Mithat Alam Film Merkezi tehdit altında ama kıymet bilmez zihniyetle mücadele sürüyor
12 Ağustos’ta Boğaziçi Üniversitesi Mithat Alam Film Merkezi’nin (MAFM) yöneticileri Zeynep Ünal ve Elif Ergezen Twitter’da bir açıklama yaptılar. Bu açıklamada, görevlerine son verildiğine dair Boğaziçi Üniversitesi Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Naci İnci imzalı tebligatın ellerine hafta başında ulaştığını ve artık kampüse girişlerinin de engellendiğini duyurdular:
Sevgili dostlarımız yıllarını verdikleri, onlara Mithat Alam’ın emanet ettiği MAFM’ye o günden beri gidemiyorlar. Görsel Hafıza Projesi’nden Hisar Kısa Film Seçkisi’ne, Kısa Film ve Belgesel Destek Projesi’nden Sinema Söyleşileri’ne onlarca kıymetli projeyi gerçekleştirmiş bu iki ismin emekleri görmezden geliniyor, kıymetleri bilinmiyor. O günden beri aralarında Müjde Ar’ın, Nuri Bilge Ceylan’ın, Reha Erdem’in, Hale Soygazi’nin, Ahmet Rıfat Şungar’ın, Hülya Koçyiğit’in, Emin Alper’in, Pelin Esmer’in, Tayfun Pirselimoğlu’nun, Ekin Koç’un bulunduğu birçok sinemacı MAFM’ye desteklerini kamuoyu önünde dile getirdiler. T24 bu tepkileri şu başlıkla verdi: "Sinemacılardan Boğaziçi Üniversitesi yönetimine tepki: Mithat Alam Film Merkezi için karar hakkı öğrencilerin ve Mithat Alam Eğitim Vakfı’nın." Mithat Bey de kendisinden sonra bunun böyle olması için hayattayken gerekli tüm hukuki ve idari süreçleri işletmiş, MAEV’i de MAFM’yi de bize öyle emanet etmişti.
Peki nasıl oldu da bizler bu karar hakkını emanet aldık? Mithat Bey 2007 yazında bana Mithat Alam Eğitim Vakfı’nı (MAEV) kurmayı planladığını ve benim de vakfın kurucuları arasında yer almamı istediğini söylediğinde, onu biraz hayal kırıklığına uğratacak şekilde bunu sadece bir tür bürokratik süreç olarak görmüştüm. Ben sinemaya dair daha heyecanlı, yeni bir proje konuşacağımızı düşünüyordum o öğle yemeğinde. Ama onun bize olan güveni ve inancı çoğu zaman bizim kendimize olan güvenimizden fazlaydı. Öğrencilerine hep inandı Mithat Bey. 1999 yılında Boğaziçi Üniversitesi Vakfı’na şartlı bir bağış yapmış ve Boğaziçi Üniversitesi Mithat Alam Film Merkezi’ni kurmuştu. MAFM öğrenciler için, o günün ve geleceğin sinemacıları için var olacaktı. MAFM’nin geleceğini de öğrencileri ve dostlarıyla birlikte kurduğu MAEV’e emanet etti. Çok iyi hatırlıyorum, "Ben seksen yıl sonrasını düşündüm. Sonrasını düşünmek de sizin göreviniz" demişti.
PAYLAŞMANIN KEYFİ
Mithat Bey için yirmili yaşlardaki öğrencilerinin sinemaya ve hayata duydukları merak ve ilgiyle karşılaşmak en heyecan verici şeylerden biriydi. Kendi sinema heyecanını paylaşabileceği dostlardan kıymetli bir şey yoktu onun için. Ayrıca gençlik onun için bir yaş kategorisi de değildi. Esas mesele sinemaya dönük merak ve coşkunun canlılığıydı. Yıllara rağmen bunu korumak bir meziyetti. Kendisi bunun ustasıydı. Sinefillikte havlu atanlarımız onu üzerdi.
Mithat Bey Merkez’in işte böyle bir merakın, coşkunun, heyecanın yaşandığı bir yer olmasını istedi ve öyle bir yer yarattı. Bu konuda çok ciddiydi. Akademide alışık olduğumuz ciddiyet kalıplarının dışındaydı Mithat Bey’inki. Başta filmlere, sonra o filmleri birlikte konuştuğun dostlarına yönelik bir dikkat, özen ve cömertlikti bu ciddiyetin muhteviyatı. Eşine az rastlanır bir paylaşma keyfini tattık hep birlikte. Bu paylaşma keyfi bizim için yüz yüze konuşmalardan e-posta tartışmalarına, oradan MAFM’nin fotokopiyle basıp elde zımbaladığımız ilk gösterim kitapçığına, oradan da Altyazı Sinema Dergisi’ne vardı. Bize sinemaya dair sözümüzün kıymetli olduğunu ilk hissettiren kişi Mithat Bey’di.
MAFM mütevazı ve sade bir yerdir. Girişin altında 61 kişilik bir salon. Giriş katında küçük bir TV izleme odası, kütüphanesi de olan bir ‘sinefil odası’, ön büroda iki masa ve Mithat Bey’in yıllar içinde özenle oluşturduğu binlerce filmlik arşivin bulunduğu arşiv odası. Giriş katında bir yönetici odası, üst katta bir toplantı odası. Ve Gus Van Sant’tan Claire Denis’ye, Lynne Ramsay’den Park Chan-wook’a, dünyadan ve Türkiye’de gelen yüzlerce sinemacının ferah havasını soluduğu ve her Mayıs’ta Merkez gönüllüleri partisinde uzun gecelerin yaşandığı teras. Ama MAFM’ye gittiğinizde Mithat Bey’i bir yerde otururken bulamazdınız. Onun önceliği öğrencilerin sinemaya dönük meraklarını keşfetmek, hangi filmleri izlediklerine bakmak ve tanışacağı yeni bir sinefil var mı onu görmekti. Altyapıya "yetenek" arayan teknik direktördü.
Ben Mithat Bey’i 1999 yılında aldığım ‘Auteur Yönetmenler’ dersiyle tanıdım. Kendisi 2016’da aramızdan ayrılana kadar, on yedi yıl boyunca onunla ve çevresinde toplanan dostlarla paylaştıklarımız, yarattıklarımız hayatıma şekil verdi. Altyazı Sinema Dergisi 2004-2018 yılları arasından MAFM yayını olarak çıktı. Birçok kısa ve uzun metrajlı filmin hazırlık toplantıları, kaba kurgu gösterimleri MAFM’de gerçekleşti. Bütün bunlar bana hayatta neyin kıymetli olduğunu gösteren üretimlerdi.
Bu deneyimin hissini ve bilgisini her zaman yaşandığı andaki kadar güçlü tutmak mümkün olmuyor. Yıllar sonra önce Mithat Bey’in derslerinde, sonra evinde bir araya geldiğimiz gösterimlerde ve ardından MAFM’de devam eden bu duyguları yeniden en güçlü hissettiğim an, geçtiğimiz Mayıs ayında Seyfi Teoman’ı andığımız Instagram yayını oldu. Seyfi’yi 2012’de kaybettik. Mithat Bey Seyfi’yi kaybettiğimizde o kadar üzgündü ki, bu kaybı daha sonra onunla hiç konuşamadık. Mithat Bey’i tanımasanız böyle bir şeyin hiç yaşanmadığını düşünebilirdiniz. Ama MAFM’nin ‘Sinefil odası’nda, giriş kapısına bakan duvarı Mithat Bey Seyfi’nin siyah-beyaz set fotoğraflarıyla donatmıştı. MAFM’ye her gittiğimde o odaya girip, fotoğraflara bakmak şarttı benim için. Sevgili Yamaç Okur Instagram’daki anma yayınını o duvarın önündeki masada yaptı. Seyfi’yi anarken anlattıklarımız esasında biraz da Mithat Bey’in bize işaret ettiği coşku, merak ve güvenin içinde yeşermiş hislerdi. O yayın sonrasında hissettiğim sadece hüzün ve yas değildi. Kim olduğumu, kim olduğumuzu yeniden hatırlatan bir heyecan ve sevgi de hissetmiştim. Herkese nasip olmayacak bir zamanda, mekânda bir araya gelmiştik. Çok şanslıydık. Çok da şanssızdık. Seyfi’yi çok erken kaybettik. Mithat Bey hastalığı boyunca bizi tüm gayretiyle vedaya hazırlamaya çalıştı ama Mithat Bey’le vedalaşmaya da hiç hazır değildik.
MERKEZ'İN GELECEĞİ
Mithat Alam Film Merkezi bizim geçmişimiz değil. Sadece sinemayı değil, aynı zamanda kim olduğumuzu da keşfettiğimiz yoldaki en önemli durak. Geleceği, başkalarının da yolculuklarında durak olmaya devam edebilmesine bağlı. Mithat Bey’den sonra, geride kalan dostlarının en büyük derdi MAFM’de hissedilen sinema sevgisinin, yaşanan üretme heyecanının nasıl sürdürüleceğiydi. Mithat Bey’in yıllarca birlikte çalıştığı, MAFM’yi emanet ettiği üç kadın Zeynep Ünal, Elif Ergezen ve Sadun Başer bu anlamda içimizi ferah tutan bir özveriyle çalışmaya devam ettiler. Ta ki Zeynep ve Elif’in görevlerinden alındıklarını duyana kadar. Şimdi bir kültürün nasıl oluştuğu, nasıl üretken ve sürekli kılındığı üzerine hiç düşünmemiş, yılların birikiminin kıymetini bilmez bir zihniyetle mücadele etmemiz gerekiyor.
Mithat Bey’le hastalığı süresince yaptığımız zor konuşmalardan birinde, kendisine MAFM’nin geleceğiyle ilgili kötü bir senaryoda neler yapabileceğimizi sormuştum. Bana "Öyle bir şey olması için Türkiye’nin bambaşka bir yer olmuş olması gerek…" demişti. Şimdi maalesef o yerdeyiz. Bu can sıkıcı, boğucu süreçteki en büyük tesellim Mithat Bey’in ve MAFM’nin yüzlerce dostu, öğrencisi. Hepimiz MAFM’nin ne için kurulduğunu, orada sinemanın nasıl sevileceğini gördük, yaşadık. MAFM daha çok genç. Ve daha birçok gence "Merkez" olacak, tıpkı bize olduğu gibi. Köklerini şu anda tehdit ediyorlar. Zarar vermelerine izin vermeyeceğiz. (Enis Köstepen/ALTYAZI)