HDP'li Temel'den 'sansür yasası' tepkisi: Gerçek gazetecilere boyun eğdiremeyeceksiniz

HDP'li Temel'den 'sansür yasası' tepkisi: Gerçek gazetecilere boyun eğdiremeyeceksiniz
'Dezenformasyon Yasası'nın özünde 'sansür yasası' olduğunu belirten HDP'li Temel, bu yasa ile muhalif basın kurumlarının haber ve yayıncılık yapamaz hale getirilmek istendiğini söyledi.

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Basın Yayın ve Propaganda Komisyonundan Sorumlu Eş Genel Başkan Yardımcısı Tayip Temel, partisin Genel Merkezi’nde basın toplantısı düzenledi. Temel, Meclis’te görüşülecek "dezenformasyon yasası" ile özgür basına yönelik baskılara dair değerlendirmeler de bulundu. 

Meclis’te görüşülecek "dezenformasyon yasası"nın özünde sansür yasası ve muhalif basını susturma yasası olduğunu dile getiren Temel, "Basın özgürlüğü sadece gazetecilerin özgür haber yapma özgür bir şekilde çalışma koşullarına sahip olması değildir. Aynı zamanda basın özgürlüğü toplumun özgür haber alması ve toplumun kendisini özgür bir şekilde ifade etmesi, kendi sesini doğru ve objektif olarak kamuoyuna duyurmasıdır" dedi. 

‘TÜRKİYE’NİN BASIN TARİHİ GEÇMİŞİ KARANLIK’

Türkiye’de basın özgürlüğünün varlığından bahsetmenin zor olduğunu kaydeden Temel, Türkiye basın tarihinin son derece karanlık bir geçmişi olduğunu hatırlattı. "Abdi İpekçi, Musa Anter, Hafız Akdemir, Metin Göktepe, Ferhat Tepe ve birçok hakikat savunucusu gazetecinin katledildiği karanlık bir tarihten bahsediyoruz" diyen Temel, "AKP-MHP iktidarı ise bu karanlık tabloyu daha koyulaştırarak, daha çekilmez hale getirerek, uzun bir süredir Türkiye’de basın özgürlüğünün tamamen ortadan kaldırılması ve muhalif direnen birkaç yayını da susturma girişimlerini sürekli sürdürdü" diye konuştu. 

‘MUHALİF BASIN SUSTURULMAK İSTENİYOR’

Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü başta olmak üzere uluslararası birçok örgütün Türkiye’deki karanlık tabloyu hem raporladığını hem de bu durumun ne kadar vahim olduğunu yer yer teyit ettiğinin altını çizen Temel, şöyle devam etti: "Türkiye Gazeteciler Sendikası’nın 2022 yılındaki verilerine bakıldığında, aslında tablonun ne kadar vahim olduğu rahatlıkla anlaşılabilir. TGS’nin 2022 yılındaki bazı verileri şöyle özetlenebilir. 60 gazeteciye soruşturma açıldı, 31 gazeteci toplamda 52 gün gözaltında kaldı. 128 davadan 273 gazeteci yargılandı, yargılanmaya devam ediyor. Gazetecilere toplam 75 yıl 5 ay 26 gün hapis cezası verildi. 52 gazeteci fiziksel saldırıya uğradı, 57 gazeteci tehdit edildi, 54 haber sitesine ve 1355 haber içeriğine erişim engeli getirildi. RTÜK 61 kararla 10 milyon 427 bin TL para cezası kesti muhalif kanallara. İşte bu tablonun mimarı olan AKP-MHP iktidarı ve neredeyse yüzde 85 oranında Türkiye merkez basınını kontrol eden, denetimde tutan bu iktidar şimdi özgür ve muhalif basını daha da susturmak için mevcut muhalefet odaklarını, basın yayın açısından var olanları da susturmaya dönük yeni bir saldırı dalgası başlatıyor. 

GERÇEK BİR SANSÜR YASASI

Adına dezenformasyon yasası dense de özü itibariyle gerçek bir sansür yasası hem muhalefeti bastırma, muhalif sesleri kısma, muhalif basın kurumlarını haber ve yayıncılık yapamaz hale getirme yasası da denilebilir buna. Bu kanunla ne hedefleniyor? Birkaç hususu vurgulamak istiyorum. Bu kanunun belli maddeleri değerlendirildiğinde kanun teklifinin ruhunun tamamen sözünü edeceğimiz maddelere endeksli bir ruh olduğu görülecektir. Birçok şey konulmuşsa da özü itibariyle sansür ve susturma ülkeyi tamamen karanlığa sürükleme yasası olduğunu anlıyoruz." 

MEMURLARA VE YANDAŞLARA BASIN KARTI

Bu yasa ile şu hedefleniyor: Biliyorsunuz Türkiye’de birçok iktidarın denetimine girmeyen muhalif kimliğini ve bağımsızlığını koruyan gazetecilerin birçoğu basın kartı alamıyor. Bu yasa ile basın kartı alacak olan gazetecilerin arasına enformasyon görevlileri konulmuş. Onlarca gazeteci basın kartı almayı bekliyor ve veto ediliyorken basın enformasyon görevlilerinin, yani hükümetin bazı idari kurumların içinde olan memurlarının basın kartı alması bir kere gazetecilik mesleğine ve basın kartı alamayan gazetecilere hem saygısızlık hem de hakarettir.

Basın kartı ile ilgili bir diğer madde var ki evlere şenlik. Cumhurbaşkanının onayladığı ve incelediği dernek ve vakıfların yöneticileri basın kartı alabiliyor. Yani yandaş vakıf ve derneklere yeni imtiyaz doğuyor bu yasa ile. Gerçek gazetecilerin alamadığı basın kartı yandaş dernek ve vakıf yöneticilerine veriliyor. Başka bir madde. O da enteresan iletişim başkanlığı bünyesinde kurulan basın kartı komisyonu kimlerin basın, gazeteci olacağına, kimlerin gazeteci olduğuna karar veren merci oluyor. Yani Fahrettin Altun başkanlığındaki İletişim Başkanlığı bünyesinde komisyon herhangi birinizin gazeteci olup olmadığına karar verecek. Oysa demokratik ülkelere gazetecilik kaidesi ve kuralı gazetecilerden oluşan meslek temsilcilerinden oluşan konseylerce karara bağlanır. Burada direkt Cumhurbaşkanlığı’nın bir alt birimi olan İletişim Başkanlığı’na bu yetki veriliyor.

Yine biliyorsunuz gazeteler yayına başlarken savcılıktan yayın izni alıyordu. Şimdi bu yasa ile savcılıkların yerine bu izin Basın İlan Kurumu’na veriliyor. Yani Basın İlan Kurumu bir gazetenin yayına başlama onayını veren mercii oluyor. Bir gazetenin imtiyaz sahibi ya da yönetimi ‘Ben gazete çıkarmak istiyorum’ dediğinde savcılığa bildirim hakkı ortadan kaldırılıyor, söz konusu izin tamamen Basın İlan Kurumu’na (BİK) veriliyor ki o da idari bir kurum ve iktidarın güdümünde bir kurum.

İKTİDAR YÖNLENDİRMESİNE DAHA FAZLA OLANAK

Saymakla bitmez, ben sadece bir maddeye daha vurgu yapmak istiyorum. Yayın durdurma kararları biliyorsunuz Asliye Ceza Mahkemeleri tarafından verilirdi. Yani gazetenin yayının durdurulması, bir haber sitesinin yayının durdurulması, bunlar o ilin asliye ceza mahkemelerine bırakılan kararlardı. Bugün çıkarılmak istenen yasa ile yayın durdurma kararı sadece İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi’ne bırakılıyor. Yani Hakkâri’deki, Diyarbakır’daki, Ankara’daki bir yayının durdurulma kararı İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi’ne bırakılıyor. Bunun anlamı şu: yer yer iktidarın güdümünde olmayan kimi hakim ve savcıların, kimi mahkeme heyetlerinin verdiği çok düşük adil kararlar bile artık ortadan kaldırılıyor. Tek merkeze bırakılıyor bu karar. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi, iktidarın tek elden yayın durdurma kararı mercii oluyor. Yargının bu kadar itibarının yerlerde olduğu, iktidarın bu kadar sopasına dönüştürüldüğü dönemde bile bu yetki bütün asliye ceza mahkemelerinden alınıyor. Müdahaleye, denetime ve iktidarın yönlendirmesine daha fazla olanak ve imkan tanınıyor.

Bunların hepsi yargıyı denetime alma girişimlerinin sonucudur. ‘Anayasal düzene karşı suç işleyenler, devlet sırrını ifşa edenler, bu konuda hüküm giyenler gazetecilik yapamaz’ diye bir kaide getiriliyor. Herhangi biriniz ya da birimizin herhangi bir mahkemede adil yargılanmadan ‘Devlet sırrını haber yaptı’ diye mahkumiyet kararı olursa gazetecilik hayatınız bitiyor. Yani aslında mahkeme ile tamamen bağımsız olması gereken bu mesleği kimin yapıp yapamayacağına karar veriliyor.

'YENİ SUÇ TANIMI GETİRİLİYOR'

Bir şey daha var, bu daha tehlikeli. Yeni bir suç tanımı getiriliyor. Yani halk arasında endişe, korku ve panik yaratacak paylaşımlar ve haberler operasyon konusu, gözaltı tutuklama ve yargılama konusu oluyor. Kime göre? İktidarı rahatsız edecek yayıncılık ya da paylaşımlar yapmamaya teşvik edici bir madde. Yani siz herhangi bir haberi ya da paylaşımı sosyal medyada yaptığınızda ‘Bu halka panik ve korku sebebi oldu, ben yargılama konusu yapıyorum’ diyebilir hakimler. Bu ucu açık, sonu olmayan bir tanımlama. Kime göre neye göre panik ve korku? Oysa gazeteciliğin temel görevlerinden biri iktidarı rahatsız edecek, toplumu rahatlatacak yayıncılık yapmak. Bununla sadece muhalefet değil sivil toplum örgütlerinin bazı açıklamaları ve çağrıları, siyasi partilerin bazı açıklamaları veya çağrıları haber yapıldığında söz konusu basın kurumu bundan sorumlu tutuluyor. Panik ve korku bu kadar muğlak bu yasada.

'TEPKİLERİN ÖNÜ KESİLMEYE ÇALIŞILIYOR'

Bu kanun teklifi ile iktidarın ne yapmaya çalıştığını uzun uzun anlatmak mümkün. Özellikle 34’üncü madde ile hakimler istediği zaman, istediği içeriği gerekçe yaparak muhalif basına yönelik gözaltı soruşturma furyası başlatabilir. Bu açıdan düşündüğümüzde AKP-MHP ittifakının kendi iktidarını sürdürmek, toplumsal olarak kaybettiği gücü yeniden tahsis etmek için topluma ve muhalefete karşı kapsamlı bir saldırı politikasının içinde olduğunu söylemek gerekir. Bu yasanın bize gösterdiği şey budur. Bu kanun teklifiyle toplu ya da bireysel eylem hakkı tamamen bertaraf ediliyor. Sürdürülen baskıcı politikalar, halklar karşıtı politikalar, kadın düşmanı ve Kürt düşmanı politikaları haber yapmanın yanı sıra ona karşı direnme hakkı da hedefleniyor. Bunun bitirilmesi hedefleniyor, tepkilerin önü kesilmeye çalışıyor. Tam da Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın dediği gibi ‘attığınız tweetin içi boşsa sorun yoktur’ mantığı bu yasanın mantığı oluyor.

Bu yasanın hazırlığının yapıldığı günlerde muhalif Kürt basınına yönelik Diyarbakır'da başlatılan bir gözaltı ve tutuklama furyası vardı. Aslında tutuklamalar bundan sonraki sürecin nasıl işleyeceğini ipuçlarını veriyor. 8 Haziran gözaltına alınan 22 gazeteci arkadaşımdan -ben arkadaşlarım diyorum çünkü yıllarca onlarla mesai yaptım- 16’sı tutuklandı. Savcılık ve emniyette sorulan sorular hem basın açısından hem de siyaset açısından dehşet verici. Gazetecilere sorulan sorular içinde ‘Bu haberi niye yaptın, bu programı niye sundun, iktidarı rahatsız eden bu dili neden haberine ya da programına yedirdin’ soruları var. İşte tam da biraz önce bahsettiğim yasanın ruhu bu sorularda saklı. Gazeteciliğine tanıklık ettiğimiz bu arkadaşlarımız Türkiye kamuoyu açısından da yine Kürt halkının haklı meşru özgürlük talebi açısından belirleyici konumları var. Örneğin dosyaya bazı sahte tanıklar konulmuştur, bu kumpasın tutuklama ile sonuçlanmasına yönelik bir hazırlıktır. İktidar yanlısı gazeteler bu gazeteci arkadaşlarımızı hedeflerken gazetecilik bir suçlama konusu yapılıyor.

'KÜRT GAZETECİLER HAKİKAT GAZETECİLİĞİ YAPIYOR'

Program yapmak, programın hangi televizyona yaptığının sorgulanması gibi gerekçeler var. Bunu şunu açık yüreklilikle söylemek isterim: Türkiye’de merkez basının ve medyanın yüzde 85’ini kontrol eden AKP-MHP iktidarı toplumda hegemonya kuramıyor. Toplum bu yayınlarına inanmıyor, bu televizyonlarının gazetelerinin yaptığı dezenformasyona inanmıyor. Birkaç Kürt televizyonu birkaç muhalif yayın iktidarın şaşaalı beslemesi ile ayakta duran basın kurumlarına meydan okuyacak kadar hakikat gazeteciliği yapıyor. Kürt halkına yönelik düşmanca politikaları ifşa etikleri için o arkadaşlarımız tutuklu. Kürt toplumu üzerinden yürütülen işkence ki bir gün önce Van’da gördüğümüz işkenceyi teşhir ettikleri için, bu arkadaşlarımızın gazeteciliği ile başa çıkamadıkları için bu arkadaşlarımızı tutukluyorlar.

Onun için Kürt basını ile Türkiye’deki muhalif basın bu dezenformasyon yasası dedikleri ama özü itibariyle iktidarın dezenformasyonun önünü açan özgür basını, gerçek gazeteciliği engelleyen bu yasaya karşı birlikte mücadele etmelidir. Muhalefeti ve her koşulda hakikati savunan tüm güçlerin bu yasaya karşı çıkması gerekiyor. Biz yanındayız, hiçbir gazeteci arkadaşımızın mikrofonu ve klavyesi sahipsiz kalmayacak. Emniyet müdürlüklerinde sergiledikleri kameraların suç unsuru olarak gösterilmesi bu ülkenin basın tarihine karanlık bir sayfa olarak geçecektir ve o kameralar kapanmayacaktır. Buradan tekrar açık ve net söylüyoruz dezenformasyon yasasını geri çekin, dezenformasyon yapmayı hedeflediğniz yasayı geri çekin, sansür politikalarından vazgeçin. Değil yüzde 85’i bu ülkenin yüzde yüz basınına el koysanız da bu toplum hakikati dillendirmeye ve hakikatin gazeteciliğini savunuculuğunu öncülüğünü yapacak gerçek gazetecilere boyun eğdiremeyeceksiniz." (MA)

Öne Çıkanlar