Ahmet Nesin
101 gün telefonlu rehin, cengaver Öztürk Yılmaz...
Hiç cezaevinde yatanınız var mı, bilmiyorum ama cezaevinde illegal yasalar bile gardiyanların ya da müdüriyetin izni olmadan uygulanamaz. Eğer bir ülkede mafya ciddi bir şekilde azıtmışsa, emin olun ki bu ancak emniyetin izniyle olur. Ya da tersinden bakalım, devlet bunların hiçbirine izin vermek istemiyorsa, ilk başlarda ciddi bir çatışma yaşanır ama sonunda her şey düzene girer. Bunun için de ciddi bir demokratik ortam gerekir.
Rehin alınmak da aynı kuralları içerir, rehine alınanın özgürlüğü rehin alanın iznine bağlıdır. Bunlardan en önemlisi rehin alınanın dışarıdakilerle irtibatıdır. Rehin alınanın dışarıyla irtibatı ancak rehin alan tarafından uzatılan telefonla "Baba, kurtar beni" demesiyle olur. Rehin olayı bir filmde işleniyorsa rehin alınan telefonda "Ben ölmeye hazırım, sakın beni kurtarmayın" palavrasıyla doludur.
Ezanın Türkçe okunması için zamansız ve gereksiz bir çıkış yapan CHP milletvekili Öztürk Yılmaz da IŞİD tarafından 101 gün kaçırılıp ailesiyle beraber Musul Konsolosluğu'nda rehin tutulan eski bir başkonsolos. Ve tabii ki tahmin ettiğiniz gibi, kendisi çok cesur ve rehinken hemen hemen her gün devletiyle telefonlaşmış bir cengaver.
Ben yine empati yapmaya çalışacağım ve rehine olarak kendimi Öztürk Yılmaz'ın yerine koyacağım. Doğal olarak ortamın aynı olması gerekiyor ve eşimle çocuklarım da benimle rehin olmalılar. İlk düşüneceğim şey eşimin, çocuklarımın ve personelin en ufak bir yara almadan sağ salim kurtulmalarıdır. Bunun için siyasi görüşlerimden taviz vermem ama acaba beni kurtarırlar mı diye de gizlice telefon görüşmesi yapmam, hele cep telefonundan asla yapmam. Çünkü bunun bir oyun olduğunu bilecek kadar beynim çalışıyor, beni rehin alanların izni olmadan dışarıyla, hem de 101 gün konuşamayacağımı bilirim.
Öztürk Yılmaz rehin kaldığı o dönemi "Başkonsolosluğumuz bir anda çevrildi. Musul'u ayakta tutan yerel polisti. Vali de kimseye haber vermeden gidince haber duyulur duyulmaz kent birden düştü. Normal bir gün gibi giderken o gün profesyonelce bir baskın yedik. Sayılarını tam bilemiyoruz. Kameraları patlattılar, etrafı tekmelemeye başladılar. Baskından bir buçuk saat sonra da o alanı terk etmek zorunda kaldık. 'Bayrağımıza dokunursanız bizi öldürün' o anda öldürmeyi göze almadılar veya alamadılar. Kadınlara, çocuklara ve bayrağımıza en ufak bir şey olursa öldürün dedik. Bizim bildiğimiz gibi bir güvenlik uygulamıyorlar. Nerede olacağınızı bilemediğiniz bir güvenlik uygulaması yapıyorlar. Otobüslerin camlarını kapatıp, gözlerimizi kapatıp yer değişimi yapıyorlardı. Tercümanımız vardı. O gelip bize yer değiştireceğimizi söylüyordu. Başımızda bekleyenlerin de haberi olmazdı. Haber başka yerden gelirdi. Onlar şunu istiyordu; dışarıyı görmememizi... Telafer'de olmamıza rağmen orada olduğumuzu söylemişlerdi bir kez. Onların merhametine bakıp hareket edemezdim. Bana yardımcı olan bir arkadaşım oldu Türkiye ile haberleşmem konusunda. Telefonu saklayıp, bölüp parçalayıp, tekrar birleştirip kullanıyordum. Onlar moral bozmak için video izletmeyi seviyorlardı. Rehineyi demoralize edip psikolojisini bozmaktan keyif alıyorlardı. Bir sabah kalktığımda baktım ve bana yalnızca kalan terliklerimdi. O da onların verdiği... Zor bir süreçti. Bedeniniz dışında size ait hiçbir şey kalmıyor. Bazen onu da kontrol altında tutamıyorsunuz. Onların bize tehditleri her zaman vardı ama fiziki darbeleri yoktu. Çünkü bunlar, fiziki muamaleyi tercih etmiyorlar, kesiyorlar, biçiyorlar. Bunların kültürü farklı. Hemen tanımak zor IŞİD'i. Uzun bir süre rehin olunca tanıdım. Bunlar yüz defa Kur'an'a el basar, yüz defa yalan söyler. Sınıra gidene kadar serbest kaldığımızı bilemedik. Ben 'alo' demeden Başbakanımız 'Hoşgeldiniz' dedi. O an anladım. Bu ülkenin dış imajı ve onuru adına süreci yönetenlere teşekkür ediyorum. Bu ciddi bir başarı." diye açıklıyor.
Okuduğunuz gibi Yılmaz sadece dışarıyla irtibat kurmuyor, aynı zamanda yakalanmamak adına cep telefonunu söküp, parçalayıp yeniden takmasını da biliyor. Ne yalan söyleyeyim, ben 17 yıldır gördüğüm başarılı devlet memurlarını daha önce hiç görmedim. Hepsinin on parmağında on marifet var, zaten Recep Tamam Erdoğan da bunlardan biri değil mi, sadece daha marifetli...
Öztürk Yılmaz, Erdoğan'ın başbakanlığı döneminde Dış İşleri Danışmanlığı da yapmış birisi. Avrupa'dan sorumlu bakan olduğu dönemde de Egemen Bağış'ın danışmanlığını yapmış.
Peki ben şimdi soruyorum, böyle cengaver birisi neden AKP milletvekili olmak varken CHP'den vekil olmuştur? Ya da CHP böyle birisini neden vekil yapmıştır? Bunun yanıtını da esasında Öztürk Yılmaz kendisi veriyor. Ezanın Türkçe okunmasını isteyen Yılmaz, CHP tarafından Disiplin Kurulu'na verilince dün "Çünkü sen istiyorsun ki ben gideyim. Çünkü biliyorsun ki benim bir çalışmam olduğunu biliyorsun. Genel başkanlık için bir çalışmam olduğunu biliyorsun. Hesabın benim önümü kesmek. Hesabın beni parti dışına itmek, beni şeytanlaştırmak. Tarih bunları yazacak. Sen Atatürk'ün huzuruna çıktığında sana cevabı halk verecek. Her yerde bir Öztürk Yılmaz ile karşılaşacaksın. Bu toplum bunları affetmeyecek. Biz inançlı insanlarız, inancımız halkımıza olan güvenimizden ve Allah'a olan güvenimizden geliyor. Ben Musul'da esir olup döndüğümde bir şey istemedim. Ama siz aşağılık bir işe imza attınız. Göreceksiniz defolup gideceksiniz. İstifa etmiyorum. Ne yaparsan yap istifa etmiyorum. Ben bu partiye "Gel Öztürk diye gelmedim, git demeyle gitmeyeceğim. Rezil ol, kepaze ol" diye bir açıklama yaptı.
Ben böyle terbiyesiz açıklama görmedim, umarım bir daha da görmem ama Öztürk Yılmaz'ın neden AKP yerine CHP'den vekil yapıldığını çok iyi anladım. Ergenekon bundan iyisini mi bulacak, rehineyken bile cep telefonunu parçalayıp, bir yerlerde saklayıp, sonra birleştirip IŞİD'lileri bile bezdiren cengaver, hemi de Kemalist ve Türk dincisi, adı gibi ezan istiyor, Öztürk'ten Öztürkçe ezan, 50 yıl önce İsmet İnönü'nün "Gereksiz tartışma" dediği konuda hem de... Sizi Türkiye siyasetine parayla mı verdiler, anlayamadım ki...