İnci Hekimoğlu
Amerika endişeliymiş… Oysa biz gayet eminiz!
ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Heather Nauert, Türkiye’de OHAL altında özgür, adil ve şeffaf bir seçim düzenlemenin zor olduğunu, bu konuda endişeli olduklarını söyledi.
Hemen arkasından ABD Dışişleri Bakanlığı’nın dünya genelindeki ülkelerin insan hakları karnesini incelediği yıllık raporu açıklandı. Bakanlığın "2017 İnsan Hakları Uygulamaları Ülke Raporları" başlığını taşıyan raporda, Türkiye’ye çok ciddi suçlamalar yöneltildi.
Rapordaki tespitlerden bazıları şunlar: "Gözaltındaki tutuklulara işkence iddiaları, faili meçhul vakalar, meclis üyeleri ve Türkiye’deki Amerikan diplomatik misyonlarının iki yerel çalışanı dahil on binlerce kişinin terör gruplarıyla bağlantı iddiaları ya da barışçıl meşru beyanatlarından dolayı OHAL altında keyfi tutuklanmaları ve gözaltına alınmaları, yürütmenin yargı bağımsızlığına müdahalesi ve bunun adil yargılanma hakkı ve yargı sürecini etkilemesi, çok sayıda seçilmiş yetkili dahil siyasi mahkumlar, çok sayıda gazetecinin hapse atılması, medya kurumlarının kapatılması, hükümetin politikaları ya da yetkilileri eleştirmenin suç kapsamına alınması dahil ifade ve medya özgürlüğüne yönelik ağır kısıtlamalar, internet siteleri ve içeriklerinin engellenmesi, toplanma ve dernek kurma özgürlüklerine yönelik ciddi kısıtlamalar, hareket özgürlüğüne müdahale ve LGBTI bireyler ve diğer azınlıklara karşı şiddet vakaları…"
Dolayısıyla bu koşullarda gidilen erken/baskın/korsan/ seçimde, sonuçları seçmen iradesinin belirleyemeyeceğini düşünüyorlar.
Ama bizim muhalefet emin…
Raporda sözü edilen faili meçhulleri, işkenceyi ve hiçbir insan hakkı ihlalini gündeme taşımaya bile gerek görmemeleri bir yana, Anayasa’ya, yasalara aykırı, Meclis’e teklif bile edilmemiş bir erken seçim ilanına adeta ergen psikolojisiyle "hodri meydan" diye atladılar.
Bir durun, düşünün. Şaşırdıysanız, şaşırmayanlara sorun.
Bilmiyorsanız bilenlere danışın.
Hukukçunuz yoksa, Turgut Kazan’a kulak verin.
Kazan seçim tarihinin açıklanması üzerine hemen "Başvurulan yol erken seçim değil, gasp girişimidir. Çünkü, anayasanın 21/2 maddesine göre, yasal düzenleme yapılmadan Cumhurbaşkanlığı seçimine gidilemez. Örneğin, çıkarılacak uyum yasası, açıkça anayasaya aykırı olursa, sorun ne zaman ve nasıl çözülecektir?" mesajını atarak muhalefeti uyarmaya çalıştı.
Bu soruya var mı yanıtı muhalefetin?
Daha ‘dakika bir gol bir’ hali yani.
Sanki Erdoğan bunların hangi düğmesine basarsa hangi sesi alacağını ezbere biliyor.
Öyle olmasa, aylar önceden beri "OHAL kalkmadan, eşit ve özgür seçim koşulları oluşturulmadan seçimlere gitmeyiz" talebiyle ayağa kalkın diye, suya yazmış gibi olmazdık.
Tabii ki artık boykot seçeneği için çok geç. Şimdi mümkün olan en geniş seçmen kitlesini sandığa götürecek bir heyecan, motivasyon gerekli. Ama korkarım CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun kulağına yine fısıldandı ki, tek adayla ilk turda seçimi alma stratejisinden bahsetmeye başladı.
Bu stratejinin tutması için, parti liderlerinin değil muhalif parti seçmenlerinin tümünü hoşnut edecek bir aday bulunması gerekir.
Bu kadar birbirinden ayrı eğilimlerdeki seçmenleri etrafında toplayacak ve daha ilk turda katılım yüksekliği sağlayacak bir isimde anlaşılmasını gerçekçi görmüyorum. Bildiğimiz kadarıyla seçimi kazanmanın ilk şartı en geniş seçmen kitlesini sandığa gitmeye ikna etmek.
Her partinin kendi adayını çıkarması hatta bağımsız adayların katılabilmesi, hem katılım oranını yükseltecek hem de ikinci turda Erdoğan’a karşı olan adayı desteklemelerini sağlayacak bir doğal ittifak oluşturur. Bu ittifakın oluşabilmesi için de partilerin dört ayrı eğilimdeki seçmene aykırı gelmeyecek, ikinci turda ilke ve hedefler doğrultusunda gönül rahatlığıyla oy verebilecekleri isimleri aday göstermeleri gerekir. Seçimin en kritik en belirleyici ikinci noktası da bu zaten.
Bir diğer kritik nokta da, HDP dışındaki partilerin adaylarını belirlerken, seçimlerin ikinci tura kalması halinde Kürt seçmenlerin de oy verebileceği isimleri tercih etmeleri. Görüldüğü gibi, "HDP ile ittifak"tan bahsetmeye mecbur kaldılar.
Ayrıca Kürt illerindeki sandıkların güvenlik güçlerinin ya da korucuların denetimindeki alanlara taşınması durumunda, Kürt halkının sandıklara ulaşabilmesi, özgürce oy kullanabilmeleri ve sonuçların denetim altına alınabilmesi gerekir. Açık söylemek gerekirse, tek başına kalması durumunda baskı altındaki HDP’nin denetim kurması zor görünüyor. Örneğin İYİ Parti veya SP, HDP’ye destek verecek mi?
Çok yazılıp çizildiği için seçim güvenliğiyle ilgili diğer meseleleri tekrarlamak istemiyorum ama son dolaşan bir haber var ki, gerçekse ‘tüy dikmek’ten başka bir şey denemez.
Oy sayım şeklinin de değişeceği, yeni bir yöntem ‘geliştirdikleri’ iddia ediliyor. Anlaşılan son güne kadar sonuçları garantiye alacak ne bulurlarsa uygulamaya koyacaklar.
CHP günlerdir sandıkları birebir takip edecekleri sistemi kurduklarını hatta Halk TV’den seçim akşamı canlı yayında ajans gibi açıklayarak sonuçları vereceklerini ilan etti.
Peki bu iktidar bu sistemi çoktan değiştirmiş de şimdi ilan ederse muhalefet ne yapacağını biliyor mu? Daha önemlisi bu ihtimali düşünmüşler midir?
Tamam iktidarı bırakmak zorunda kalmasının kendisi ve çevresi için yaratacağı risklerin farkında olanlar her şeyi yapabilir. Ama muhalif siyasetçilerden beklenen bu "her şeyi" önceden tahmin etme, ona göre önlem alma ve karşı hamle yapma kapasitesiyle topluma güven vermesidir.
Bu zamanlaması tuhaf, yangından mal kaçırır gibi, teamüllere, yasalara aykırı ilan edilmiş seçim tarihini, kahvedeki insanlar kadar bile sorgulamadan, sorgulattırmadan, nedenlerini teşhir etmeden kabullenmiş bir muhalefetin, inşallah bundan sonraki adımları aynı şaşkınlıkta olmaz.
Bugüne kadarki performanslarına bakınca, hakikaten işimiz inşallah-maşallaha kalmış gibi görünüyor.