve Cumartesi Anneleri/İnsanları mücadelesi", Nedime Erdoğan, "Yası bile tutulamayanlar: LGBTİ+’lar", "Safiye Akdağ: Cezaevlerinde ölüye yönelik şiddet: TUHAD-FED mücadelesi" ve Margarita Noia ise Arjantin’de zorla kaybetmeler ve Plaza de Mayo Anneleri mücadelesi" konularını anlattı.

img-7324-001.jpg

Akdağ: İki yıl içinde 67 tutuklu zindanlarda katledildi.

Tutuklular üzerine yapılan baskı ve şiddette dair çalışmalar yürüttüklerini söyleyen Safiye Akdağ, "Vahşi saldırıların, yapılan uygulamaların endişe verici düzeye ulaştığını" söyledi. Tutukluların basit disiplin cezalarıyla infazlarının yakıldığını aktaran Akdağ, "1517 hasta tutuklu var. Bunların 651’i hasta tutuklu. Özelikle kanser hastalığına yakalananlar hayatlarını kaybetmek üzereler ve bu hasta tutukluların çoğu siyasi tutuklu. Biz bunu katliam olarak görüyoruz. Cezaevlerinde insanlar ölüyorlarsa bu insanların öldürülmediğini kanıtlamak zorundalar. İki yıl içinde 67 tutuklu zindanlarda katledildi. Hukuki açıdan ailelere destek veriyoruz. Avukatların başvuruları sonuçsuz kalıyor. Özellikle katledilen kişilerin neden nasıl öldüğüne dair soruşturmaları sonuçsuz kalıyor" dedi.

Erdoğan: Devlet ölüm soğukluğuyla karşımıza çıkıyor.

Konuşmacılardan Nedime Erdoğan, acılarda ortaklaşan insanlar olduklarını, bir eşcinsel annesi olarak ve aileleri tarafından yok sayılan LGBTİ+lar için konferansa katıldığını söyledi. Uzun süredir dışlayıcı bir politikasının sürdüğünü söyleyen Erdoğan, "Birçok araştırmanın toplumdaki bireylerin gizli açık LGBTİ+ olduğunu belirtmek istiyorum. Mücadelelerinde yalnızlar ve onların birilerinin çocuğu, kardeşi olduğunu göz ardı ediyoruz." dedi. Şiddet politikasının ailelere de yansıdığını ifade eden Erdoğan, "Devlet ölüm karşısında tüm soğukluğuyla karşımıza çıkıyor. Tüm anayasal alanları yok edilen, kamusal alandan dışlanan, ölü bedenlerinin bir yol kenarına atılmış olmasına üzülmüyoruz. Bir ölüm karşısında nasıl üzülmeyiz? Bir trans kaybolduğunda kayıp ilanı vermek zor oluyor. Arkadaşları kayıp ilanı verirken kolluk dikkate almıyor" diye konuştu.

Mehmet Nuri Savaş: Cenazeye katıldığımız için para cezası veriliyor.

Mehmet Nur Savaş, MEBYA-DER"in çalışmalarına, ailelerin yakınlarının cenazesini defnederken maruz kaldığı zorluklara değinerek, "Cenazelerimiz yakılıyor, kargo ile ailelerine gönderiliyor. Sadece bunlarla kalmıyorlar; yakınlarımızın cenazesine, taziyesine katıldığımız için ceza veriliyor." dedi.

9ace8fed-21d5-4ab2-a79a-a7e2e759a95a.jpg

Margarita Noia: Darbeden sonra devlet terörü sistematik bir imha planına döndü.

Konferansa Arjantin'den online (çevrimiçi) katılan Margarita Noia ise Arjantin’de Zorla Kaybetmeler ve Plaza de Mayo Anneleri'nin yürüttüğü mücadeleyi anlattı. "400 kayıp çocuk var, onlar için mücadeleye devam ediyoruz." diyen Noia, "Askeri darbenin üzerinden 46 yıl geçti. O günden beri devlet terörü devam etti ve sistematik bir imha planına döndü.” dedi.

'Mücadeleye devam ediyoruz!'

Noia, konuşmasının devamında, “Yıllardır hapishanede olan insanların çok basit nedenlerle cezası bitirilmiyor. Hamile kadınların çocuklarına el koydular, bazı çocukları ailelerinden çaldılar. İnsanların terörist bir devlet tarafından katlediliyor. Bizler o günden beri hakikat ve adalet için mücadele ediyoruz. Plaza de Mayo Anneleri 1977'de doğdu o günden beri büyüdü ve büyüdü. Mücadelemize başka insan hakları örgütleri de eklendi. Böyle böyle demokrasiye ışık tuttular. Biz mücadeleye devam ediyoruz. Annelerinden çalınan 400 çocuk var çünkü. Biz bu mücadeleye onlar için devam ediyoruz. Onlar bizden bunu bekliyor." diye kararlılıklarını ifade etti. (Kültür Sanat)


Öne Çıkanlar