Türkiye’nin “Dilemma”sı
Bahçeli Erdoğan’a bu sürecin devletin planı olduğunu, kendisinin cumhurbaşkanı olarak bunu gerçekleştirmekle mükellef olduğunu açıkça söyledi. Peki bu dayatma bir fırsat olabilir mi? Kuşkusuz olabilir, hatta olmalı. Türkiye bu fırsatı kullanabilir mi? İşte buna cevap vermek zor.
Devletin ideolojik yapılanması tarafından desteklenen MHP, daima siyaseti ve rejimi şekillendirmede başat rol oynadı, parlamentoda kilit sayıda milletvekili bulması sağlandı.
2016 askeri darbe girişiminden önce Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a ve AKP iktidarına en ağır eleştirileri yapan MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, amacı otokrasiye yol açmak olan kontrollü bir darbe girişiminden sonra Erdoğan’ın OHAL ile birlikte fiilen uygulamaya başladığı tek adam rejiminin yasallaşması gerektiğini belirterek tam aksi yönde bir politika oluşturmaya başladı.
Türkiye, 2017’de başkanlık rejimine geçişi öngören referandumda, hukuk aleminde yok hükmünde olan mühürsüz oyların kabul edilmesi sonucu nevi şahsına münhasır bir tek adam rejimine geçti. Başta CHP olmak üzere muhalefet Türkiye’nin çöküşünün başlangıç noktasını büyük bir aymazlıkla seyretti. Adeta rejim değişikliğine icazet verdi.
Kasım 2017'de Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin Adalet ve Kalkınma Partisi ile ittifak yapmayı önermesi sonucunda Şubat 2018'de Cumhur İttifakı kuruldu. Cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turu ile aynı gün yapılan 24 Haziran 2018 Türkiye genel seçimleri, 2017 Türkiye anayasa değişikliği referandumunda kabul edilen bazı değişikliklerin yürürlüğe girdiği bir seçim oldu.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli tarafından 2017 referandumda kabul gören anayasa değişikliğinin yürürlüğe girmesi için daha fazla beklenmemesi seçimlerin erkene alınmasının gerekçesi olarak gösterildi.
Bahçeli'nin 17 Nisan 2018 tarihinde partisinin TBMM'deki grup toplantısında erken seçimi gerekli gördüğünü belirtmesi ve Erdoğan'ın ertesi gün buna olumlu yaklaştığını açıklaması ile seçim tarihi erkene alındı. Aynı gün olağanüstü hâl seçim tarihini de içine alacak şekilde üç ay daha uzatıldı, seçimler OHAL düzeni içinde yapılmış oldu.
Böylece Başbakan Erdoğan’a tek başına gerçekleştiremeyeceği gücün tek kişide toplanması, devletin tekçi ideolojik yapılanmasının temsilcisi Devlet Bahçeli’nin desteğiyle sağlanmış oluyordu. Ancak Erdoğan’ın bu gücünü kullanabilmesi Bahçeli’nin sürekli desteğiyle mümkündü. Bahçeli tek adam rejiminin gerçekleşmesini sağlarken, bu rejimin kontrolünü ve denetimini de eline alıyordu.
Seçime devletle aynı zihniyet kodlarını paylaşan MHP liderinin manipülasyonu ve OHAL rejimi ile birlikte, adaletsiz koşullarda ve baskın şekilde gidilmesi ve ortaya çıkan seçim sonuçları devletin tekçi ideolojik yapısının canlılığını ve etkinliğini göstermiş oldu.
Devletin zihniyet kodlarıyla, sorunları şiddet ve baskıya dayalı güvenlik politikalarıyla uzlaşan AKP iktidarı aynı kodlara sahip MHP lideri Bahçeli tarafından kuşatılmış oldu.
MHP’nin Güneydoğu bölgesinde savunduğu politikalar ve seçim döneminde bölgede hiçbir varlık göstermemesi karşısında oylarını bu bölgede ciddi oranlarda arttırması, bölgedeki seçim koşulları da düşünüldüğünde oldukça düşündürücü.
Devlet, Erdoğan’ı iki taraflı kuşatırken onu kendi kırmızı çizgileri içinde tutmayı hedeflemekte. Erdoğan, yeni sistemde demokratik usul ve yöntemlerle denetlenemeyen bir başkan gibi gözükebilir. Ancak onu tekçi zihniyet kodlarına göre şekillenmiş devlet gücü denetleyecek, frenleyecek ve kendi politikalarının takip edilmesini isteyecektir. Bunun da bir vesayet oluşturduğu açık.
Ayrıca yeni sistemle OHAL rejimi sürekli bir istisna halini aldığından bu vesayetin doğurduğu sonuçların demokratikleşme yönünde değil aksine daha da otoriterleşme yönünde olması kaçınılmazdı.
Nitekim HDP bu süreçte kriminalize edildi. Gezi ve Kobani davaları üzerinden suçlar icat edilerek yargı siyasallaştırıldı. HDP’nin eşbaşkanları tutuklandı. Halkın iradesi ve hukuk yok sayılarak siyasi-hukuki yapı kayyım rejimi haline getirildi. HDP ile aynı kareye girenler vatan haini ilan edildi.
Anayasa, AİHM kararlarının tanınmadığı açıkça söylendi böylece gerçek bir başkanlık rejiminin teminatı olan erkler ayrılığı, adil yargılanma hakkı, hakim bağımsızlığı ve hukuk devletine ilişkin tüm anayasal düzenlemeler fiilen ilga edilerek hukuk güvenliğinin yok edildiği bir anayasasızlık boşluğuna düşüldü.
Tüm bunlar MHP’nin desteğiyle yapılırken, başta ekonomi olmak üzere tüm alanlardaki ahlaki çürüme ve çöküşe göz yumuldu. Orta ve alt gelir grubundaki insanlardan başta sermaye olmak üzere belli bir kesime gelir transferi yapıldı. Yolsuzluk had safhada artarken yoksulluk derinleşti. Son olarak üç beş şirkete çıkar sağlamak için ülkenin ekonomik ve kültürel zenginliği olan zeytinliklerin yok edilmesine yol açan kanun yine ittifak oylarıyla geçti.
Neden MHP bu çöküşe destek verdi? Kürt meselesi üzerinden, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne dayalı tekçi ideolojisi doğrultusunda ülkeyi otokratik bir rejimle yönetmek için.
Peki şimdi ne oldu da MHP eski paradigmayı terk etmeye, kapatılmasını istediği partiyi ve terörist başı olarak nitelediği Abdullah Öcalan’ı kurucu lider olarak muhatap almaya başladı. Bunun iç dinamikle bir ilgisi bulunmamakta. Zaten İmparatorluk da dahil 100 yıldır hiçbir değişim iç dinamikle olmadı.
Tanzimat dönemi sadrazamlarından Fuat Paşa'nın bu konudaki tespiti halen geçerli: ”Bir devlette iki kuvvet olur. biri yukardan, biri aşağıdan gelir. Bizim memlekette yukarıdan gelen kuvvet cümlemizi eziyor. Aşağıdan ise bir kuvvet hasıl etmeye imkân yoktur. Bunun için pabuççu muştası gibi yandan bir kuvvet kullanmaya muhtacız. O kuvvetler de sefaretlerdir."
ABD-İngiltere-İsrail ekseninden verilen mesajın şu olduğu anlaşılıyor; Ortadoğu’yu yeniden şekillendiriyoruz. Bu süreçte Kürtlerle işbirliği içinde onların da tarihsel taleplerini karşılayarak ilerliyoruz ve size bir imkan sunuyoruz. Siz etkilenmek istemiyorsanız katı tutumunuzdan vazgeçip kendi Kürtlerinizle barışıp taleplerini karşılayın.
Bu gelişme karşısında ülke bütünlüğü hassasiyeti Bahçeli’yi öne çıkarmış durumda. Bu o kadar önemli ki! Bahçeli Erdoğan’a bu sürecin devletin planı olduğunu, kendisinin cumhurbaşkanı olarak bunu gerçekleştirmekle mükellef olduğunu açıkça söyledi.
Peki bu dayatma bir fırsat olabilir mi? Kuşkusuz olabilir, hatta olmalı. Türkiye bu fırsatı kullanabilir mi? İşte buna cevap vermek zor.
Yıllardır inkar, imha, tedip edilip zulüm görmüş Kürtlerin temsilcisi DEM Parti yakalanan bu dış konjoktörü haklı olarak değerlendirmek istiyor. Ama öyle anlaşılıyor ki siyasi bilinci yüksek Kürtlerin partisi DEM sadece Kürtleri ilgilendiren taleplere karşılık göstermelik hak kazanımlarıyla yetinmeyecektir, yetinmemelidir de..
Türkiye çoğulcu, katılımcı, özgürlükçü, eşitlikçi, hukukun üstünlüğüne dayalı bir demokrasiye ve sosyal hukuk devletine dönemezse Türklerin de Kürtlerin de bu ülkede huzur bulmasına imkan bulunmamakta. DEM yöneticilerinin beyanları bu düzeyde bir bilince sahip olduklarını göstermekte. Tuncer Bakırhan’ın söylemi bunu doğrulamakta: “Kürt sorununun çözümü yoksa, demokratikleşme yoksa, kadın yoksa, Alevilerin eşit yurttaşlık hakkı yoksa, ekonomide adalet yoksa, doğa kırım devam ediyorsa kim buna 'evet' der?"
MHP, DEM’in vizyonuna uygun bir esneklikle karşılık verebilecek mi? Verdiğini kabul etsek dahi geçmiş bagajı yüklü AKP ile hele CHP’ye yönelik irrasyonel ve hukuk dışı siyasi hamleler sürerken bu sürecin başarılı olması zor gözüküyor.
DEM’in vizyonu belli. AKP’nin icraatı ise aksi yönde. Mardin’e Ahmet Türk’ü iade edip, CHP’li belediye başkanlarını içeride tutmak mümkün mü? AKP’nin yargıdan elini çekip, siyaseti normalleştirmesi zorunlu. Yoksa Türkiye bu fırsatı kaçırırken eğik düzlemde kayabilir.