Gombrowicz'den olgunlaşmamışlık üzerine güçlü bir roman: 'Ferdydurke'

Gombrowicz'den olgunlaşmamışlık üzerine güçlü bir roman: 'Ferdydurke'
Usta yazar Witold Gombrowicz, dilimize yeni çevrilen bu eserinde, otuzlarındaki bir adamın varoluşsal bunalımı içindeki hayatından kopararak onu on yedi yaşının gerçeküstü dünyasına götürüyor.

Merve KÜÇÜKSARP


Polonyalı yazar Witold Gombrowicz'in ikinci romanı olan ve ilk defa 1937 yılında yayımlanan ‘Ferdydurke’, Osman Fırat Baş’ın çevirisi ile Yapı Kredi Yayınları tarafından yayımlandı. "Ferdydurke", otuzlu yaşlarındayken hayatını sorgulayan ve bir tür bunalım yaşayan bir adamın, kısa zamanda kendini on yedi yaşında buluşunu ve bu durumdan kurtulma serüvenini anlatıyor.

Otuz yaşlarındaki karakterimiz Yujo, hayatının artık daha farklı bir dönemine, daha olgun ve durgun bir dönemine girdiğini düşünür. Hikaye, anlatıcının yaşadığı varoluşsal kriz eşliğinde, yarı bilinç yarı sanrı olarak yaşamaya başladığı kısımla açılışı yapar:

“…Ey bugünkü sahiplik durumuna hangi yollardan eriştiğimizi bilmeyi buyuran bahtsız bellek! Devamında, yarı uyku halinde ama artık uyandıktan sonra, bedenimin parçalarının türdeş olmadıklarını, bazı kısımlarının hala oğlansal olduğunu; başımın baldırımı, baldırımın da başımı tiye aldığını ve iğnelediğini, parmağımın kalbimle, kalbimin ise beynimle dalgasını geçtiğini, burnumun gözüme gözüme, gözümün burnuma burnuma kahkahayı bastığını ve de böğürdüğünü –ve bütün bu parçaların her şeyi kapsayan ve her şeyin içine işleyen bir pan-alaycılık atmosferi içinde birbirlerine vahşice tecavüz ettiklerini sandım.”

Gombrowicz'in karakteri Yujo bu durumda uyanır ve dışarıdan kendisine dayatılan büyük bir değişiklikle karşı karşıya kalır – bir okul müdürü tarafından kaçırılır ve okula geri gönderilir, burada on yedi yaşının gençlik durumuna geri döndürülür. Bir nevi dönüşüm geçirir. Yujo’nun kendini on yedi yaşındaki birinin yaşamında dönüşüm geçirmiş bir halde bulmasından sonra roman onun bu durumdan mücadelesini anlatırken, trajikomik kimi hikayelerle zenginleşir. O, bir yandan durumunu hazmederken, diğer yandan da yetişkinler dünyasının kimi konuşulmayan gerçeklerinden de bahseder.

“.. yetişkinler hiçbir şeyden olgunlaşmamışlıktan tiksindikleri kadar tiksinmezler ve başka hiçbir şey de onlar için olgunlaşmamışlıktan daha iğrenç değildir. En hiddetli yıkıcılığın her türlüsüne katlanırlar, yeter ki olgunluk sınırları içinde olmuş olsun (…) Ama birinde olgunlaşmamışlık kokusu alırlarsa, bir tıfıllık ya da sümüklü veletlik kokusu alırlarsa,işte o zaman onun üzerine çullanacaklar, kuğuların ördeği gagaladığı gibi gagalayacaklar –iğrenmeyle, ironiyle, alayla canını çıkaracaklar; orayla olan bağlarını çoktan reddettikleri bir dünyadan terk edilmiş bir yavrunun yuvalarına pislemesine izin vermeyeceklerdir.”

Gombrowicz, karakterinin yaşadığı dönüşümün mahiyetini tüm hatlarıyla ortaya koymaz, keza fiziksel değişikliklerinden bahsetmez, okur daha ziyade onun gözünden dünyanın nasıl değiştiğini, bakışların nasıl farklılaştığını ve nasıl davranışlara maruz kaldığını öğrenir. Anlatı ha bire karakterin gözünden devam ettiği için, bedenindeki değişikliğin muamma olarak kalması, hikayeyi okurun nezdinde gerçek üstü kılar. Dahası Yujo’nun gençleşmeden önce kendi genç haliyle, sanki bir tür ikinci kişiliğiymişçesine karşılaşması ve o karşılaşmanın gerçek mi rüya mı olduğu metinde yine tam olarak belirtilmemesi, tüm bu puslu atmosfer de romanın gerçeküstü yönünü körükler. Romanın diğer kısımları da bu minvalde devam eder.

SANATA VE YAZMAYA DAİR

Her ne kadar hikayeyi, Yujo anlatsa da, metinde kimi zaman Gombrowicz'in sesini de işitiriz. O bize yazma sürecine dair ve yazarlığına dair kimi ayrıntıları paylaşır. Hatta sanat dünyasını taşlamaktan geri kalmaz:

“…sanat ortamında olup bitenler aptallık ve ayıp rekorlarının hepsini kırmaktadır- ve de o dereceye kadar kırmaktadır ki, şöyle böyle edepli dengeli bir insanın bu çocuksu ve yapmacıklı sefahat alemi karşısında utanç yangının sardığı alnını öne eğmemesi imkansızdır. Ah, kimselerin dinlemediği o esinli şarkılar! Ah, bilirkişilerin o bilgiçlik taslayışları, konserlerdeki ve şiir gecelerindeki koku ve o bilmeler, değerlemeler, tartışmalar ve güzellik ayinini yaparken parlak parlak laflar eden ve parlak parlak laflar dinleyen o kişilerin yüzleri!”

Usta yazar Witold Gombrowicz, dilimize yeni çevrilen bu eserinde, otuzlarındaki bir adamın varoluşsal bunalımı içindeki hayatından kopararak onu on yedi yaşının gerçeküstü dünyasına götürüyor. Kimi trajikomik hikayeler ve karakterler eşliğinde, olgunluk ve yaşam kavramını da irdeleyerek güçlü bir klasik metin ortaya çıkarıyor.

Öne Çıkanlar