Ümit Kardaş
Alevilik (3)- 15. ve 16. yüzyıl 'kıyım dönemi'
Bu yüzyılda yaşanan çatışmalarda Osmanlı Devleti kendini, İslam dini ile ve onun fırkalara bölünmeyi küfür sayan tekçiliğiyle, herkesi Allah yoluna getirmek şeklindeki gerekçeyle meşrulaştırırken, Anadolu Alevileri "enel hak" diyen, oruç, namaz gibi ritüellerin gerçek inançlarda gerekli olmadığına inanan, 72 inancı bir kabul eden, yoksulluğun sömürüyle ilişkisini öne çıkarıp isyan edebilen bir inancı temsil ediyordu. Bu inanç devleti yönetenlere ve Sünnilere göre sapkınlıktı.
II.Bayezid döneminde (1481-1512) devletle heterodoks grupların arası daha da kötüleşti.1488’te Safevilerin ruhani lideri Şeyh Haydar öldürüldü.1492’de bir derviş Bayezid’e suikast girişiminde bulundu. Bu dönemde çok sayıda isyan çıktı. İsyancılardan bir kısmı idam edilirken, binlercesi Yunan coğrafyasındaki Mora, Modon, Koron ve Lepanto bölgelerine sürüldü.
Bu ortamda Erdebil Safeviye Şeyhi İsmail Azerbaycan içlerinden Anadolu’ya yayılmış olan küskün Türkmen boylarını ruhani otoritesi altına alma çabasına girdi. 1501’de Sünni Türkmen Federasyonu olarak bilinen Akkoyunlu’lardan Tebriz’i aldı. Artık Erdebil Safevi Şeyhliğinin yerini Safevi Şahlığı almış oluyordu.
Safevi Devleti’nin yönetimdeki en önemli görevlerine Türkmenler getirildi. Böylece göçebe Türkmenler Osmanlı’da bulamadıkları yere Safevi Devletinde kavuşuyorlardı.
Türkmenler de akın akın İran’ın yolunu tuttular. Şah İsmail, Sasani İmparatorluğunun mirasında da hak iddia etmeye başlamıştı. Osmanlı, Safevileri ve onlara eğilim gösteren ve isyan eden kesimleri Kızılbaş olarak nitelerken , 16. Yüzyılın başlarında Osmanlı müftüsü Hamza Saru Görez aşağıdaki fetvayı yayınlıyordu.
"Ey Müslümanlar bilin ve haberdar olun ki, reisleri Erdebiloğlu İsmail olan Kızılbaş topluluğu, Peygamberimizin şeriatını ,sünnetini, İslam dinini, din ilmini ,iyiyi ve doğruyu beyan eden Kuran’ı küçük gördüler. Yüce Tanrı’nın yasakladığı günahlara helal gözü ile baktılar. Kutsal Kuran’ı, öteki din kitaplarını tahkir ettiler ve onları ateşe atarak yaktılar. Hatta kendi melun reislerini Tanrı yerine koyup ona secde ettiler. Hazreti Ebubekir’e, Hazreti Ömer’e sövüp, onların halifeliklerini inkar ettiler.
Peygamberimizin karısı Ayşe anamıza iftira ettiler ve sövdüler. Peygamberimizin şeriatını ve İslam dinini ortadan kaldırmayı düşündüler. Bu nedenlerden ötürü şeriat hükmünün ve kitaplarımızın verdiği haklarla, bu topluluğun kafirler ve dinsizler topluluğu olduğuna dair fetva verdik. Onlara sempati gösteren, batıl dinlerini kabul eden ve yardımcı olanlar da kafir ve dinsizdir. Bu gibi kimselerin topluluğunu dağıtmak bütün Müslümanların vazifesidir.
Bu arada, Müslümanlardan ölen kutsal şehitlerin yeri cenneti ala’dır. O kafirlerden ölenler ise, hakir olup cehennemin dibinde yer tutacaklardır.Bu topluluğun durumu kafirlerin halinden daha kötüdür. Bu topluluğun kestiği veya gerek şahinle gerek ok ile gerekse köpek ile avladığı hayvanlar murdardır. Onların gerek kendi aralarında gerekse başka topluluklarla yaptıkları evlenmeler muteber değildir.
Bunlara miras bırakılmaz. Sadece İslam’ın Sultanı’nın onlara ait kasaba varsa, o kasabanın bütün insanlarını öldürüp mallarını, miraslarını ve evlatlarını alma hakkı vardır. Ancak bu mallar İslam’ın gazileri arasında taksim edilmelidir. Bu toplamadan sonra onların tövbe ve nedametlerine inanmamalı ve hepsi öldürülmelidir. Hatta bu şehirde onlardan olduğu bilinen veya onlarla birlik olduğu tespit edilen kimse öldürülmelidir. Bu türlü topluluk hem kafir ve imansız hem de kötülük yapan kimselerdir. Bu iki sebepten onların öldürülmesi vaciptir".
Safevi Devleti Anadolu’dan Hazar’a kadar uzanan topraklarda Osmanlı çıkarlarını tehdit eden etkin bir devlet haline gelmiş, Alevi inancı üzerinde etkisini arttırmaya başlamıştı. Anadolu’da ezilmiş olan Batıni inanç topluluklarının Sünni inanç dayatmalarına ve Osmanlının baskısına karşı Safevilere eğilim duymaları ve sembollerini benimseme sürecine girmeleri kolaylaşmış durumdaydı.
Bu etkilerden biri başta Pir Sultan Abdal olmak üzere Anadolu deyişlerinde yer alan 12 imam, Ali ve Kerbela katkısıdır. Bu döneme kadar Aleviler arasında böyle bir kültür bulunmamakta, Kerbela matemi tutulmamaktaydı.
12 imam, Ali ve Kerbela kültünün benimsenmesi Erdebil tekkesi ve onun denetimindeki Safevi etkisiyle olmuş, aynı dinsel teolojiyi paylaşmaları, aynı dili konuşmaları Safevi inanç önderlerinin Anadolu Alevilerinin inançlarını sistemleştirip, ritüelleri aynileştirecek kadar etkili olmalarını sağlamıştı.
Ali ve Ehl-i Beyt’in uğradığı haksızlık ve Kerbela direnişi hızla toplumsal bir mit haline geldi. Bu içselleştirme İslami meşruiyetin bir dayanağı olurken aynı zamanda Osmanlıya karşı bir direnişin itici gücünü oluşturuyordu.. Böylece Osmanlının İslamlaştırmaya yönelik şiddete dayalı asimilasyonuna karşı bir koruyucu kalkana sığınılmış olunuyordu.
Ali, Alevi teolojisine ibadet şekilleri ve sahip olduğu teoloji ile değil, kahramanlığı, adalet ve eşitlik gibi savunduğu değerler üzerinden alınıyor, Batıni teoloji çerçevesinde tanrılaştırılıyordu.
Yani Alevilik, Erdebil tekkesi üzerinden benimsediği Ali’yi kendi teolojisi çerçevesinde yeniden tanımlıyordu. Alevi inancındaki Ali, "Gök Tanrı" inancındaki Tanrı’nın yeni bir ifadesi olarak ortaya çıkıyor ve Hazreti Muhammed’in bir izleyicisi değil, Alevi inancının merkezindeki bir varlık olarak kabul ediliyordu..
Bu dönemlerde Anadolu Alevileri kendilerine Alevi dememekte, "Babai", "Kızılbaş", "Ehl-i Hak gibi siyasi nitelemelerin yanı sıra Bektaşi, Vefai, Kalenderi, Haydari, Hurufi gibi tarikat veya pir isimlerini ya da bağlı olunan boydan dolayı Tahtacı, Avşar, Çepni gibi adlandırmaları kullanmaktaydılar.
Şah İsmail de Kızılbaş ya da Safevi nitelemesini kullanıyordu. Osmanlı yönetimi ise batını inanç sahiplerini "Rafızi", "Zındık" gibi nitelemelerle ötekileştiriyordu. Batıni topluluklar İslam’ın içinde eritilme tehlikesine karşı Ali kültü ile direnme noktasında Ali soyuna (Aleviliğe) bağlanmayı seçtiler..
Her ne kadar Ali kültü Batıni inanca 16.yüzyıl başında girmişse de Alevi kavramı ancak 19.yüzyıldan itibaren genel ve kapsayıcı olarak kullanılmaya başlandı.18. yüzyılın sonlarında bu kavramı kullanmak Arap Alevileri olan Nusayrilerle başladı ve daha sonra Türkmen ve Kürt Batıni toplulukları tarafından kullanılmaya başlandı.
Bu değişiklikte Kızılbaş kavramının bir küfür ve dışlama nitelemesi olarak kullanılmasının yaygınlaşması da rol oynadı. Ancak Sünniliğin merkezden dayatıldığı bir ortamda camiye gitmeyen, namaz kılmayan, oruç tutmayan, içki içen, kadınları örtünmeyen ve erkeklerle toplantılara katılan bu inanç sahiplerinin nitelendiği Kızılbaş kelimesine yüklenen aşağılayıcı anlam, Aleviliğe de yapıştırılarak dışlanma ve ötekileştirilme devam etti.
Baskı ortamında bu sefer de Pir Sultan Abdal’ın yanında yetişmiş ve onu öldürmüş olan Alevi Hızır Paşa zihniyetinin takipçileri aracılığıyla Alevilik İslam’ın özü gibi yakıştırmalarla İslam’ın içinden tanımlanmaya çalışıldı.
II.Bayezid, Kızılbaşların kontrolü amacıyla Hacı Bektaş Dergahının başına getirdiği Balım Sultan aracılığıyla 12 imam anlayışını Bektaşiliğin içine aldı. Daha sonra Bektaşilik de Osmanlı ile işbirliği yapan Babagan kolu ile,Kızılbaşların haklarını savunan Dedegan kolu olarak bölündü.
1512’de tahta çıkan I.Selim, babası II.Bayezid’in o dönem Kızılbaşlar olarak nitelenen Aleviler konusunda yeteri kadar sert tedbirler almadığını düşünmektedir. Safevilerin başarısından ve Anadolu Alevileriyle ilişkilerinden rahatsızdır.Yavuz Selim’in ilk yaptığı icraatlardan biri Şeyhülislam İbn-i Kemal’e Alevilerin öldürülmelerine meşruiyet kazandırmak adına fetva hazırlatmak olmuştur.
Safevilere karşı topladığı ordu ile Doğu’ya gitmeden önce Alevilere ait nüfus defterlerindeki kayıtlardan tespit edilen 40.000 kadar kişinin kılıçtan geçirilmesine karar verilmiş ve bu karar uygulanmıştır. Osmanlı kaynaklarından Selimşahname’de olay şöyle anlatılmıştır.
"Her şeyi bilen Sultan, o kavmin etbaını kısım kısım ve isim isim yazmak üzere, memleketin her tarafına bilgiç katipler gönderdi; yedi yaşından yetmiş yaşına kadar olanların defterleri divana getirilmek üzere emredildi; getirilen defterlere nazaran, ihtiyar-genç kırk bin kişi yazılmıştı; ondan sonra her memleketin hakimlerine memurlar defterler getirdiler; bunların gittikleri yerlerde kılıç kullanılarak, bu memleketlerdeki maktullerin adedi kırk bini geçti."
Yavuz Selim önderliğindeki Osmanlı ordusunun Safevileri 1514’te Çaldıran’da yenmesi Aleviler için bir dönüm noktası oldu. Memluk Sultanlığının fethiyle birlikte Osmanlı Devleti artık katı İslam kurallarına dayalı bir hilafet merkezi haline geliyordu.
Yavuz Selim’den sonraki padişahlar da Anadolu’daki Alevilere karşı baskılara devam ettiler. Aleviler bu baskılara ayaklanmalarla cevap verdiler. Aleviler hem Safevilere duydukları ilgi ve sempati hem de Osmanlı ulemasına göre sapkın sayıldıklarından haksızlıklara uğradılar..
YARARLANILAN KAYNAKLAR
Abdülkadir Gölpınarlı- "Tarih Boyunca İslam Mezhepleri ve Şiilik" Derin yayınları, İstanbul,2011
Adel Allauche- "Osmanlı-Safevi İlişkileri-Kökenleri ve Gelişimi", Anka Yayınları, İstanbul, 2001
Ahmet Yaşar Ocak- "Osmanlı Sufiliğine Bakışlar" Timaş Yayınları, İstanbul, 2011
"Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve Mülhidler (15-17.Yüzyıllar)" Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul,1 999
Esat Korkmaz - "Anadolu Aleviliği" Berfin Yayınları, İstanbul, 2008
Fuat Köprülü-Franz Babinger- "Anadolu’da İslamiyet", İnsan Yayınları, İstanbul, 2000
Gülağ Öz- "On İki İmam ve Kerbela" Kültür Ajans Tanıtım Organizasyon, Ankara, 2013
İsmet Zeki Eyüpoğlu- "Bütün Yönleriyle Tasavvuf, Tarikatlar ve Mezhepler Tarihi" Derin Yayınları, İstanbul, 2000
Nejat Birdoğan– "Anadolu’nun Gizli Kültürü-Alevilik", Kaynak Yayınları , İstanbul, 2003
Rıza Yıldırım- "Anadolu’da Kızılbaş Kimliğinin Kökenleri: Türkmenler" Bilkent Üniversitesi, Ankara, 2008
Saim Savaş- "XVI.Asırda Anadolu’da Alevilik", Vadi Yayınları, Ankara, 2002