Bir pasajın hafızası
Adalet ÇAVDAR
Ah Beyoğlu Vah Beyoğlu... Salah Birsel boşuna böyle yazmamış. Bu semt, İstanbul'da yaşayan herkesin hayatında derin izler bırakmış, ahlarla ve vahlarla anılan bir yer oldu hep. İstanbul’a yerleşeli 18 yıl oldu; bu yılların büyük bir kısmını Beyoğlu’nda dolaşarak geçirdim.
Öyle ki hafızamda hatırladıklarımdan çok unuttuklarım var. Artık sadece Beyoğlu’nda değil, evimizin sokağında bile her şey hızla değişiyor. Bir anda kendimizi “Burada daha önce ne vardı?” diye düşünürken buluyoruz. Herkesin hafızasında, bu semtin başka bir köşesi başka bir hikâyeyle yaşamaya devam ediyor. Semtlerin de birer canlı olduğunu farz edersek, Beyoğlu kim bilir kaç ömür yaşadı? Acaba şu anki haliyle mutlu mu? Kim bilir…
Yakınlarda Hermes Sahaf’tan bahsedildiğini duymuş olabilirsiniz. Hatta birkaç ay önce, ünlü Fransız markası Hermès, bu küçük sahafa marka ismini kullandığı gerekçesiyle dava açtı. Koskoca Hermès’in bir sahafla uğraşması tuhaf değil mi? Neyse ki dava Hermes Sahaf’ın sahibi Ümit Nar lehine sonuçlandı. Ümit, 2008 yılına kadar devlet memuru olarak çalıştıktan sonra istifa edip Beyoğlu’ndaki Aslıhan Pasajı’nda bir sahaf dükkânı açmış. 16 yıldır varlığını sürdüren bu sahaf, birçok kitap severin uğrak noktası oldu. Birkaç sene önce Ümit, Hermes Sahaf’la birlikte İzmir’e taşındı. Ben de taşınmadan önceki o küçücük, 8 metrekarelik dükkânda kitap bakarken tanışmıştım Ümit’le. Zamanla arkadaş olduk.
Bu hafta size Ümit Nar’ın yazdığı Krepen Pasajı Nerededir? kitabından bahsedeceğim. Ama şunu baştan söyleyeyim: Bu yazıyı yazmamın sebebi Ümit’le arkadaşlığımız değil. Kitabın kendisi, Pera ve Krepen Pasajı üzerine anlattıklarıyla zaten başlı başına bir keşif.
Anlattığına göre, Ümit’in bu kitabı yazmaya başlamasının sebebi, Beyoğlu’nda dolaşırken “Burada, bundan önce ne vardı?” sorusuna sık sık denk gelmesi. Bu soru o kadar çok tekrar ediliyor ki, sonunda Krepen’in hikâyesini kazmaya karar veriyor Ümit. Edebiyatımızın önemli isimlerinin yazdıkları arasında küçük pasajlara rastlıyor, ama nafile; Krepen’in izlerini bulmak kolay değil. Bu izleri sürmek için Atina’ya kadar gidiyor, İstanbul’dan göç eden Rumların kurduğu derneklerin üyeleriyle görüşüyor. Sahaf üstatlarından bir iki resim, evrak ve biraz bilgi toplamayı başarıyor. Tüm bu çabanın arkasında, Krepen’in tarihteki hakkını teslim etme isteği yatıyor.
Krepen Pasajı Nerededir?, sadece bir mekânın değil, aynı zamanda bir hafızanın peşine düşülen, zorlu ve değerli bir yolculuğun ürünü. Ümit’e sorsanız, bunca çabayla topladıkları ancak birkaç ipucundan ibaret. Birilerinin bu ip uçlarından hareketle Krepen’in hikâyesini araştırmaya ve yazmaya devam etmesini umuyor.
Ümit Nar, kaybolmaya yüz tutmuş bir mekânın izini sürerken, Krepen’in tarihi dokusunun ve Beyoğlu’nun geçmişinin hak ettiği değeri hatırlatıyor. Onun için Krepen, yalnızca bir pasaj değil, bir dönemin kültürel hafızasıyla yeniden ilişkilenebilmek için bir “anahtar”, belki de bir köprü ya da geçit.
Ümit Nar, anlatısına okura Kostantiniyye’yi hatırlatarak başlıyor ve hikâyeden hikâyeye geçmişin kıyılarında dolaşırken şehrin tarihini oluşturan katmanlar arasında bir zaman yolculuğu sunuyor.
“Alışılmadık olanın modern ışığı”nın yansıdığı Krepen, Benjamin’in de Aragon’un da bahsettiğinin tersine üstü kapatılmadan hayatını sürdürmüş, biraz ilginç bir yapıdır. Meşrutiyet Caddesi tarafından girdiğinizde, pasaja vasıl olmak için üç dört basamaklı bir merdiveni çıkmanız gerekir, dolayısıyla o giriş biraz karanlıktır; Sahne Sokak tarafıysa zaten iki kişinin yan yana zor yürüdüğü bir girişe sahiptir. Hatta ileriki zamanlarda girişi daha da kapatacak olan kokoreç tezgâhı yüzünden (meşhur Şampiyon Kokoreç bu tezgâhta doğmuştur), biraz da meyhanelerde biraları fondipledikten sonra teşaşür için civarda yer bulamayıp girişteki duvarın dibine çöküverenler sebebiyle “Sidikli Pasaj” olarak da anılacak; kokunun ve girişin darlığı insanları pasajdan uzak tutacaktır.” (Sayfa 34-35)
Okuru adım adım Beyoğlu’nda dolaştırarak Krepen’e getiren Ümit Nar, pasajın ilk andan itibaren değişen çehresini, etrafındaki sokaklarla olan ilişkisini hikâyelendiriyor. Pasaj, en hareketli dönemini 1890-1910 yılları arasında yaşamış anlaşılan. O dönem kunduracıların hakimiyeti altında imiş. Yanı sıra, terziler, şapkacılar ve bir de müzik dükkânları ile geliştirmiş ilişkilerini şehirle.
Ümit Nar, Krepen’in geçmişini keşif yolculuğundaki kaynakları da tanıtıyor anlatısında. Örneğin Şark Ticaret Yıllıkları’nın sayfaları arasında gezinirken tesadüf ettiği eski haritalardan ve yazarların günlüklerinden de söz ediyor. Bir yandan Krepen’in izlerini sürerken, bir yandan başka hikâyelere de kapılar açabilecek kaynakları tanıtıyor okuruna ve ilgilisine.
Krepen yıllıklarında yer alan esnaflara ulaşma çabası tam bir macera. Her birini hakkıyla anmak için adeta iğneyle kuyu kazıyor. Dükkan sahiplerinden müdavimlere kadar Krepen’de hayat bulan hikayeleri de göz ardı etmiyor. Pasajda çalışan insanların izlerini sürerken onların bu mekâna yaptıkları katkının da kaydını tutuyor bir bakıma.
“Hayalet Oğuz gibi dünya malına itibar etmeyen lâmekan bir bohemin cenazesinin peşinden Krepen’e gidilmesi tesadüf değildir elbette. Pasajın müdavimlerinden Dürnev Tunaseli, imamın sorduğu ‘Anne adı?’ sorusunu kimsecikler yanıtlayamayınca, radyolarda da çınlayan sesiyle, ‘Havva!’ diye ses veren kadındır.” (Sayfa 69)
Hiç eksik olur mu, dedikodu da var elbette Krepen kitabında. Krepen’deki meyhaneler, meyhanelerin müdavimleri ve o müdavimlerin yazıp söyledikleriyle hikâye iyiden iyiye lezzetleniyor. Bir anda kendinizi “sahici bohemlerin” arasında buluyorsunuz. O müdavimler arasında kimler yok ki! Ancak bu hikâyeleri buraya aktarma hakkını görmüyorum kendimde. Bu bohemlerin hayat hikâyelerinde büyük yer tutan mekânları ve o dönemin ruhunu kendinizin keşfetmesi gerektiğine inanıyorum. Eğer benim gibi o dönemin edebi dedikodularına meraklıysanız, bu kitap size çok leziz hikâyeler sunacak, buna emin olabilirsiniz.
Kitabın gelirinin Ali İsmail Korkmaz Vakfı’na bağışlanacağını da not düşmek gerek.
Ve sonra finale geliyoruz. Krepen yıkılır, yerine bugün bildiğimiz Aslıhan Pasajı dikilir. Eski Krepen’den geriye neredeyse hiçbir iz kalmamıştır. Her şey, bugün olduğu gibi, bir anda olup biter. Kitabın bu kısmında hikâyenin ufku kararıyor adeta; az önceki neşeden eser kalmıyor artık. “Sahici bohemler,” birer birer aramızdan ayrılmıştır. Herkes, adı aynı kalan ama aslında çoktan yok olmuş mekânları, geçmişini ezbere bildiği günlerin yasını tutar gibi tecrübe eder olmuştur artık. Krepen’in sonu, sadece bir mekânın değil, aynı zamanda bir dönemin kapanışını temsil eder.
Ümit Nar’ı bir gün bir yerde kitabını anlatırken yakalarsanız, mutlaka dinleyin. Kendisi adeta bir ayaklı hikâye makinesi; onu dinledikten sonra insan, kitabı da onun sesiyle okuyor gibi hissediyor. Umarım bir gün hiç tanımadığı birileri çıkar ve der ki, “Bende de böyle bir hikâye var Krepen’le ilgili.” İşte böyle böyle büyür bu kitap, hikâyeler birbirine eklenir.
Ben, insan hafızası kadardır diye düşünürüm. Bu hayattan göçüp giden insanlar, yaşayan birinin hafızasında yer etmezse, gerçekten yok olurlar gibi gelir bana. Evet, hafızamız bazen bedenimize ağır gelir, bu doğru. Ama hayatın anlamını, yaşadığımız yerleri anarak ve onları anlatarak daha derin bir şekilde kavrayabiliriz sanki.
Biz hâlâ buradayız, Beyoğlu. Sana bir kere gelen, senden gitmeyi pek beceremez. Dünyanın neresinde olursak olalım, bir gün yine sende, bir meyhanede oturup “Burada daha önce ne vardı?” diye sorarak olan biteni konuşacağız.
Sahafın dünyaca ünlü moda markasına karşı 'isim' zaferi: 'Hermes Sahaf' adı kullanılabilecek