Ekrem Düzen
2023 Eğitim Vizyonu Eleştirisi – Dördüncü Bölüm: Temel Politikalar (2)
Çıkan kısmın özeti: Bu seride, Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) tarafından yayınlanan 2023 Eğitim Vizyonu adlı belgenin politik bir ideoloji bildirgesi olduğunu kanıtlarıyla ortaya sermeye çalışıyorum. Vizyon kılığına sokulmuş bu metin, bağnaz (özgürlük-karşıtı) ve baskıcı (demokrasi-karşıtı) bir siyasi projenin propaganda duvarlarından biri. Akademik mahsul kılığına sokulup iddialı sözlerle tahkim edilmiş taktik bir planla karşı karşıyayız. Bu plan, yerli ve milli şiarıyla yürütülen düşmanlaştırma-yalıtma-yok etme politikasının MEB eliyle eğitim sahasına taşınmasını amaçlıyor. Bu belge, bir tartışma zemini aramıyor ve kendi öznel anlam ve eylem dünyasını tek doğru olarak dikte ediyor. Bu yüzden ‘akademik eleştiri’ hak edecek bir nitelik arz etmediği gibi politik açıdan da eleştiri disiplini usulleriyle ele alınamaz. Geriye kalan seçenek, hiciv üslubuyla şerh düşmek. Bundan maksat, demokratik mücadelenin gereği olarak, MEB’in taşeronluğunu yaptığı yerli ve milli gölge oyununun perdesini yıkmak, akademik ve teknik terminolojiye gömülmüş hokus-pokus numaralarını açığa çıkarmak, ve bu vizyon hokkabazlığının boyasını sökmek.
Bu teşrihli teşhir serisinde şimdiye dek üç bölüm yayınlandı: Bu bölümlere, aşağıdaki başlıkların üstüne tıklayarak ulaşabilirsiniz.
2023 Eğitim Vizyonu Eleştirisi – Birinci Bölüm: Sözün Önü
2023 Eğitim Vizyonu Eleştirisi – İkinci Bölüm: Felsefesi
2023 Eğitim Vizyonu Eleştirisi – Üçüncü Bölüm: Temel Politikalar (1)
Eleştiri serisinin bu dördüncü bölümünde, "Temel Politikamız" (sf. 20) başlığının devamı ve tamamlayıcısı niteliğindeki başlıkların değerlendirmesi yer alıyor. "İçerik ve Uygulama" (sf. 24) başlığından "Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık" (sf. 54) başlığına dek sıralanan toplam 8 başlık, eğitsel politikaların neler olduğu ve nasıl yürütüleceğine ilişkin vaazlar ve vaatler içermek bakımından bir bütünlük gösteriyor. Dolayısıyla bu bölümde ele alınan konular temel politikalar eleştirisine dahildir.
İçerik ve Uygulama (sf. 24-25)
Vizyon derken ölü bir ideolojiyi robotik bir mekanizmayla yeniden harekete geçirmeyi, politika derken de özerkliği hiç edilmiş okul müdürünü imkânsız öğretmen ve imkânsız öğrenciye musallat etmeyi anlayan MEB, politika içeriği olarak birtakım olur olmaz teknik düzeltmeler vaat ediyor bize. Bu düzeltmelerin şimdiye dek niçin yapılmadığı veya 2023 yerine önümüzdeki 24 saat içinde yapılmasının önünde ne engel bulunduğu bir kenara, eğitimin muhataplarına (öğretmenlere, öğrencilere, velilere) bırakılsa layığınca projelendirilecek bu teknik iyileştirmelerin bu vizyon belgesinde ne işi olduğunu sormak gerek.
MEB, kimseye bir şey sormuyor. Eşittir, kimseyi muhatap almıyor. Kendisi neyin ne olduğunu ve ne olması gerektiğini herkesten iyi biliyor. Olsa olsa vitrin süsü olabilecek "içerik ve uygulama" vaatleri, MEB’in dogmatik ideolojisine hizmet ettiği ölçüde kullanışlı birer dolgu maddesi. Neyi ne zannediyorsa o zanla hareket eden merkezi bir eğitim dairesi MEB. Hesapsızca atıyor; attığının tutacağına dair elinde hiçbir veri yokken ve tutmayacağına dair delilleri karartarak.
Bir kısmı girişimcilik mahfillerinden, bir kısmı sivil toplum örgütü jargonundan apartılmış kopya bir terminolojiyle konuşuyor vizyon belgesi. İş görme kaygısı taşımayan, sağdan soldan işittiği "siyaseten doğru" lafları ezberleyen her samimiyetsiz siyasetçi gibi, kendini en çok bu teknik kalibrasyonlar sırasında ele veriyor. Her iki cümlede bir çelişkiye düşer miyim endişesinden tamamen sıyrılmış. Yapacağını söylediği şeyi yapmayacağını herkes biliyor. Uzaktan kumandayla yürütülen ama kontrolden çıkmış battal vücuduyla neye basıp neyi ezdiğini umursamadan ortalığı dağıtmaya devam ediyor.
"İçerik ve Uygulama" alt-başlığı herbiri diğerinden boş iki vaatten oluşuyor:
- "Zorunlu ders saat ve çeşitleri azaltılarak, derinleşmeye, kişiselleştirmeye ve uygulamaya zaman ayrılacak.’’
- "Müfredatlar, tüm kademelerde bütüncül, yetenek kümeleriyle ilişkilendirilmiş, esnek ve modüler yapılar olarak yapılandırılacaktır."
MEB, parlak ambalajlı kof vaatler yerine (a) öğrencilerin edinebileceği yetkinlik kümeleri, (b) bu yetkinlikleri edinme yöntemleri üstüne çalışsaydı, aramızda bir diyalog gerçekleşirdi belki. Diyalog sevmiyor MEB. Bakanlık zabıtasına çevirdiği ortalama bir okul müdürü gibi, alim-i mutlak edasıyla nutuk çekiyor hepimize. Hangi bilgi, beceri ve tutumun nasıl edinileceğinden tek söz bile etmeden "öğrenilen her türlü bilgi, beceri ve tutumun bir davranış olarak ortaya çıkmasının ötesinde, çocukların kendilerine ve topluma doğrudan hizmet edebilecek bir yetkinlik olarak yerleşmesini" amaçladığını iddia edebiliyor. Soyut olanı somutlayacağına, yine soyut bir kavrama başvurup "görgü" diye tanımlıyor bu karmaşık yetkinliği. Ama görgüyü tanımlamaktan aciz. Anlaşılmaz cümleler kurarak iyi bir şeyler yaptığına inanmamızı bekliyor: "Bu unsurun [görgünün] temel dayanağı, birbirini tamamlayan, kavramsal öğrenmeyi ve derinleşmeyi destekleyen ders ve etkinliklerle çocuğun bütünsel gelişimine hizmet etmektir." Bu cümleye bakarsanız, öğrenciler mi görgü edinecek görgü mü öğrenciyi, anlamak kabil değil. Bu kadarla kalmıyor, içerikten de hiç haber yok! Bu soyut içeriğin süzüleceği daha soyut süreçlerden haber var: "Kazanılan becerilerin içselleştirilmesinde her türlü öğrenme içeriği; (a) ilgili, (b) ilişkili, (c) geçirgen, (d) analitik ve (e) birbirini tamamlayıcı olarak tasarlanacak ve hayata geçirilecektir."
Soyut kavramlar ve süreçler deryasında bocalayan MEB’in vaziyeti güya daha somut süreçlerle boğuşurken de perişan. Başka mecralardan aşırdığı kelimeleri rastgele sıraladığı sürece bu havasızlıktan kurtulması mümkün değil. "Çocukların ilgi, yetenek ve mizaçları doğrultusunda esnek, modüler ve uygulamalı olarak iyileştirilecek bir müfredat" vaadinin yegane somut önerisi, ders saatini ve çeşidini azaltmak. MEB, azalan ders saati ve çeşidinden kazanılan zaman ve meşguliyeti "Tasarım-Beceri Atölyeleri" olarak tarif ettiği işliklere kanalize edecekmiş. Bu atölyeler ‘’yeniçağın gerektirdiği problem çözme, eleştirel düşünme, üretkenlik, takım çalışması ve çoklu okuryazarlık becerilerinin kazandırılması için somut mekânlar olarak’’ düzenlenecekmiş. "Kişiselleştirmeye" zaman ayrılacakmış. "Çocukların sahip oldukları yetenek kümeleriyle ilişkilendirilmiş becerilerin uygulama düzeyinde kazandırılması" sağlanacakmış. Ve "etkinlikler bilim, sanat, spor ve kültür odaklı’’ yapılandırılacakmış.
Oysa aynı paragraf içinde MEB (sf.25; p.2), öğrencilerin kişisel özelliklerini hiç de hesaba katmadan ortalama bir beceri setinin talimlerini yaptıracağını açıkça vurguluyor. Bu atölyelerin "ortak bir amaç doğrultusunda tasarlanmış, çocuğun özellikle elini kullanmasını önemseyen, mesleklerle ilişkilendirilmiş işlikler’’ olacağını söylüyor. "Çocuğun kendisini" tanımayı "meslekleri ve çevresini" tanımaya endekslediğini belirtiyor. "Bilmekten çok tasarlamanın, yapmanın, üretmenin ön plana" çıkacak oluşunu olumlu bir iyileştirmeymiş gibi sunuyor. Ne tasarlayacağını kendisinin keşfetmesi gerekmeyen, söyleneni tasarlayabilecek kalfa yetiştirmeyi eğitim diye satıyor, eski hikâyeyi yeni kelimelere bürüyerek. Çalma çırpma kelimelerden bir terminolojik gürültü çıkarıp bütün çabasının öğrencileri sınırlı bir perspektife sıkıştırıp birtakım seçmece mesleklere yönlendirmek olduğunu saklamaya çalışıyor.
Araya éeleştirel düşünme’’ terimini sıkıştırmayı da ihmal etmemiş. Halbuki vizyon belgesinin felsefesini açımlarken (p.3; sf.14) eleştirel düşünceyi (yaratıcılık, iletişim, ve takım çalışmasıyla beraber) ‘maddi dünya anlayışına ait, kadim medeniyetimize ters, yerli ve milli değil’ diye mahkûm etmişti! MEB’den tutarlılık beklemiyoruz. Ne yazdığına dönüp bakmasını da beklemiyoruz. Görevi kötüye kullandığını saptıyoruz ve bu saptamanın günü geldiğinde gerçek bir düzeltme işlemine zemin oluşturmasını hedefliyoruz.
Okul Gelişim Modeli (sf. 26-27)
Vizyon belgesinin bir eğitim yaklaşımı değil de öznel bir dünya görüşü ve hayat anlayışını yansıttığının açık kanıtlarından birini, MEB’in okulları neye dönüştürmek istediğine bakınca görüyoruz. Bütün sözlerini önsözde ve böbürlendiği felsefesinde tüketmiş bulunan MEB, okul gelişim modeli başlığında eski teranelerini yenilemekten başka bir şey yapamıyor. MEB öyle bir okul geliştirecek ki öğrenciler "evrensel, millî ve manevi erdemlerle birlikte yaşam becerilerini" içselleştirecek. Bu içselleştirme öncelikli olarak seçmece sivil toplum örgütleri, seçmece aktörler, seçmece diğer kuruluşlarla işbirliği halinde gerçekleşecek. Çocukları kimlerin ellerine teslim edeceğini ilan etmekten çekinmiyor MEB; kendi azman cüssesinden başka hiçbir ölçü tanımıyor. Eğitime düşman bir eğitim dairesiyle mücadele etmekte olduğumuz, MEB’in kendi ifşasıyla sabit.
Öğrencileri eğitimle ilgisiz kişilerin, kuruluşların insafına terketmekle yetinmiyor MEB. Kaynak aktarımında adil olmayacağını, elinden geldiğince her okulu kendi kaderine terkedeceğini bildiriyor. Bozuk Türkçe bir kez daha ele veriyor kafa sürçmesini. Redaksiyona tenezzül edilmemiş: "Bu nedenle okulların eğitim sistemimizin, içinde bulundukları il, ilçe ve muhitin öncelikleri doğrultusunda amaçlara sahip olmaları ve bu amaçları gerçekleştirmek için faaliyetlerini düzenlemeleri, sistemin bütününde iyileşme sağlamanın ön koşuludur."
Anlaşılan o ki MEB her öğrencinin asgari yeterlik düzeyinde bilgi ve beceriyle donatma gibi basit bir amacı bile çok görüyor bu ülkenin çocuklarına. Herkesi bulunduğu yere kıstıracak, yerelinde boğacak bir strateji kurmuş. Devlet destekli sözde sivil toplum kuruluşları da bu yalıtılmış dar bölgelerin gözetleme kuleleri olacak şekilde sınır boylarına dizilmiş.
Vizyon belgesi tekrara düştükçe, kullandığı göz boyasının kalitesi de düşüyor. Yüreğe su serper gibi görünen bazı uygulama önerileri, biraz yakına gelince, küçük puntolarla yazılmış amacı gizleyemiyor: "Okul gelişimindeki başarı, her bir okulun var olan imkânlarını göz önüne alarak yapacağı planla, kendi hedefleri doğrultusunda bulunduğu yerden kat ettiği mesafeyle değerlendirilecektir. Tüm okullarımızın gelişimleri, tüm kademelerde yapılandırılacak 'Okul Profili Değerlendirme' Modeliyle izlenecek, değerlendirilecek ve desteklenecektir. Okulların gelişiminin izlenmesi ve desteklenmesi sürecinde il ve ilçe teşkilatlarının yapısı, rol ve sorumlulukları yeniden yapılandırılacaktır." [Tırnak içine alınan metindeki yazım hataları MEB’e aittir.]
Sanırsınız ki MEB okulları birbiriyle yarıştırmak yerine her bir okulu kendi imkân ve kabiliyetleri çerçevesinde değerlendirecek de ona göre yerel idareyle işbirliği içinde gelişim planları hazırlayıp uygulamaya geçirecek. Hayır. Eğer amaç bu okullarda öğrencilere asgari yeterlik düzeyinde bilgi ve beceri kazandırmak olsaydı, bir vizyon belgesi yazmaya ihtiyaç olmazdı. İki satırlık bir iç yazışmayla halledilebilir bir iştir bu. (1) "Ekteki bilgi ve becerilerin kazandırılması ve ilgili izleme ve değerlendirmelerin her dönem sonunda istişare edilmek üzere filanca birimle paylaşılması" diye bir cümle yazarsınız, bu iş 24 saatte hallolur. Amma ki maksat yerli ve milli bir siyasi din yaymaksa bin dereden su taşımak ve bu değirmeni – en azından bugünkü koşullarda – siyaseten doğru bir perde arkasında döndürmek gerekir. MEB bu siyasi dinin değirmenciliğine soyunmuştur ve bahsettiği sahte sivil toplum kuruluşlarıyla elele-kolkola okulların suyunu kurutacağı gün gibi ortadadır.
Veriye Dayalı Yönetim (sf. 28-31) ve Ölçme ve Değerlendirme (sf. 32-39)
Bu iki başlık altında MEB, diğer başlıklara göre daha teknik bir dil tutturmaya çalışmış. Olmamış. Mızrak yine çuvala sığmamış. Bir vizyon veya politika belgesinde genel ilkeler haricinde yeri olmaması gereken bu konulara burada yer verilmesinin sebebi açık: Her iktidarın eğitim dünyasına kendi toptancı anlayışını yüklemeye çalıştığı, gerek derlenen veriler gerekse ölçme-değerlendirme çalışmaları bu toptancı anlayışa hizmet edecek şekilde biçimlendirdiği bu ülkenin en bilinen gerçeklerinden. Öte yandan, ölçme-değerlendirme, sağlama yapılması gereken işlemler kategorisinde. Bu başlıklarla ilgili bağımsız ve kesintisiz izleme-denetleme çalışmaları yoksa nesnel ölçme-değerlendirme işlemlerinden bahsedilemez. Kendine güvenen bir iktidar ve dolayısıyla bir eğitim idaresi, bu işleri kendisi yapmaz, bağımsız araştırmacılara kaynak sağlayarak –bu sırada kendini de denetime tabi kılacak şekilde– sürekli bir faaliyetin şartlarını hazırlar. Ne var ki üniversite özerkliğinin veya bağımsız araştırmacı kimliğinin itibar görüp savunulmadığı bir kültür coğrafyasında, rektörlerin atama yoluyla görevlendirildiği totaliter bir siyasi iklimde MEB’den nesnel bir veri havuzu oluşturmasını veya ölçme-değerlendirme süreci kurup işletmesini beklemiyoruz. Özerk ve bağımsız araştırma konusunda ağzını açamayacak bir bakanlığın vizyon belgesinde ölçme-değerlendirmenin isminin geçmesi cisminin geçmesine yetmiyor.
MEB’in veriye dayalı yönetim politikası, karar alma ve bilgi-işlem faaliyetlerinin tamamını merkezde toplama anlayışının bir yansıması. Büyüklüğü ne olursa olsun merkez dışındaki hiçbir unsura (ister taşrada bir il müdürlüğü ister en yakın köye iki saat uzakta bir okul) kendi koşullarına uygun karar alma veya veri derleme özerkliği bırakmak istemiyor. Daha da koyu bir merkeziyetçilik benimseyeceğinin işaretini "Okul Gelişim Modeli" başlığında vermişti. Tekrara düşmek, ezberci MEB kafasının kaderi. Aynı cümleleri burada bir kez daha alıntılayalım ki başlık sayısını arttırmakla hiç de yeni bir söz söylemediği açıklık kazansın: "Okul gelişimindeki başarı, her bir okulun var olan imkânlarını göz önüne alarak yapacağı planla, kendi hedefleri doğrultusunda bulunduğu yerden kat ettiği mesafeyle değerlendirilecektir. Tüm okullarımızın gelişimleri, tüm kademelerde yapılandırılacak 'Okul Profili Değerlendirme' modeliyle izlenecek, değerlendirilecek ve desteklenecektir. Okulların gelişiminin izlenmesi ve desteklenmesi sürecinde il ve ilçe teşkilatlarının yapısı, rol ve sorumlulukları yeniden yapılandırılacaktır."
Bu bıktırıcı tekrarın ruhu, öğrencilerin sosyal, kültürel ve sportif etkinliklerinin izlenmesiyle ilgili geçiştirme cümlesinde kemaline eriyor. MEB’in dert etmediği bir mesele varsa işte o mesele şu "sosyal, kültürel, ve sportif etkinlikler" meselesi. Yaptırmayacağı faaliyeti ölçeceğini söylüyor MEB. Muhtemelen dünyada ilk kez bir faaliyet grubunun başarısını nicelikçe az, nitelikçe cılız yaptırdığıyla övünmeye hazırlanıyor.
‘Veri derleme ve yönetimi’ ile ‘ölçme ve değerlendirme’ konuları teknik konular gibi görünmekle birlikte, aynı zamanda siyasi manipülasyona son derece açık konular. Buna en iyi örneklerden biri, MEB’in PISA değerlendirmelerinden duyduğu hoşnutsuzluk ve PISA’ya alternatif bir değerlendirme sistemi arayışı. MEB’in, PISA hoşnutsuzluğu yerli ve milli sığlığıyla malul olmayıp nesnel gerekçelere dayansaydı, bu hoşnutsuluğa paydaşlık edecek pekçok saygın bilim insanının desteğini alabilirdi. MEB gerçekten eğitimde nitelik yükselmeyi hedefleyen ölçme-değerlendirme ve izleme-denetleme çalışmaları istiyorsa öncelikle işi uzmanına bırakabilmeli. Bu ülkede MEB’e, YÖK’e, ve TÜİK’e rağmen dünya standartlarında veri derleme ve ölçme-değerlendirme yapabilecek yetkinlikte araştırmacılar ve kuruluşlar var.
Vizyon belgesinde bahsedilmeyen diğer bir konu da yerli ve milli zekâ testi. Tıpkı PISA gibi, eğer MEB mevcut zekâ testlerinin eksikliklerini azaltacak, literatüre özgün katkı sağlayacak bir alternatif geliştirme peşinde olsaydı, bu fikir dünya çapında ses getirecek bir başarıya dönüşebilirdi. Ne var ki hem PISA hem yerli zekâ testi konusunda MEB’in kafası son derece karışık. Bir yandan PISA’yı "tek kanatla uçmaya çalışmakla" kınıyor (sf. 17) diğer yandan "öğrencilerin PISA gibi uluslararası sınavlarda arzu edilen sonuçları alabilmeleri için üst bilişsel becerileri destekleyen yeni nesil dijital ölçme materyalleri" geliştireceğini söylüyor (sf. 74). Yerli ve milli zekâ testinden ise, üstün zekâlı çocukları erkenden yakalama aracı dışında bir hizmet beklemiyor (sf. 63). Neyse ki "yurt dışında geliştirilmiş ölçeklerin kültürel uyum ve standardizasyon çalışmalarından" vazgeçmiyor. (2)
Vizyon belgesinde bu gibi konulardan niye bahsedilmediğini anlamakta zorlanıyor muyuz? Hayır! MEB, araç olarak kullanabileceğinden emin olduğu –ve tehlikesiz bulduğu– konu başlıklarına ya hiç değinmiyor ya da şöyle bir uzaktan bakıp geçiyor. Yakın markaja aldığı konular, henüz işi tam sağlama bağlayamadığını düşündüğü başlıklar. Veri derleme-işleme veya ölçme-değerlendirme perspektifinin kronik darlığı bu lakaytlıkla ilgili. Bütün mesele konunun işe yarar ve –tehlikesiz– bir araç olup olmamasından ibaret. İşine gelmiyorsa ilgilenmiyor. Tehlikeliyse, üç maymunu oynuyor. Metodolojiye bu denli kör-sağır-dilsiz olması tesadüf değil.
İnsan Kaynaklarının Geliştirilmesi ve Yönetimi (sf. 40-45)
MEB, öğretmen niteliklerinin yükseltilmesi konusunu tek kelimeyle es geçmiş. Vizyon belgesinin başarı hanesine yazılası bir hareket bu. "İnsan kaynaklarının geliştirilmesi" diye başlık atıp öğretmen niteliklerinin hangi politika araçlarıyla yükseltileceğinden bahsetmemek büyük manevra kabiliyeti ister. Bunun yerine, "kültürel geleneğimizdeki bilmek, yapmak, olmak silsilesinde, ustalığı ve erdemi önemseyen kodları koruyarak zamanın ruhuna uygun biçimde, mesleki uzmanlık yeterliklerini güçlendirmeye yönelik" bir model oluşturmaktan bahsediyor. "Temel Politikamız" başlığı altında tarif etmeye çalıştığı imkansız öğretmen figürünü burada bir kez daha parlatıyor.
MEB, yüksek nitelikli öğretmen peşinde değil, yerli ve milli öğretmen peşinde. Stratejisi hazır. YÖK’le işbirliği yaparak üretecek bu öğretmen kalıbını: "Bu doğrultuda, Yükseköğretim Kurulu'yla (YÖK) gerçekleştirilecek iş birliği ve koordinasyon aracılığıyla öğretmen ve okul yöneticilerimizin mesleki gelişimleri çağdaş bir yaklaşımla lisansüstü derecesine dayalı olarak yapılandırılacaktır."
Ve tüm kadroyu yenileyene dek, ses çıkarmayanıyla idare edecek bir süre daha: "Ayrıca mevcut insan kaynağının en verimli şekilde kıymetlendirilmesi için aidiyet duygusunu güçlendirecek adımlar atılacaktır. Aidiyetin güçlenmesi için öğretmen ve yöneticilerin hakları konusunda gerekli duyarlılık gösterilecektir."
En vahimi, MEB’in eğitimi öğretmenlerin elinden almaya hazırlanıyor oluşu. Her işi taşerona havale etmeyi marifet zanneden bir hükümet sisteminin eğitim dairesi daha engin bir ufuk gösterecek değil ya! Vizyon belgesinde kullanılan aşırma dil ve jargon, öğretmenlerin başına bela edilecek, işlerini onlardan daha iyi bildiğini zannedenler tarafından. Nasıl ki daha önce üniversiteler ve özerk kamu kuruluşları üçüncü sınıf ticari işletmelere ve yöneticileri birer acenta tezgahtarına dönüştüyse şimdi de öğretmenler niteliklerinden arındırılarak eğitim-öğretim faaliyetinin lafzından ve ruhundan haberi olmayan fason imalat atölyelerinin geçici işçilerine dönüştürülecek: "Öğretmen ve okul yöneticilerimizin mesleki gelişimlerini sürekli desteklemek üzere üniversitelerle ve STK’larla yüz yüze, örgün ve/veya uzaktan eğitim işbirlikleri hayata geçirilecektir."
MEB’in insan kaynakları anlayışı, varolan prekarya düzenini daha da derinleştirerek yaymayı amaçlıyor. Bir "öğretmenlik meslek kanunu" çıkaracağından bahsediyor. Halbuki meslek yasalarını bakanlıklar çıkarmaz. Meslek mensuplarıyla parlamento arasındaki bir pazarlıkla yapılır meslek yasası denen toplumsal sözleşme. Meslek mensuplarının özerk ve bağımsız olmasının engellendiği ve parlamento bulunmayan bir ülkede bir yasanın adına meslek yasası demekle o yasa meslek yasası olmaz.
Bu meslek yasası üçkağıdının anlamını hepimiz biliyoruz: Küçük bir kayığa doğru yarışacak öğretmenler. Kayırılanlar kendilerine bir oturumluk yer bulacak. Kayırılmayan büyük kitle, nefesinin yettiği yere dek yüzecek. Sonrası malum.
Okulların Finansmanı (sf. 46-47)
MEB’in vizyonu, iş okulların finansmanına gelince, dağılıvermiş. Kamu kaynaklarından pay almaya dair ifadeler daima alternatif bir ek kaynak ihtimaliyle beraber zikredilmiş. Bütçesi belirsiz, kaynak bulma ve harcama yetkisi elinden alınmış bir bakanlık, nereden finansman bulacağını şaşırmış durumda. "Döner sermaye" diyor, "hayırsever" diyor, "bağış" diyor, "özel sektör ve sivil toplum işbirlikleri" diyor ama bir türlü kamu finansmanı diyemiyor. En ‘kamusal’ ihtimal "diğer bakanlıklarla ortak projeler."
MEB’e bazı Nasreddin Hoca fıkralarını hatırlatmak lazım. Mesela "ayağını yorganına göre uzat" veya "parayı veren düdüğü çalar" gibi. Kendi finansal özerkliği olmayan bir MEB, bize vizyon satmaya kalkışıyor.
MEB, diğer tüm kamu örgütleri gibi, asgari bir özerklikten bile mahrum. Ve bir özerklik talep edecek vizyona sahip değil. Bu vizyona sahip olmayan bir bakanlığın kendi özgün misyonu olamaz. Başkasının misyonunun taşeronu olur. MEB’e yerli ve milli ideolojinin taşeronu derken, meram budur.
Teftiş ve Kurumsal Rehberlik Hizmetleri (sf. 48-50)
Teneffüs dakikalarını arttırmayı hayal edebilse bile müfettişten kurtulmayı aklına getiremeyen bir eğitim idaresi, ne eğitimden anlıyordur ne de idareden. Bu körlüğe rağmen, bu teftiş işinde bir tuhaflık olduğunu MEB bile sezmiş olacak ki teftiş müessesesini "kurumsal rehberlik hizmetlerine" çevirmeye çalışıyor. İnceleme, araştırma ve soruşturmanın bir iyileştirme faaliyeti olmadığın anlamış ama şimdi kendisinin yaptığı gibi dogmatik ideolojinin yaygınlaştırma işini denetleme faaliyetin olduğunu idrak edememiş. Bir idrak oluşsaydı, kendi teftiş sistemini kurmaya girişirdi; iş veya sivil toplum dünyasından aşırdığı boş kavramlarla boş bir mekanizma kurmaya kalkışmazdı. Okulu ticari muhasebe anksiyetesine, öğretmeni sözleşme paniğine köle eden bir bakanlığın kurumsal rehberliği, diğer tüm vizyon unsurları gibi bir aldatmacanın parçası olabilir. Belli ki MEB bu kez kendi aldatmacasına kendisi kapılmış.
Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık (sf. 51-54)
Taşeronluğun sebep olduğu en büyük kayıp, özgüven kaybıdır. Özgüven, gökten zembille inmez. Başkalarıyla kurulan güven ilişkileri içinde, zamanla, emekle inşa edilir. Taşeron, başkasını da kendisi gibi birilerinin taşeronu olarak görmekten kurtulamaz. Herkesi taşeron zanneden, kimseye güvenemez. Başkasına güvensizlik, kendisinin güvenilmez olduğunu bilmekten gelir. Hele de yerli ve milli ideoloji gibi sahibi belirsiz, hedefi tarihsiz, nesnesi insansız bir fikri hayata geçirmenin ajanıysanız, herkesi ve her şeyi kontrol etmek gibi imkânsız bir işe soyunursunuz. Bu teşebbüsün sonunun hüsran olacağı kesindir. Bu hüsranın en büyük kalemi, sizin kimseye, kimsenin de size güvenmemesidir. Kendine güvenmenin ne olduğunu bir daha hatırlamamak üzere unutursunuz.
MEB, bünyesindeki rehberlik ve psikolojik danışmanlık kadrolarından kendisi ve herkes için rehberlik ve psikolojik danışmanlık alacağına, bu geniş ve derin çalışma alanını (ve temsilcilerini, gerçek insanları) küçük ve önemsiz bir rolün içine sığdırmaya kalkışıyor. Kariyer rehberliğiyle bir tutuyor bu köklü disiplini. "Çocukların mizaç, ilgi ve yeteneklerine uygun eğitim alabilmelerine imkân veren bir sistem oluşturma" çalışmalarında kullanılacak yeknesak bir araca indirgiyor. Üstelik bu indirgemeyi bu disipline sorarak yapmıyor. Komuta kendisinde zannıyla, emir vererek yaptırabileceğine hükmediyor. "Hâlen tüm öğrenciler için işlevsel bir yönlendirme mekanizmasının mevcut olmayışını" bu daraltmaya gerekçe gösteriyor.
MEB, tehlikeli sulara dalma hazırlığında. Son derece aldatıcı bir üslupla ve rehberlik ve psikolojik danışmanlık faaliyetleri kisvesi altında yürüteceği bir seçme-ayırma işlemine girişecek. Öğrenci profilleri oluşturarak, bu profillere uygun yönlendirmeler yapacak. Fakat ‘biz bakanlık olarak öğrenci profilleri oluşturacağız’ demiyor. Bu profilleri ‘öğrencinin kendisi oluşturacak, biz öğrenciye bu profili oluşturmasına rehberlik edeceğiz’ diyor: "Kariyer Rehberliği sistemi yapılandırılacak ve tüm öğretim kademeleri düzeyinde çocukların kendini tanıyarak (mizaç, yetenek, ilgi, değerler, kişilik ve aile) kariyer profili oluşturması, iş ve meslek tanıma yollarını, kaynaklarını öğrenmesi ve kariyer gelişim dosyasının öğrenci e-portfolyosuyla ilişkilendirilmesi sağlanacaktır." (sf. 54)
Diğer yandan, dolaylı ifadelerden medet umsa da bu profillerin mesleki yönlendirmede kullanılacağını saklayamıyor: "Türk kültürü dikkate alınarak yetenek, ilgi, meslek değerleri, mizaç, kişilik, karar verme, kariyer inancı vb. özelliklerin ölçülmesine yönelik araçlar geliştirilecektir." Buradaki "Türk kültürü" ifadesinin sosyokültürel sakıncaları saklı kalmak kaydıyla, erken dönemde yetenek, mizaç, kişilik, ve mesleki eğilim saptama çabalarının, hele hele bu saptamalara göre yapılan yönlendirmelerin yol açacağı vahim sonuçlardan bihaber bir MEB’le karşı karşıyayız. Daha kötüsü, o haberi duymak istemiyor. Daha da kötüsü, duysa da aldırış etmiyor. Dediğim dedik diyerek tuttuğunu fırlatacak kendi karanlık çukuruna: "Rehberlik sonucu ortaya konulan veriler yardımıyla her bir öğrencinin bilimsel yöntemlere başvurularak kariyer yönlendirilmesinin yapılması sağlanacaktır." Bununla da yetinmeyip sınıf öğrenmelerini de bu eğitsel suçun ortağı haline getirecek: "Sınıf öğretmenlerinin rehberlik hizmetlerine ilişkin becerilerinin artırılması için sertifikasyona dayalı eğitimler düzenlenecektir
MEB, kariyer yönlendirme projesinin nesnel dayanaktan yoksun oluşuyla ve bu tür girişimlerin öğrencilere vereceği zarar miktarı ve çeşidiyle ilgili bilgileri, bünyesindeki yetkin rehberlik ve psikolojik danışmanlık uzmanlarından sorabilir. Sormadan görmesi gereken –belli ki görmemeyi tercih ettiği– kısım ise şudur: MEB hem sınıf öğretmenliğini aşındıracak hem de rehberlik ve psikolojik danışmanlık disiplinini dejenere edecek. Bu iki grup meslektaş MEB’e rağmen birbirine rakip veya düşman olmayacaksa ferasetleri sayesinde olmayacak. Her durumda MEB, ehil olmadığı bir işe bodoslama girişmenin bedelini, hem öğrenciyi hem öğretmene hem de veliye ödetecek.
(1) Merkezi bir eğitim idaresinin hemen her koşulda dogmatik bir ideolojik aygıt işlevi göreceğini ve eğitimin (demokratik denetime açık olmak koşuluyla) yurttaşların özgür girişimleriyle örgütlenmesi gereğini daha sonraki bölümlerde yazacağım.
(2) Ölçme ve değerlendirme, teknik ağırlıklı araştırma konularının siyasi amaçlar doğrultusunda kullanılmasına en müsait alanlardan birini oluşturuyor. Ayrıca bu alt-başlıkta MEB’in söz ettiği fakat benim ele almadığım diğer bir sorunlu konu başlığı daha var: "Okullara giriş sınavları" veya "sınavla öğrenci kabulü." Bu kapsamlı başlıkları -diğer eğitim politikalarıyla ilintilerini koruyarak– takip yazılarında ele alacağım.