Koray Düzgören

Koray Düzgören

AKP iktidarının son seçimi Rusya mı ABD mi?

Erdoğan, Guta’daki saldırıyı kınarken ne Rusya’dan ne de Esad’tan söz ederek durumu idare etti ama biat politikası da artık sonuna geldi. Türkiye Suriye’de iyice köşeye sıkışacak gibi...

İstanbul’daki üçlü zirvenin foto-gösterilere rağmen fiyasko olduğu ortadaydı. Rusya’nın öncülüğünde İran ve Türkiye’nin oluşturduğu zoraki üçlünün her biri kendi mektubunu okumaya çalışırken Suriye’ye barışı getirmek ve ülkeyi yeniden ayağa kaldırabilmek mümkün mü?

İran'la Rusya, hadi diyelim ki bir ölçüde bazı konularda anlaşıyorlar. Esad'ın iktidarda kalması, ülkenin cihatçı çetelerden temizlenmesi konusunda işbirliği yapıyorlar. Ama hedefleri de, gündemleri de farklı.

Türkiye ise Rusya’ya biat edip, İran’a yanaşınca bütün meselelerinin halledileceğini zannederek bu zirveye ilişti. İliştirildi demek daha doğru olacak. 

İktidar Rusya’ya biat ederek, Suriye sahasında Kürtlere rağmen ve Kürtlerle savaşarak boy gösterince bütün gizli hedeflerini gerçekleştirebileceği düşüncesiyle bu tiyatronun bir oyuncusu olmayı benimsedi.

Ama Suriye’de atacağı adımları, ancak Rusya’nın izni ve İran’ın göz yumması sayesinde atabildiği ortada. Bu nedenle Rusya’ya karşı tam bir itaat, tam bir biat söz konusu.

Bu himaye karşılığında iktidarın Rusya’ya hayli yüklü, bol keseden fatura ödediği ise bir gerçek. S-400 hava savunma sistemi, Akkuyu Nükleer santrali bunların en önemlileri.

Erdoğan bu sayede, Rusya’ya, Putin’e güvenerek ABD’ye, NATO’ya, Avrupa’ya ve kafasını bozan herkese kafa tutabiliyor. Bir yandan da, tabii ekonomik ve politik gerekçelerle ABD ve Batı ile ilişkilerini devam ettirmeye de gayret ediyor. Belki ABD’den yüz bulsa Rusya ile bu kadar samimi olmayabilir.

İktidar buna ikili denge politikası diyor. Yüce hükümdar Abdülhamit Han da böyle bir politika uygulayıp, devri iktidarında Osmanlı topraklarının önemli bir bölümünün kaybına neden olmuştu.

Aslında bu denge politikası falan değil, ikili bir vesayet durumu. İki güce de biat ediyor. Bu güçleri güya birbiri ile dengeliyor.

Tabii bu durum işin içinde biat ve vesayet ilişkisi olduğu için sürdürülebilir değil. Çünkü Erdoğan, elinde hiç koz olmadığı halde poker masasında blöf yapan bir oyuncu gibi davranıyor.

Tabii elindeki tek koz Türkiye’nin konumu, 80 milyonluk nüfusu, bu nüfusun tüketim potansiyeli ve iyi kötü ürettiği değerler.

Bundan başka bir kartı yok ama süper güçlerle aşık atmaya çalışıyor.

En önemlisi de bunu sadece ve sadece kendi iktidarını sürdürebilmek adına yapıyor.

Bunun sürdürülemez bir politika olduğunu, bir gün iktidarın ayağına dolanacağını söyleyen çok oldu, ama dinleyen yok.

GAZ SALDIRISI İDDİASINDA TÜRKİYE’NİN AÇMAZI

Türkiye bir gün bu ikili biat ilişkisinde kesin karar vermek zorunda kalınca ne yapacak diye merak ediyoruz.

Görünen köy kılavuz istemez. Ülke belki de o noktaya doğru hızla gidiyor.

Suriye’de Şam rejiminin Guta’nın kuzeyinde zehirli gaz kullandığına ilişkin Batı kaynaklı iddialar karşısında Türkiye ne yapacağını bilemez bir durumda kaldı. Hükümet sözcülerinden beylik kınama mesajları gelirken, Saray broşürleri Şam rejimini yerden yere vurmaya başladı.

Yalnız bu yayınlarda bu saldırı iddiasını kesin bir dille reddeden Rusya’ya ilişkin ters bir söylem yer almıyor. Rusya’nın dokunulmazlığı titizlikle devam ettiriliyor.

Nitekim Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan da biraz bekledikten sonra yaptığı açıklamada durumu idare eder bir yaklaşım gösterdi. Yaptığı açıklamada, ABD Başkanı Donald Trump'ın "Hayvan, bedelini ödeyecek" dediği Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad'ın adını anmadan olayı kınadı.

Konuşmasında "Doğu Guta ve Duma. Bu katliamı yapanları lanetliyorum. Kimden gelirse gelsin bu katliamı yapanlar bunun bedelini ağır şekilde ödeyecektir" diyerek saldırıyla ilgili olarak araştırmaların sürdüğünü belirtti.

Yani tarafsız bir üçüncü şahıs rolü üslenmiş oldu.

Oysa iktidarın borazanı Anadolu Ajansı (AA) ve Saray’ın çok sayıdaki medya kuruluşu, söz konusu saldırıdan Esad'ı sorumlu tutan haberler ve yazılar yayınlamışlardı.

Erdoğan’ın bu açıklamasından sonra mutlaka pozisyonlarını yeniden değerlendireceklerdir.

Esas sorun, Trump’ın zehirli gaz iddiası doğru çıksın çıkmasın Suriye’yi kendi iç politik sıkışmışlığı nedeniyle mutlaka cezalandırmak istemesiyle ortaya çıkacak gibi görünüyor.

Rusya’nın bu niyete karşı oldukça sert tavır koyduğu da biliniyor.

Rusya kesin olarak bu zehirli gaz meselesinin düzmece olduğunu, bu iddiaların Suriye’ye müdahale için gerekçe olarak kullanıldığını söylüyor. 

GEÇMİŞTEKİ SAHTE RAPORLAR HATIRLANIYOR

Bu konuda geçmişte yaşanan ve dünya kamuoyunun manipüle edilerek gerçeklerin saptırıldığı, sahte raporlar ve bilgilerle yanıltıldığı durumları biliyoruz.

Irak’ın işgali için nasıl komik, gerçek dışı gerekçeler ileri sürüldüğünü, daha sonra bizzat bu gerçek dışı raporları üreten istihbarat kuruluşlarının özürlü açıklamalarını unutmadık.

Olayları sakince irdeleyince, yine işin içinde böyle bir provokasyon olduğuna ilişkin güçlü belirtileri görüyoruz. O basın özgürlüğü şampiyonluğunu kimselere kaptırmayan Avrupa medyasının son günlerdeki yaygarasına baktığımızda nelerin dönmekte olduğunu kolayca anlayabiliyoruz.

Bir iki dürüst yayının dışında hemen hepsi, kendi iktidarlarının borazanı olarak Suriye için savaş tamtamları çalıyor.

Liderlere gelince…

Avukatının bürosu ülkenin iç güvenlik örgütü (FBI) tarafından basılan Trump’ın, İngiltere’deki iktidarı kaybetme korkusu yaşayan savaş yanlısı muhafazakar iktidarın, hatta yine içerde emekçilerin yaygın grev ve direnişlerinden bunalan Fransa Devlet Başkanı Macron’un bu oyunu canı gönülden oynamaya hevesli oldukları görülüyor.

Trump Suriye’yi cezalandırmaya kalkarsa -ki bu noktadan sonra bunu yapmak zorunda olduğu söyleniyor-  bunun Suriye’de ne gibi yeni gelişmelere yol açabileceğini kimse kestiremiyor.

Hele Türkiye’nin durumu daha vahim.

Bir yandan ABD’nin gözünün içine bakıp Suriye’de Kürtlere karşı yeni hamleler yapmak isteyen, bir yandan da yaptığı hamleler için Rusya’ya bağımlı olan bir iktidar var.

Son Ankara zirvesinde bu üçlünün ikisi Erdoğan’ın taleplerine karşı çıktı. Ne PYD-YPG’yi ne de SDG’yi (Suriye Demokratik Güçleri) terörist örgüt saymadılar. Türkiye’nin Tel Rıfat’a operasyon yaparak işgali genişletmesini de kabul etmediler.

Hatta hem Rusya hem de İran Türkiye’nin Afrin’i terk ederek rejim güçlerine bırakması gerektiğini açıkladılar.

Türkiye giderek Suriye bataklığına saplanıyor.

Durum ortada. Erdoğan’ın yukardaki sözlerine bakıp ülkenin içinde bulunduğu durumu anlamak mümkün.

Biat politikası geldi bir yere dayandı. Bu son olayla artık yürümesi biraz zor.

Türkiye bu basiretsiz dış politikayla Suriye’de iyice köşeye sıkışacak gibi görünüyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Koray Düzgören Arşivi