Dersim'den Maltepe'ye

Dersim'den Maltepe'ye
Cevahir için devrimci mücadele sevgiydi, saygıydı. Nasıl olsa bir gün öleceğiz düşüncesiyle kendini kapıp koyuvermiş, boş vermiş insanlardan değildi.

Erdal BOYOĞLU


Hüseyin Cevahir’i ismini ortaokul sıralarında duydum. Gazetelerde bedeninde sıkılan onlarca kurşunu gördüm. Devletin kötülüğünü sorguladığım günün tarihi 1 Haziran 1971’di.

Cevahir hakkında hiçbir şey bilmeyen biri olarak gazetelerde ki o görüntü hep gözlerimin önüne geliyordu. Hüseyin Cevahir ismi beynime kazınmıştı. Aklımdaydı hep. Devrimci mücadeleye sempati duymam, devrimcileri sevmem Hüseyin Cevahir’in ismiyle oldu. O zamanlar henüz grup ayrılığının ne olduğunu bilmiyordum.

Mahallemize açılan lokalde Cevahir ismini çok sık duyar oldum. Devrimcilerle tanıştıktan sonra ‘‘Mahir Hüseyin Ulaş Kurtuluşa Kadar Savaş‘‘ sloganı yürüyüşlerde en sık attığım slogandı. Slogan atarken Cevahir’in vucuduna sıkılmış kurşunlar yüreğime saplanıyordu. Hüseyin Cevahir’in mücadelesini ve düşüncelerini merak ediyordum.

Siyasal düşüncelerime ideolojik yön veren ‘’Küba Devrimi Üzerine’’ ve ‘’Bütün Yazılar’’ kitapları teorik olarak siyasal görüşüme yön verdi. 

Hakim sınıfların karanlık bir gününde, savaş siperlerinin tepesinde kızıl bir güneşin yükseldiği günün yıl dönümü 1 Haziran 1971. vızıldıyan kurşunların ortasında Maltepe de iki adalının devrimci iradesi ve sloganları dört bir yana yankılandı.
Hüseyin Cevahir, T.C. devletinin ölüm fermanı çıkardığı Dersim’in Şöbek köyünde doğdu.
Cevahir; bilginin doğası, kapsamı ve kaynağı ile ilgilenen entelektüeldi.
68 direnişin öncüleri Kemalizmden etkilendiler ama siyasal kopuşun süreci 12 Mart 1971 sonrasında ideolojik olarak çok net ortadadır.

Özellikle Hüseyin Cevahir’in Kürt sorunu konusunu araştıran ve rapor haline getiren bir görevi vardı. Hazırladığı raporun bir kısmı dergilerde yayınlandı. Ama raporun devamı dergilerde yayınlanmadı? Hazırladığı raporlar devletin eline geçmişti. 
1971 devrimcileri Kemalizm ve Kürt sorunu konularında ciddi bir epistomolojik kopuşu yaşadılar. ‘’Ben Türk ve Kürt halklarının ortak kurtuluş mücadelesine inanmış bir Kürt Marxist Leninstiyim’’ diyen Cevahir’in ‘Orta Doğu Devrimci Çemberi’ üzerinden Orta Doğu halklarının ortak kurtuluş mücadelesi değerlendirmesi çok önemlidir. (Bakınız ‘Küba devrimi üzerine’ kitabı)

6 Mayıs 1972 de Deniz Gezmiş’in ‘’Yaşasın Kürd ve Türk halklarının mücadelesi, Yaşaşın Marxsizm Leninizm ‘’diyen haykırışları Kemalizm'den epistemolojik kopuşun en son halkasıydı. İbrahim Kaypakkaya’nın Kemalizm ve Kürt sorunu değerlendirmesi önemli sosyolojik siyasal gelişmelerdi.

Doğrudan sosyalizm, demokrasi ve özgürlük 1971 haraketinin en büyük talebleriydi. 1971 devrimci direnişin öncülerinden Hüseyin Cevahir, THKP/C nin genel komitesinde yerini alır.

Enis Rıza ile bir sohbetimizde ‘’ben Cevahir’in hazırladığı Doğu raporlarını okudum. Çünkü broşür olarak basılmıştı’’ dedi.

 

Cevahir’ler için...

Cevahir, Nazım Hikmet’in şiirinde sol memenin altında ki kararmayan yürek,

Cevahir: Osmanlıca ve Türkçe’ye göre Cevherler. Çok kıymet verilen ve az bulunan şeyler, çok kıymetli maden, pırlanta, yakut, zümrüt, elmas gibi değerli taşlar.

Çok kıymetli söz veya faydalı yazılar

Devrimcilere göre Cevahir:

Ezilen, sömürülen emekçilerin mücadele azmini temsil etmektir.

Kolektif mücadele tarihinde bir zümrüt taşıdır Cevahir...

...

Ortaokulu Pülümür’de, Liseyi Erzincan Lisesi’sinde bitiren Cevahir; İstanbul Tıp Fakultesi’ni kazanınca Ailesi köyde kurban kesti. Ailesi, arkadaşları ve Şöbek köylülüleri toplu bir şekilde Cevahir’i İstanbul’a yolcu edip, arkasında su döktüler.

İstanbul tıp Fakültesi’nde üç yıl okudu.Okulda başarılıydı ama doktor olmak istemiyordu. Ailesine okuldan ayrılacağını söylediğinde, ailenin morali çok bozulmuştu, ikna tmek için uğraşsalar da aldığı karardan da geri adım attıramamışlardı Cevahir’i.

Cevahir için oligarşinin düzeninde bir yer kapması, kendisi için rahat bir mevkide olması zor değildi ama Cevahir doktorluğu elinin tersiyle itti ve tıbbı bıraktı.

Siyasal sorunların merkezi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ydi. Siyasal Bilgiler okumak istiyordu. Üniversite imtihanlarına tekrar girdi ve tercihini SBF den yana yaptı. Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni kazandı. Ankara’ya gitti. Siyasetin kalbi orada atıyordu. Siyasal’da Mahir Çayan, Yusuf Küpeli vardı. Sol hareketin tanınmış simaları da siyasaldaydı.

Altmışlı yılların ortalarında tüm devrimciler Türkiye İşçi Partisi’ni (TİP) desteklemektedir. Hüseyin Cevahir de TİP’i destekler ve toplantılarına katılır. Devrimci mücadeleyi yükseltmeye, kitleselleşmeye ve örgütlenmeye başlar. Adını bu yıllardan itibaren duyurmaya başlar. Mücadelenin öncülüğünü o yıllar devrimci öğrenci gençliği arasında yapar. Eşit ve özgür bir yaşam için TİP, FKP (Fikir Kulüpleri Federasyonu) ve Dev Genç (Devrimci Gençlik) sürecinden, Türkiye Halk Kurtuluş Partisi Cephesi (THKP/C) kuruculuğuna (önderliğine) evrilen mücadelenin somutu oldu Cevahir.

 

TİP ile başlayan siyasal sürecinden ayrıldı.

O günkü koşullar içinde devrimci hareketin mevcut gelişim koşulları içinde Cevahir entellektüel bir devrimciydi. Siyasal analizleri, dergilerde paylaşılıyordu.

Cevahir, Türkiye devrimin sorunları ve teorik konuları önemseyen, sürekli okuyan ve araştıran bir özelliği vardı. Siyasal gelişmelerde her türlü bilgi birikimi vardı. Devrimci haraketin, örgüt anlayışı, parti programı, çalışma tarzı üzerine yoğun bir araştırmaya başlamıştı. Devrimci Gençlik (Dev Genç) yeterli değildi. Devrim Staratejisi üzerine politik atılım gerekiyordu.

Siyasal Bilgiler’de bir öğrenci lideri olarak yerini aldı. Devrimci mücadelenin ayrılmaz bir parçasıydı. Gösteri ve mitinglerde okulda ki boykot ve yürüyüşlere kadar hepsinde bir yönetici ve sorumlu olarak yerini aldı. Forumlarda, konferanslarda tartışma toplantılarına konuşmacı olarak katılırdı. İşçilerin köylülülerin arasında, Grev çadırlarında, gecekondu evlerinde, demokratik kitle örgütlenmelerinde hep Cevahir vardı. Egemen güçlerin kolluk kuvvetleri bu gelişmelerden son derece rahatsızdı. Siyasal ve toplumsal muhalefein gövde gösterilerinde. Siyasal gelişmeler, fabrikadan tarlaya, okuldan sokağa kadar etkisini gösteriyordu. 

Toplumsal gelişmeler Oligarşiyi çileden çıkardı. Bu durum 12 Mart 1971 faşist darbesiyle sonuçlandı. 12 Mart faşist rejimi saldırı hedeflerinden biri de üniversitelerdi. Darbe sonrası buralarda öğrenci gençlik haraketinin legal yarı legal merkezleri olmaktan çıktı. Devrimci mücadele yeraltı yıllarıyla birlikte anti emperyalist anti faşist hareket üniversite dışına kaydı. Cevahir örgütlü mücadelenin önderleri arasındaydı. Ağır mücadele koşullarında aranır duruma düştü. Ama Cevahir Karadeniz’de, Kürt illerinde, Akdeniz’de, Ege’de parti çalışmasını örgütlüyordu. Cevahir’in devrimci yaşamında ve eyleminde yeni bir evre başlamıştı.

12 Martı izleyen günlerde devrimci faliyeti yer altına çekmek için çok zorlu günler yaşanıyordu.

Akşam baskısı gazeteler ‘’anarşistler’’ Maltepe’de bir evde sıkıştırıldı. ‘’Solcu anarşist’’ Hüseyin Cevahir ölü ele geçirildi. Mahir Çayan yaralı yakalandı diye yazdı.

Acı haber hızla yayıldı. Tanıyanlar, tanımayanlar üzüldü. Hüseyin Cevahir’in öldürüldüğünü duyan ailesi,yakınları, köylülüleri acı ile kıvrandılar. Adı yoldaşlarının, dostlarının ve arkadaşlarının gözünde yaş, kenetli dişler arasında direnişe dönüşen kurtulaşa kadar savaş sloganı oldu. Devrimcilere and oldu. Yaşamı zafer sloganı, direnişi kahramanlık destanıydı. 68’lilerin entellektüel devrimci önderi, özgürlük savaşının sadık ve yılmaz Cevahir‘iydi.

Oligarşinin kurşunlarından vucudu delik deşik olmuştu. Babası Düzgün Cevahir tam 83 kurşun saymıştı.

29 Mayıs 1971’de Mahir Çayan’la birlikte İstanbul/Maltepe’de kaldıkları evde kuşatıldılar. 51saat süren kuşatma sonucu Keskin nişancı Binbaşı Cihangir Erdeniz tarafından öldürüldü. Öldürüldükten sonra bile vucudu kurşunlandı. Mahir Çayan ise Cevahir’in öldürülmesi sonucu kendi silahı ile intihar eylemi yaparak yaralı yakalandı.

Vücudundaki kurşun delikleriyle çekilmiş fotoğrafları gazetelere dağıtılmıştı. Belleklere korku ve göz dağı verilmek isteniyordu. Cevahir’i tanıyan güven duyan seven, sayan saygı duyan devrimcilere fotoğrafını göstermek, bir direniş çağrısıydı oysa.

Sınıflar mücadelesinde, egemenlere karşı çıkan devrimciler her yerde öldürüldü. Ernesto Che Guevera Bolivya dağlarında, Ernst Thaelman Hitler faşizminin idam sehpalarında olduğu gibi. Dünya halklarının kahramanları gibi kavgada ve ölümde tıpkı Paris komünü’nün, Ekim devriminin, Küba devriminin Granma çıkartması gibi, Vietnam Halk Savaşının göğü fetheden kahramanları gibiydi mücadele.

Hüseyin Cevahir adına yoğunlaşan manifesto ister içeride, ister dışarıda olsun 'kurtuluşa kadar savaş' sloganı oldu. Cevahir, emekçilerin özgürlüğü, insanın insana kulluğunu yok etmek dışında ne kendisi için bir şey istedi, ne de aklından geçirdi. Oligarşiye ve emperyalizme karşı, sömürüye ve baskıya karşı devrim için bilimsel sosyalizmden öğrendiklerini yaşama geçirme derdindiydeydi. Yoldaşlarının, dostlarının ve arkadaşlarının en samimi içten sevgilisiydi, bilge gülüşlü devrimcisiydi.

Cevahir için devrimci mücadele sevgiydi, saygıydı. Nasıl olsa bir gün öleceğiz düşüncesiyle kendini kapıp koyuvermiş, boş vermiş insanlardan değildi. Cevahir’de karamsarlık ve mezar kokan bir şey hissedilmezdi. Ölüme kaşı madden ve manen mücadele halindeydi. Bu nedenledir ki, Maltepe’de kuşatma zor koşullarında bile devrimci iradeyle yoldaş sıcaklığıyla karşı koydu.

 

Şair Arkadaş Zekai Özger, Hüseyin Cevahir’in bilgisine ve yoldaşlığına çok değer verdiğinden Cevahir için ‘’Alnında Dağ Ateşi’’ şiirini yazdı. 

Ahmet Kaya ve Ersen şarkı olarak yorumladı.

 

Oktay Etiman anlatıyor:

"Elli yıllık hayatımızda o kadar çok anekdot var ki, şu an "Hangi andan bir anekdot vermem gerekir?" diye düşünüyorum. Tabi bizim geçmişte bıraktığımız, birlikte yürürken öldürülmüş arkadaşlarımız var. Kendi bireysel tarihimde ve örgütümüzün tarihinde en fazla sevdiğim arkadaşlardan Hüseyin Cevahir benim için çok önemlidir. Cevahir Türkiyelidir, Dersimlidir. İstanbul Tıp Fakültesi’nde eğitimine başlamış. 3. sınıfta iken Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne gelmiş. Kısa zamanda bizim aramızda temayüz etmiş, sevilmiş, sayılmış bir arkadaşımdır. Biz ona Hüseyin’den çok ‘Cevahir’ derdik. Bu onun hem dünya görüşünden, hem arkadaşlarına bakışından, hem hayata bakışından kaynaklanıyordu. Ama Cevahir’in gözleri biraz daha farklı ışıldardı. Bu ışıltının arkasında Dersim gibi bir yöreden gelmiş olması, kırsal hayatı biliyor olması, büyük kentlerin dışındaki hayata dair hem yaşanmışlığı hem fikirlerinin olması, daha sonra İstanbul gibi bir kentte hayatını sürdürmüş olması, Ankara’ya gelmesi; hem kendi yaşadığı kırım tarihini bilen ve buna ilişkin duyarlılıkları olan hem de büyük kentlerdeki hayatı bilen, kapitalizmi tanıyan, kapitalizmin yarattığı yıkımı bilen tanıyan, emperyalizmi bilen ve bütün bunlara çok sağlam bir karşı duruş pozisyonu içinde olan bir arkadaşım olması var. Bu nedenlerle onun ‘cevahir’ kadar kıymetli bir insan olduğunu bilerek henüz o yaşarken bu şekilde hitap ettik. Ben annemin babamın öldüğünü içselleştirmiş durumdayım ama ben Hüseyin Cevahir’in öldüğünü halen de içselleştirmiş değilim, 70 yaşına geldim, sanki bulunduğum bir yerde kapı açılacak ve Cevahir gelecekmiş gibi hissederim." 

Cevahir insan olarak yumuşak huylu, esprili, bilgili ve kültürlüydü. Cevahir gülümseyen bir arkadaştı. Kaşlarını hiç çatık görmedim. Tiyatrovari hareketleri olmazdı.

Çünkü o kendine güvenli bir arkadaştı. Rahattı ve yapmacık hareketleri yoktu. Şimdi baktığımda oturmuş bir kişilik görüyorum, insancıl yönleri çok güçlüydü. Eylemler sırasında üzerine düşeni yapmıştır. Son Elrom eyleminde yeşil bir elbise almıştık ona. Çünkü elinde çiçekle gelecekti. Şimdi o hâliyle hatırlıyorum. O yüzden öldüğüne hâlâ inanamıyorum." 

Oktay Etiman'ın Halkın Nabzı gazetesi ile yaptığı röportaj, Ankara’da Oktay abinin evinde gerçekleşti.

 *Oktay abinin bir anısını paylaşmak istiyorum.

*Mete Has eyleminde, Hüseyin Cevahir, Mahir Çayan, Ulaş Bardakçı ve ben vardık. Evdekileri etkisiz hale getirdikten sonra, Cevahir evin çocuklarıyla ilgilendi, derslerine yardımcı oldu. Ben sigara içecektim ama o an üzerimde kibrit ve çakmak yoktu. Mete Has da çakmak vardı, çakmağını istedim. Çakmağını verirken ’’sosyalistleri severim, onlar çok mert, namuslu dürüst insanlar’’ diyerek çakmağı bana uzattı. Bende çakmağı alıp sigaramı yaktım ve geri verdim. Mete Has çok şaşırdı, çakmağı geri verdiğime. Tekrar tekrar sosyalistler iyi insanlar, samimi insanlar’’ dedi. O an bende bir çağrışım oldu. Çakmak altındı ve benim çakmağı geri vermeyeceğimi düşünmüş olmalı ki, sosyalistlere iltifatlar yaptı.

Oktay abinin cevabı; Bizim eylemimizin amacı, işçilerden elde ettiğiniz kazanca el koyuyoruz THKP-C adına 400 bin lira istiyoruz. Senin özel eşyaların ister altın olsun isterse pırlanta olsun bizi ilgilendirmez. Özel eşyana el koyamayız. Bizim tek amacımız 400 bin lirayı bize teslim etmeni sağlanmandır‘‘ Buluşma yerine Mahir gitti ve parayı teslim aldı. Ve biz evi terk ettik‘‘ Bu anısını İstanbul buluşmamızda anlattı bana Oktay abi.. 

 

Musa Anter, Cevahir’i anlatıyor 

''1970 tutukluluğum...Ben İstanbul’dan iki arkadaşım da Diyarbekir’den Ankara’ya getirildik. (...) Malum, savcının isteği, daha evvel klasikleşmiş ve alışılmış Kürdlere idam ananesiydi. İdamlarımız isteniyordu.

Sabahleyin bahçeye çıktık. Hüseyin Cevahir beni gördü boynuma atıldı, öpüştük. Kendisi ve on iki Dev-Genç’li arkadaşı da tutukluydu. Ne yiyeceğimi sordu. ‘‘ Vallahi bilmiyorum‘‘dedim. Bir hazırlığımız yok. ‘’ Aman ağabey bizimle yersiniz . Eğer çok kalırsanız sizi bizim koğuşa alırız’’ dedi. Öğlen ve akşam yemeklerini beraber yemeğe başladık. Çocuklar, hapishane idaresinin verdiği yemeği hapishane tabirince terbiye ediyorlardı. Bunun yanında hapishane lokantasından köfte, karnıyarık ve lokma alıp yemeğimize ek olarak yiyorduk. Birkaç böyle yedik Hüseyin’e dedim ki,’’ Kardeşim, siz talebesiniz, bu yemekleri para ile alıyorsunuz. Halbuki bizim üçümüzünde parası var; ne diye bizden para almıyorsunuz?’’ Hüseyin böyle düşünmüş olmama sevindi, mahçup mahçup gülümserek, ‘’Ağabey, paramız da vallahi bir günlük kalmıştı; ne yapcağımızı bilmiyorduk’’, dedi. Ben Tarık Canip’ten bir miktar para aldım kendim de üstüne ekleyerek Hüseyin’e verdim. O ara ODTÜ’de Deniz Gezmiş’in de başını çektiği bir panel düzenlenmişti. Panelde, Kürd meselesinin nasıl ortaya konması gerektiği konusunda görüşlerimizi sordular. Biz Hüseyin ile beraber bir yazı hazırladık. Panelde alkışlar arasında okundu ve kabul gördü. 

(...) Hapishanede uzun kalmadık. On beş gün sonra tahliyemize karar verildi. Ayrılırken, hem biz, hem de Hüseyin ve arkadaşları ile tüm tutuklulur cidden çok üzüldük. '' Musa Anter. Hatıralarım. Sayfa 208.

 "Seyit Rıza da devlete teslim oldu!"

12 mart sonrası ortamı çok gergin bulan baba Düzgün Cevahir, oğlunun eylemlerden geri durmasını ve devlete teslim olmasını düşünür. Hüseyin Cevahir ile buluşmayı talipleri Şeyho’ya iletir. Ve Şeyho Işık’tan oğlu ile buluşturması için yardım ister. İsrail Başkonsolosluğu eylemi öncesi baba Düzgün Cevahir, oğlu Hüseyin ile görüşme Şişli’de kapıcılık yapan talipleri olan Şeyho Işık’ın kapıcı dairesinde gerçekleşir. Binanın üç kat yerin altında olan kapıcı dairesinde bu konuşmayı Ressam Hüseyin Işık şöyle anlatmıştı görüşmemizde. 

Baba-oğul Kürdçe-Türkçe karışık konuşuyorlardı. Piro abi çok sakin konuşuyordu ama Pir Düzgün baba, oğluna ‘‘devlete güvenmesini ve teslim olmasını" söylüyordu. Piro abi babasına mücadelelerinin haklılığını ve doğruluğunu anlatıyordu. Pir Düzgün baba saygıdan yana hiç kusur işlemeden şöyle dedi

- Baba, Seyit Rıza da devlete teslim oldu, peki devlet ona ne yaptı? 

Pir Düzgün baba, Piro abinin bu sözünden sonra daha başka bir şey söylemedi ve evden ayrıldı.

68 lilerin yaşamlarıyla yüzleşmeliyiz. Bıraktığı anılardan iyi sonuçlar çıkarmayı hedeflemeliyiz. O günler ve o düşler duruyor, bitmeyen 68 yaşanıyor.. 

Tarihte bazı dönemler özgürlüğe gidilen yolun sarp, dolambaçlı ve engebeli sürecinde egemen sisteme karşı direniş; örgütlü mücadeleyle değişme ve dönüştürme isteği her dönem karşımıza çıkmıştır.

Biz 78’liler ‘’Cevahir’lerden devraldığımız "Gün doğdu hep uyandık… Siperlere dayandık…" marşını 70’lerde ne çok söylerdik. 

*Hüseyin Cevahir 14 Nisan 1945 yılında Dersim'in Mazgirt ilçesine bağlı Muhundu (Darıkent) beldesinin Şöbek (Yeldeğen) köyünde doğdu. Ailesinin ilk çocuğuydu. (Daha sonra beş kızkardeşi doğdu.)

Dersim katliamının ardından İkinci Dünya Savaşı’nın getirdiği yokluk ve yoksulluk bölgenin kutsal ocaklarından Baba Mansur’u da derinden etkiledi. İşte bu yokluk ve yoksulluk günlerinin hüküm sürdüğü 1945 tarihinde Hüseyin Cevahir dünyaya geldi. Baba Mansur Ocağı’nın sıkıntılı günlerinde Hüseyin’in dünyaya merhaba demesi sadece aileyi değil, bütün köyü sevince boğdu. Katliamla azalan nüfuslalarına bir ferdin eklenmesi herkesi mutlu etti.

Bütün dünya emekçileri için 8 Mayıs 1945 tarihi nasıl ki önemli bir gün; yani kirli savaşın bitiş tarihi ise 14 Nisan 1945’de Türkiyeli devrimcileri için önemli bir günün başlangıcıdır.

Sovyetler Birliği’nin faşizme karşı direnişi, dünyada sosyalistler açısından çok önemli gelişmelere neden oldu.

Ancak Cevahir doğmadan Dersim coğrafyasında büyük bir soykırım gereçekleştirildi, resmi rakamlara göre 13 bin, resmi olmayan rakamlara göre ise 70 binin üzerinde Dersimli çoluk-çocuk, yaşlı-genç demeden katliama uğradı; binlercesi de tren vagonlarına doldurularak, aç-susuz Türkiye’nin çeşitli illerine, özellikle de batıya sürgüne gönderildi.

Yazının ikinci bölümü:

İlgili Haberler
Öne Çıkanlar