Candan Yıldız
Ah şu hadsiz Kürtler!
Memleketin siyasi bahar hali 7 Haziran’ın sindirilmediği günlerdi. Seçim öncesi başlayan HDP ve Kürtlere dönük saldırılar seçim sonrası ‘itaat et rahat et’ tonuna çalarken, bir fotoğraf düştü haber merkezlerine...Muğla’dan... KDP ile ilişkiler henüz tıkırında giderken, Diyarbakır valisi o kıyafetin satışını henüz yasaklamamışken... O fotoğrafta şal û şepik giyme ‘hadsizliğini’ gösteren bir Kürt’e Atatürk büstü zorla öptürülüyordu. O fotoğraf, kolektif suçun ardındaki kibri, başka bir halkla eşit olabilme fikrine duyulan nefreti, yaşamdaki eşitsizliğini eşit olmayana duyulan hınçla örtmeyi simgeliyordu. Bunu görebilmek, sarih olarak görebilmek nasip olmayacak galiba ezileni safra gören riyakar topluma.
Nasip olmayacak çünkü; ‘Milli iradenin tecellisi’ vasfını yitirmekle yüzyüze kalmış TBMM çatısı altında 23 Eylül’deki Genel Kurul’da, ‘Laikliğin anayasada ne işi var’ diyen, komünist sevmez, ama 6. ABD filosu sever, sağcı-dindar-muhafazakar siyasi elit bankası Milli Türk Talebe Birliği üyesi olduğu dönemlerde ‘Mavi kurdela’ dağıtıcısı Meclis Başkanı’nın ‘Tezkere’ görüşmelerindeki tutumu umutsuzluğun tasdiki gibiydi. Ve ‘o’ fotoğrafı anımsattı.
HDP Parti Sözcüsü Osman Baydemir, olağanüstü Genel Kurul’da söz hakkının kısa tutulduğu gerekçesiyle itirazlarda bulunmuştu. Hakkın kullanımıyla ilgili yaşanan sözlü tartışmada Baydemir’in konuşmasına takılan Meclis Başkanı Kahraman ne demişti?
Meclis kayıtlara bakalım.
BAŞKAN - Burada bölünme, Türkiye'yi bölme, böldürme istikametinde konuşulamaz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Bana şimdi zabıt gelecek. Yok efendim, layüsel değil insanlar. Hürriyet, alabildiğine konuşmak hakkı demek değildir. Hürriyet, millî, manevi değerleri ezip çiğnemek demek değildir. Çok üzücü ifadeleriniz var. Ben zaptı inceleyeceğim, ondan sonra sizden tavzih isteyeceğim, özür bekleyeceğim. (HDP sıralarından gürültüler)
"Özür bekleyeceğim" cümlesindeki içerik ve tonun eşit kurulmayan bir ilişkiye içkin olduğu tartışma götürmez. Zira özür dilemek özgür iradenin kararıdır. Özür diletilmez. Özür diletildiğinde orada tahakküm ve tehdit vardır.
Bütün bu yaşananlarla ilgili Mücahit Bilici’nin Hamal Kürt kitabını anlattığı Medyascope yayınındaki hamal meteforunu hatırladım. O söyleyişi de şöyle demişti: "… Hamal bir insandır başlangıçta, fakat bir süre sonra bir araca dönüşmüştür. Yük taşır hamal. Hamalın özelliği bir başa sahip olmamasıdır. Onlara deniyor ki: "Şuraya gideceğiz" ve onlar oraya gidiyor. Taşıdığı yükün sahibi değildir hamal. "
Irak Kürdistan’ında Kürtler bu kez kendi yüklerini taşımak istediler. Hamal olmanın kader görüldüğü Kürtler, eşitsiz ilişki biçimlerinin bin bir türüne itiraz ettiklerinde ya küstah, had bilmez, kandırılan, akılsız, biti kanlanacak kadar hiçbir şeye sahip olmayanlar ya da yok hükmündeler.
Savaş tamtamlarının yeniden çalındığı iklimde iktidarın "Kürt statü elde etmesin" siyasetini bir devlet geleneği olarak kabul eden CHP’nin hizaya gelişi tam da aşılmaması gereken eşitsizlik eşiği ile ilgili.
Cem Karaca’nın kulakları çınlasın. "İşçisin sen işçi kal" da bir irade sorunu olarak ne de güzel anlatır kırılamayan döngüyü. Hamallığı bir kader olarak yaşamamaya karar verenler ise hep olacak. Bugün Kürtler yarın başkaları…