Erkeksiz Kadınlar: 'Öcümü alacağım!'

Erkeksiz Kadınlar: 'Öcümü alacağım!'
'Erkeksiz Kadınlar’ın İranlı yazarı Parsipur, her bir karakterde hem dönemin İran’ını, hem de böyle bir dönemde bu coğrafyada kadın olmanın ne menem bir şey olduğunu alegorik bir dille, sündürmeden anlatıyor.

Cennet SEPETCİ


Darağaçları, zindanlar, hücreler, ancak bir imanın gölgesinde çoğalır -ruhu hepten sarmış olan o inanma ihtiyacının gölgesinde. Bir dogruyu, kendidoğrusunu elinde bulunduran kişinin yanında şeytan bile epey soluk kalır.

E. M. Cioran / Çürümenin Kitabı

“Öcümü alacağım!”

Munis’e, ilk ölümünden hemen önce söyletiyor bunu 'Erkeksiz Kadınlar’da İran’lı yazar Shahrnush Parsipur. İlk ölümü diyorum çünkü Munis iki kez ölüyor ve yeniden doğuyor. Ağaca dönüşen bir öğretmen; Mehdoht, bekaret ve kadınlık hakkında fazlasıyla kafa yoran, ölüp ölüp dirilen özgürlüğünün peşinde bir ‘evde kalmış’; Munis, varlıklı ve ilk aşkını unutamamış, yüzü batıya dönük bir dul; Ferruhlikâ, sevdiği adamı daha genç ve ‘edepli’ bir kadına kaptırmış sonradan bir de tecavüze uğrayarak tek kıymetli ‘şey’ini kaybeden bir genç kadın; Fâize ve artık erkekleri kafası kesik gören bir seks işçisi; Zerrinkülah. Ve bu beş benzemez kadının bir şekilde bir araya geldiği, birlikte yaşayıp iyileştikleri Kerec’de nehir kenarında bir bağ evi.

Can Yayınları tarafından müstear isimle çeviriler yapan Tahran doğumlu Yıldız Uysal tarafından Farsçadan çevrilen kitap, İran’da ‘kadın özgürlüğünü tasvir ettiği’ gerekçesiyle yasaklı. Kitabın bir de film uyarlaması bulunuyor. Yönetmenliğini Shirin Neshat’ın yaptığı 2009 yapımı filmde Mehdoht karakteri yer almazken Munis karakteri de daha baskın, daha görünür bir ‘komünist’. Venedik Film Festivali’nde Gümüş Aslan ödülünü alan filmde Neshat, tıpkı kitaptaki gibi İran’ın her bir yüzüne bir kadında hayat veriyor.

FONDA 1953 İRAN DARBESİ

Kısa kısa onbeş bölümden oluşan 102 sayfalık romanda her bir karakterin hayatını doğrudan etkileyen en az bir ‘erkeği’ bulunsa da bölümlerin adlarında sadece kadınların adları geçiyor. Erkekler kadınların hayatlarında ya yokluklarıyla yada koydukları engellerle yer alıyorlar. Henüz bekar olan üç karakter, Mehdoht, Munis ve Fâize evlilik yoluyla asli sahiplerine devirleri gerçekleşene kadar bekaretlerini ve iffetlerini koruyacakları geçici istirahatgahlarına ve ailenin erkelerine emanettir. Vasilerinin koruması altında ve toplumdan soyutlanmış evlenecekleri günü beklemeleri gerekmektedir bu kadınların o esnada da bekaretlerini korumaları tabi. Diğer iki karakter Ferruhlikâ ve Zerrinkülah’ın ise dertleri artık bekaret olmasa da onların da bağları bakidir. Birinin kocasına diğerinin ise genelev sahibine, pezevengine.

1978 Paris notuyla biten kitapta fonda hep bir ‘karışıklık’ söz konusu. Kitapta net olarak İran’ın hangi dönemine tekabül ettiğini anlayabileceğimiz tek ayrıntı Munis karekterinin ilk ölümü. 17 Ağustos 1953 tarihine tekabül eden ölüm, MI6 ve CIA işbirliğiyle İran’ın 35’inci Başbakanı Muhammed Musaddık’ın devrilmesinden 2 gün öncesine tekabül ediyor. Munis, terasta günlerdir devam eden protestoları izlerken birden bire pat diye düşüp(!) ölüyor. Sonra dirilip bir ay boyunca sokak sokak gezip dönüyor evine canlı kanlı. Sonra ‘kötü yola düşüp aile onurunu lekelediği’ gerekçesiyle abisi tarafından öldürülüp yakın arkadaşı Fâize'nin de yardımıyla doğup büyüdüğü evinin bahçesine gömülüyor. Ta ki tekrar dirileceği abisinin düğün gününe kadar.

İÇGÜDÜSEL BİR CİNAYET

Gulçihre Ferruhlikâ'ya merdivenin açık tarafından yanaştı; "Ferruhlikâ sevgilim!" dedi.
Kadın titredi. Adam ona hiç böyle seslenmezdi.(…)
Düşündü: "Ya beni öldürürse!

Ferruhlikâ, yıllardır evli olduğu adamı ani bir yumruk darbesi ile yere serip kazara öldürmeden hemen önce böyle geçiriyor içinden. Ellilerinde, kocası tarafından menapozuyla sık sık alay edilen, her yalnız anında aşık olduğu adamı düşleyen bir kadın o. İlk kez ‘sevgilim’ diye seslendiğinde kocası, bir bit yeniği arıyor bu işin içinde. Sanırım benzer bir durumla karşılaşacak benzer coğrafyalardaki hemen her kadının düşüneceği şeyi düşünüyor ilk. ‘Şimdi başıma ne gelecek?’ Kocasından önce davranıyor. Uzun yıllardır devam ettirdikleri katlanılmaz bir hal alan evlilikleri merdivenlerin bitiminde son buluyor. Artık hem özgür hem de hâlâ kocasının soyadının koruması altında Ferruhlikâ. Üç ay sonra da Kerec’e, bahçesinde kendini ağaç olarak yeşermek üzere toprağa diken genç bir kadın olduğundan çok ucuza kapattığı bağ evine yerleşiyor. Herkes korkmasını en olmadı hoşlanmamasını beklerken bayılıyor Ferruhlikâ ağaç kadına. Yasalara, ahlak kurallarına ve toprağına sıkı sıkıya bağlılığından tek çıkış yolunu hareketsizlikte bulan, ağaç olmak isteyen Mehdoht’a. Bu genç kadın onun milletvekili olmasının anahtarı olabilir, olmasa bile ünlü olmasına yarayacağı kesindir onun gözünde.

İRAN GİBİ BİR EV

Ferruhlikâ ve Mehdoht’un bağ evinde buluştuğu sırada tövbekar seks işçisi Zerrinkülah, Munis ve Fâize de yürüyerek düşüyor Kerec yoluna. Zerrin tek değil, yolda "iyi kalpli bahçıvan"la karşılaşıyor. Uzun zaman sonra boynunun üzerinde başı olan tek erkek olduğu için takılıyor bahçıvanın peşine. Önce Zerrin ve bahçıvan sonra Munis ve Fâize çalıyor bağ evinin kapısını. Ferruhlikâ’nın bağ evinde herkese yer var. Beş benzemez kadın ve bir ‘nazik bahçıvan’ın Kerec günleri böyle başlıyor.

Her ne kadar beş kadının bir araya geldiği bir bahçede geçse de hikaye, bu çok kolay bir birliktelik değil. Bir arada yaşamak zorunda kalmış, birbirlerinden öyle çok da haz etmeyen ama bazen korkudan, bazen saygıdan, bazen ihtiyaçtan, bazen de sırf sıkılmamak için bir arada bu beş kadın. Evin içi de İran’ın geri kalanı kadar karışık. İran’da bulunabilecek hemen her görüş evde bir karakter ile temsil ediliyor.

Karakterleri bir araya getiren tek şey ise özgürlük arayışları. Tüm karakterler toplumsal cinsiyet eşitsizliği, bekaret, erkek egemen ahlak anlayışı, aile içi baskı ve şiddet, toplum içinde yer edinememek gibi "kadın dertleri"ne sahip. Parsipur, her bir karakterde hem dönemin İran’ını, hem de böyle bir dönemde bu coğrafyada kadın olmanın ne menem bir şey olduğunu alegorik bir dille, sündürmeden anlatıyor. Karakterlerin başlarından geçen türlü çeşit trajediler yazarın fantastik anlatısıyla birleştiğinde bir şiddet pornosu yada dramaya dönüşmeden bir özgürlük tasviri ve protestoya dönüşüyor.

Kulağa yalnız kadınlardan oluşan bir ütopya ev gibi gelse de pek öyle değil esasında. Yerler, biçimler cinsiyetler değişse de ‘iktidar’ kadınlar arasında da baş köşede. Beş kadının ayrı ayrı hikayeleriyle açılan kitapta tempo bir arada yaşamaya başladıkları yerden itibaren artıyor. Ayrılık vakti geldiğinde her karakter için yeniden açılıyor başlıklar ama bu kez daha dar ve daha hızlı. Bağ evi biraz da her bir karakterin kendi sesini bulmak için bir süre dinlendiği bir durak. Sonrası için de büyük vaatleri yok yazarın, Faize’nin sonrası için söylediği gibi “Hayatları şahane değilse de yolunda. Yaşıyorlar”.

Öne Çıkanlar