Ahmet Nesin
Abdülkadir Selvi 'Çoklu Darbe' sendromunda!..
Darbe var, darbecik var, darbe sayılmayan darbe var, "Ulan bu da amma darbeydi haaa" dediğimiz darbe var, "O da darbe mi leyn, sen bizim darbeyi göreydin" dediğimiz var, "Bakmayın Denizleri astıklarına, devrimcileri öldürdüklerine, o muhtıraydı" denilen var. Yıllar önce yazdığım bir yazının başlığını anımsadım: "TÜRKİYE'DE HERKESİN BİR DARBESİ VAR".
Darbeye karşı olmanın tek yolu var aslında, kime yapılırsa yapılsın karşı çıkmak. Adnan Menderes ve arkadaşlarının asıldığı 27 Mayıs 1960'a darbe dememekle, 12 Mart 1971'de yapılan darbede Denizlerin idamı için "3 bizden 3 onlardan" demek arasında bir fark yok. Ya da 28 Şubat'ı darbe saymamak, faşizmi desteklemektir, sağcı ve dinci iktidarın askeriyeyle devrilmesine sevinmek kendi gücüne güvenmemek ve sırtını anti demokratik uygulamalara dayamaktır.
Darbelerden bahsederken "ÇOKLU DARBE"den bahsetmek gerekiyor. "ÇOKLU DARBE" Türkiye'de üçüncü kez yaşanıyor. Daha önce 9 Mart 1971'de başlayan ama başarılamayınca hemen arkasından gelen 12 Mart 1971 darbesi türüne denir. "ÇOKLU DARBE" genellikle üst düzey komutanların vazgeçmesiyle ortaya çıkan darbe türüdür. Örneğin 9 Mart darbe girişiminden dolayı Cumhuriyet yazarı İlhan Selçuk hapsedilip, işkenceye maruz kalırken, aynı darbenin içindeki Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur 12 Mart darbesiyle yaşamına devam edip, İlhan Selçuk ve arkadaşlarını hapsettiren konumuna geçmiştir. Vazgeçen komutanlar darbeden vazgeçmezler, kendilerini kurtarmak için hemen arkasından başka darbe yaparlar.
İkinci "ÇOKLU DARBE" darbe bence Ergenekon darbe girişimi sırasında yaşandı. Bu darbe girişimi esasında biraz da aleni denendi diyebiliriz. Bu darbe girişiminde de Cumhuriyet yazarı İlhan Selçuk gözaltına alındı. İlhan ağabey darbe girişiminin içinde miydi, bilemem ama bildiğim tek şey, gazeteci olarak dönemin cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'le 3 kez görüştüğüdür. Söylentiye göre Sezer darbeye ikna olmamıştır ve onunla birlikte kimi üst düzey komutanlar da vazgeçmiştir. Ergenekon darbe girişiminin arkasından askeri darbe yapıldı mı derseniz, adı konmasa da yapıldı bence. Hem Erdoğan, hem de Fethullah Gülen istemediği bütün komutanları (NATO'cular hariç) devre dışı bırakarak sivil darbeyi sağlamlaştırmıştır.
Hem 9 Mart, hem de Ergenekon darbe girişimlerinin ortak özelliği, ikisinin de beraat etmiş olmasıdır, nedenini belki ileride öğreneceğiz ama büyük olasılıkla ciddi pazarlıklar sonucu yapıldı.
Üçüncü çoklu darbe 15 Temmuz gecesi ve sonrası yaşanan darbedir. Bu darbenin diğerlerinden farkı, 2 grubun da aynı anda başlamasıdır. 9 Mart darbe girişiminde 3 gün, Ergenekon'da da daha fazla bekleyen diğer darbeciler 15 Temmuz darbe girişiminde beklemediler ve 2 grup darbeye aynı anda başladı. Bunun nedeni çok açık, Erdoğan artık seçimle tek başına iktidara gelemeyeceğini bildiğinden tek başkan mantığına darbeyle kavuşmak zorundaydı. O yüzden de zaten Ergenekoncular hariç bütün grupları darbe yapmaya itti. Ergenekon darbe girişiminde yaptığı temizliğe, 15 Temmuz'dan sonra NATO'cularla, Gülencileri ekleyen Erdoğan sivil darbesine askeri güç de katmış oldu.
Bu yazdığım darbe girişimleri ve darbeler sonucunda Hürriyet Gazetesi yazarı Abdülkadir Selvi kadar sıkışan bir yazar sanırım yoktur. Selvi, yaşı itibariyle 9 ve 12 Mart 1971 darbelerini yaşamasa da okumuştur, neler olduğunu iyi bilir. O ekip, gerçekleşmeyen 9 Mart darbe girişiminden nefret etse de 12 Mart darbesini darbeden saymaz.
Ergenekon davası görülürken kanının son damlasına kadar Fethullah Gülen'i savunan Selvi, daha sonra Erdoğan'la beraber bir Gülen düşmanı haline geldi. Selvi'nin eski yazılarına baktığınızda kendisini 15 Temmuz darbe girişimini hazırlayanlardan birisi olarak yargılayabilirsiniz. Daha sonraki yazılarına bakarak da Ergenekon darbe girişimini övmekten yargılayabilirsiniz.
Öncelikle neden bunca yazar varken Selvi'yi örnek aldığımı yazmalıyım. Abdülkadir Selvi bence Recep Tayyip Erdoğan tarafından görevlendiriliş bilinen Fuat Avni'dir. Erdoğan yapmak istediklerini önce Selvi'ye söylüyor, o da "Aldığım habere göre" diyerek yazıyor. Selvi'ye şimdi verilen 2 görev var, birincisi 15 Temmuz gecesi darbe girişimini derinleştirmek, o geceden beri bilinen bitakım gerçeklikleri ve videoları yeni bulmuş gibi ortaya döküp yazmak. İkincisi de Erdoğan'ın parti başkanı olduktan sonra AKP içinde aldığı faşist ve anti demokratik kararları önceden duyurmak...
Selvi yazılarını ikiye bölmüş durumda. Önce 15 Temmuz gecesi eski hava kuvvetleri komutanı Abidin Ünal'ın darbenin içinde olup olmadığını anlamadığını belirtirken, gözaltına alınan genel kurmay başkanı Hulusi Akar'ı da kelepçelenmediği ve gözü bağlanmadığı için şüpheliler arasına sokuyor. Esasında benim aylar önce yazdıklarımı direkt yazmak yerine üstü kapalı bir şekilde ima ediyor. Tek söylemediği, bu videoların neden yeni ortaya çıktığı.
Selvi bunları yazdıktan sonra tepkileri bekliyor, zamanı var, çünkü bir sonraki yazısında partiden atılacak belediye başkanlarını yazıyor. Ancak, yaşam Selvi'nin ve doğal olarak Erdoğan'ın istediği gibi gitmiyor. Çünkü ne şüphelendikleri komutanları tutuklayabiliyorlar, ne de istedikleri bir şekilde belediye başkanlarını gönderemiyorlar.
Anlayacağınız Selvi sıkıntıda, Selvi "ÇOKLU DARBE" sendromunda. Bunu yaşamasının nedeni, konuştuklarını ve yazdıklarını inanarak yapmıyor. İnanarak yapmadığı gibi Recep Tayyip Erdoğan'ın artık kalıcı olmadığını en iyi bilenlerden. Yani Erdoğan'ın bu sertliğinin nedeninin TEK ADAM olarak kalmak için yaptığına ve bunun için kaç kişinin ölebileceğinin hiç de umurunda olmadığını biliyor.
İşte, sendromun nedenleri var, bütün bu yapılanların Erdoğan gittikten sonra hesabını vermek var, mahkemelik olmak var, hapishaneler var, darbeler savunuculuğu var, anlayacağınız var oğlu var... Ama sadece Selvi'de olmayan başka bişey var ve bunu aylardır kendi kendime soruyorum, o da şu: Şu an darbeye karşı çıkıp Erdoğan'ın yanında bulunanlar, darbe başarılı olsaydı ne yapacaklardı? Hemen hemen hepsi darbenin yanında yer alıp, Erdoğan için "Ben kendisini çok uyarmıştım, şu yazımda şöyle yazmıştım, bu konuşmamda böyle demiştim ama kendisi benim şöylelerime ve böylelerime dikkat etmedi..." diyeceklerdi. Bu felaket bir sendromdur ve hemen hemen her darbe sonrası yaşanır. Hatta tek taraflı bir darbeyse de yaşanır, söylenen şudur: "Bekleyelim bakalım, darbeyi kim yaptı?.."
İşte, insanoğlu bütün darbe girişimlerine ve darbelere karşı çıkmadığı zaman "ÇOKLU DARBE SENDROMU" yaşıyor. Bu durumda birinden birini beğenmek zorunda kalıyorsun. Darbeye demokratik bakmak yerine, durumu kurtarmak olarak baktığında darbesever oluyorsun. O zaman 15 Temmuz gecesi yapılan darbe girişimine karşı yapılan darbe de sana demokrasi olarak gözüküyor, belediye başkanlarını partiden attırmak da... Demokrasinin acı tarafı da, kılınız kadar sevmediğiniz Melih Gökçek ve diğerlerinin bu şekilde gönderilişine karşı çıkıp, demokrasi adına savunmaktır.