Savaş Kılıç
Afet mi felaket mi?
Bülent Bilmez yahut Bilmez Hoca (hoş bir “Cahil Hoca” çeşitlemesi herhalde), olumsuzun olumlu işlevine, yıkımın dayanışmayı tetiklemesine değindiği son yazısında bana pas atmış afet ve felaket sözcüklerini irdelememi istemiş. Pek kolay olmayan bu ödevi yapmaya çalışayım.
Afet ve felaket kelimelerinin anlamını kavramaya Batılı karşılıklarından başlayabiliriz, çünkü bu kelimeler de pek çok başkası gibi, modern zamanlarda Batı dillerindeki muadillerine bir şekilde teyellenmiş, hatta raptiyelenmiş vaziyette (bu da güzel bir konu, belki bir gün etraflıca ele alınır). Afet kelimesini daha ziyade İng. disaster ve Fr. désastre karşılığı kullanıyoruz. Biraz kökenbilim merakı olanlar hemen fark edecektir, bu kelimenin kökünde “astre” var, başındaki ek de olumsuzluk veya yericilik anlamı veriyor: Bu durumda disaster “kötü-yıldızlılık” yani “talihsizlik”, daha da iyisi “uğursuzluk” demek.
Filozofun dediği gibi anlam kökenden hiçbir zaman bağımsız değilse, Batılı tasavvurda deprem, sel, yanardağ patlaması gibi afetlere maruz kalmak her zaman bir nevi “yanlış zamanda yanlış yerde olma” anlamı içeriyordur. Peki ama bu astroloji kaynaklı tasavvur ne zaman yerini bıraktı modern anlama? Robert’in Tarihsel Sözlük’üne bakılırsa kelime İtalyancada 15. yüzyıl ortalarında kullanılır olmuş, Fransızcaya yaklaşık bir asır sonra geçmiş. Oxford English Dictionary’ye bakılacak olursa disaster’ın İngilizcede isim olarak ilk kullanım tarihi 1590, fiil ve sıfat biçimlerinin kullanımı ise biraz daha geriye gidiyor: 1580’ler. İngilizceye Fransızcadan geçmiş ve önceleri hep astrolojik uğursuzluk anlamında. Modern anlamının gelişim tarihine dair Fransızca ve İngilizce kaynaklarda açık bir kayıt yok. Kelimenin dönüşüme uğrayarak “büyübozumundan” sağ çıktığı anlaşılıyor.
Felaket kelimesini ise İng. ve Fr. catastrophe karşılığı kullanıyoruz daha ziyade. Catastrophe Yunanca kökenli (baş aşağı gidiş, devrilme, yıkılma), ilginç bir tarihi de var: Önceleri tiyatro oyunlarının sonunu ifade ediyormuş, üstelik tragedya ve komedya ayrımı yapmaksızın. Zamanla özellikle tragedyaların sonunu anlattığı, yani “kötü son” anlamına geldiği (Fransızcada 17. yüzyıl sonu), derken tiyatro alanının hepten dışına taşarak her türlü kötü sonu anlattığı anlaşılıyor. Metaforun peşini bırakmayalım: Örneğin iç savaşta kaybeden tarafta olduğu için cesedi gömülmeyen kardeşin başına gelen catastrophe’tur, onun gömülmesini istediğiniz için tiran tarafından cezaya çarptırılmanız da. Demek ki ölülerinizi gerektiği gibi gömmenizin engellenmesidir, gömmeyi talep ettiğiniz için cezalandırılmaktır felaket, kendinizi Antigone’ninkine benzer durumda bulmaktır. Demek ki disaster’ın aksine catastrophe yıldızlarla, uğursuzlukla, insan-dışıyla ilgili değildir – insanla, insan kararlarıyla bağlantılıdır.
Catastrophe kelimesinin Fransızcada ilk kullanım tarihi 1552, İngilizcede 1579. Hastalık gibi konularda hayata uygulanması Fransızcada 16 ve 17. yüzyıllarda. “Kötü son” ve “yıkım” anlamının İngilizcede ilk görüldüğü tarih: 1601. Doğa olayları (özellikle jeoloji) ile ilgili özel anlamının gelişimi: 1696. Afet anlamının ilk görüldüğü tarihse: 1748. Avrupa’yı her anlamda sarsmış olan Lizbon depreminin tarihiyse 1755.
Anlambilimci ve sözlükçü Sol Steinmetz (Semantic Antics, 2008, s. 37-38), catastrophe’un günümüzdeki anlamını “a sudden major disaster, such as a devastating hurricane or flood” (yıkıcı bir kasırga ya da sel gibi büyük ve ani bir afet) diye tanımladığına göre İngilizcede catastrophe disaster’ın bir altkümesidir diyebiliriz.
TÜRKÇEYE GELİRSEK
Batılı kelimeler böyle. Türkçede kullandığımız kelimelere gelirsek, ikisi de Arapça kökenli, ama ikisi de anlaşılan Farsçadan geçmiş Türkçeye. Felaket’ten başlayalım: Disaster’ı andıran bir geçmişi var, “gökküre, dünya” anlamını taşıyan felek kökünden geliyor (Kelekian’ın notuna göre barbarizm, yani uydurma). Ama nasıl kurulmuş, ilk olarak hangi anlamda kullanılmaya başlamış, bu kısmı –en azından benim için– meçhul. Tietze Türkçede 15. yüzyılda kullanıldığına bir tanık gösteriyor ki bu kullanım da bariz bir astrolojik uğursuzluk anlamı içeriyor: “Oğlanun taliin gördüler. Şâha eyitdiler: ‘Hûb talidür. Delâlet eder ki ömri uzun ola, memleket duta. Amma birkaç gün felâket u el darlığın çeke.’” (Çocuğun talihini görüp şaha dediler ki bahtı güzeldir, uzun yaşayacak, ülke fethedecek ama birkaç gün uğursuzluğu olacak ve para sıkıntısı çekecek.) Bu bakımdan eski anlamlarıyla felaket ve disaster aynı kültüre mensup kelimeler.
Afet kelimesi Arapça afw köküne bağlanıyor ama kökün anlamını bulamadım. Tietze’nin âfet-i can’ı (ki bugün yaramaz çocuklar için kullandığımız afacan sözcüğünün eski halidir, afacan da ta Evliya Çelebi’de geçer) “kalp ağrısı veren” diye çevirmesinden anlıyoruz ki fiziksel ağrıyla, sızıyla bir ilişkisi var. Nitekim eskiden vücudun çeşitli yerlerine ârız olan ağrı ya da sakatlıklara da afet deniyormuş: “Melikün eline âfet yetişdi, dutmaz oldı” (Beyin eline ağrı saplandı (?), eli tutmaz oldu). Kubbealtı Lugati kelimenin bu anlamına Peyami Safa’dan bir tanık verip eskimiş olduğunu belirtiyor.
Eski edebiyatta çok kullanılan bir kelime afet, anlamı da bugün dahi yaşayan bir mecaz: Görenin dünyasını başına yıkacak, iradesini kaybettirecek bir güzellik; güzel ama sonuçları itibariyle bela. Bu anlamda âfet-i devran da deniyordu (belki hâlâ da deniyor) ki buradaki devran kelimesinin yine “felek, zaman” anlamlarına gelmesinden dolayı kavramın gökküreyle, yıldızla, şansla bir ilişkisinin olduğunu seziyorum ama ispatlayacak veri yok elimde. (Afet’in edebiyattaki kullanımları için A. A. Şentürk’ün olağanüstü çalışması Osmanlı Şiiri Kılavuzu’nun 1. cildine bakılabilir.)
Afet günümüz Türkçesinde yıkıcı doğa olaylarının genel adı. Örneğin gökyüzünde iki uçağın çarpışması yüzlerce ölümle sonuçlanınca bu kaza boyut olarak afetleri andırır ama doğal olmadığı için afet diyemeyiz (Fransızcada da désastre değil catastrophe aérienne deniyor yine mesela), insanların karar veya hatasına bağlı olduğu için kaza, sonucuna da facia (ya da yine felaket) deriz. Felaket ve facia afetin ve kazanın öncelikle sonucudur bugünkü Türkçede. İnsanın sorumluluğuna gönderme yaparlar. O da buralarda pek üstlenilen bir şey değildir, malum. Afet de kaza da doğaüstü bir kavrama bağlanarak tevil edilir: kader. Ki kaza kelimesinin de bu inançla bağı olduğunu biliyoruz. (Böylece Türkçede bu kavram alanı en az 5 kelimeye çıkmış oluyor: afet, felaket; kader, kaza; facia. Son ikisi başlı başına bir yazı konusu. İyi bir incelemede musibet, bela gibi sözcüklere de yer verilmesi gerekir elbette.)
Peki afet’in bugünkü başat anlamı (doğa olaylarının sebep olduğu büyük çaplı yıkım) ne zaman gelişmiştir? (Tabii, afet’in anlamı böyle olunca “doğal afet” tamlaması da pléonasme oluyor.) Kamus-ı Fransevi’nin şu tanımlarına bakılırsa 19. yüzyılın sonuna tarihleyebiliriz: désastre: musibet, afet, felaket. catastrophe: musibet, felaket, dâhiye. Diran Kelekian’ın 1911 tarihli Türkçe-Fransızca Sözlük’üne göre de afet’in Fransızcası “malheur; fléau, désastre” iken, felaket’inki “désastre, adversité, catastrophe”tur. Türkçe sözlükler üzerinden bu araştırma devam ettirilebilir ama bugün için benim sezgim de felaket’in afet’ten daha geniş kapsamlı olduğu, bazen afet’i içine alacak şekilde kullanıldığı yönünde: Her afet bir felakete yol açabiliyor ama felaketin sebebi ille de afet olmayabiliyor. Aynı şekilde afet gerekli tedbirler alındığında felakete ya da büyük bir yıkıma yol açmadan atlatılabiliyor.
Dikkatinizi çekmiştir, bu tür yıkım ve acıları anlatmak için Türkçe kökenli bir kelime geçmedi henüz. Acaba Eski Türkçede de yok muydu, yoksa vardı da zamanla mı kullanımdan düştü? Keşke Bilmez Hoca’dan aldığım pası (Mehmet) Ölmez Hoca’ya atabilsem…
Savaş Kılıç: 1975'te doğdu. Türk Dili ve Edebiyatı ve dilbilim eğitimi gördü. İngilizce ve Fransızcadan çevirileri, çeşitli dergi ve kitaplarda yayımlanmış yazıları var. Metis Yayınları'nda editör olarak çalışıyor.