Ankara’nın Rakka hayali

Türkiye, Suriye konusunda bir Amerika’nın, bir Rusya’nın çizgisine gelmeye hazır. Tek amacı var, Suriye’nin Kuzey’inde bir Kürt oluşumunu engellemek.

Ergun Babahan

CIA Başkanı’nın Ankara ziyareti sonrası, Türkiye’nin yandaş medyasında bayram havası esti. İşlem tamamlanmış, ‘‘hain’’ Obama’dan sonra işbaşı yapan Donald Trump, Türkiye’nin ve özellikle Recep Tayyip Erdoğan’ın değerini anlayarak Suriye Kürtlerine desteği kesme kararı verme noktasına gelmişti. Rakka’ya yönelik ortak Amerikan ve Türk harekatının eli kulağındaydı.

Dış politikayı kahve sohbetlerine göre kurmaya başlamış bir iktidar medyasının bir gün Rus düşmanı, bir gün Putin hayranı olması gayet anlaşılabilir bir durum. Anlaşılması zor olan, işbaşındaki yönetimin koca bir ülkenin geleceğini böyle tutarsızlıklar içeren, kimsenin ciddiye almadığı bir noktaya getirme başarısı.

CİA Başkanı Pompoe’nun Ankara’ya ayak bastığı gün ağırlığını Kürt güçlerin oluşturduğu Demokratik Suriye Güçleri Rakka’ya iyice yaklaşmıştı. Trump’ın artık istese bile vazgeçemeyeceği noktaya çoktan gelinmiş, SDG Rakka’nın kapısına dayanmıştı.

Aynı zamanda hiç beklenmedik bir şey olmuş, Rusya ‘yanlışlıkla’ Suriye’deki Türk Silahlı Kuvvetleri birimlerini havadan bombalamış, bombardımanda üç asker hayatını kaybetmiş, çok sayıda asker de yaralanmıştı.

Ankara’nın yavaş yavaş anlamaya başladığı fotoğrafın netleştiği görülüyor diyebiliriz ama yine tutarsızlıklarla. Bir gün önce Menbiç’i ardından Rakka’yı alacağını ilan eden; ardından Suriye’de fazla derine inilmemesinden söz eden bir Cumhurbaşkanı var. Ve bu Cumhurbaşkanı’nın yönetimindeki Türkiye, Suriye konusunda bir Amerika’nın, bir Rusya’nın çizgisine gelmeye hazır. Tek amacı var, Suriye’nin Kuzey’inde bir Kürt oluşumunu engellemek.

Ancak, bu sallantılı politikası bir yana; bölgeye yönelik hedeflerinin ne Rusya, ne de Amerika ile uzlaşması mümkün değil. Bütün siyasetini Kürt karşıtlığı üzerine kurduğu sürece de bu durum değişmeyecek.

Türkiye televizyonlarına çıkan, gazetelerinde yazan yandaşlardan bağımsız bir gerçek var. Onlar Emevi Cami’nde Cuma namazı da kılarlar, Musul’a da girerler ama ancak rüyalarında. Bölgeyi yakından izleyen, alanda birebir ilişki kuran uzmanların değerlendirmesi de bambaşka.

Size sadece iki örnek vereceğim. Biri Missouri Üniversite’nden Profesör David Romano ki, kendisinin 2006 yılında yayınlanmış ‘‘Kürt Ulusal Hareketi’’ isimli bir kitabı var; diğeri de Lyon Üniversitesi’nden Fabrice Balance. Kendisi şu anda çalışmalarını bir süreliğine Washington Institute’de sürdürüyor. Son bir kaç günde Romano’nun Rudaw’da, Balanche’ıun da Washington Institute sitesinde son değerlendirmeleri yayınlandı.

İkisinin de dikkat çektiği ilk nokta, 15 Temmuz tasfiyeleri sonrası ağır yara alan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin performansı. İki uzman da TSK ve beraberindeki isyancıların Eylül 2016’dan bu yana küçük bir kasaba olan El-Bab’ı alamadığı, İŞİD karşısında zorlandığı gerçeğinin altını çiziyorlar. Bu noktanın Amerikan Savunma Bakanlığı tarafından görülmediğini düşünmek gerçekçi bir yaklaşım olmaz.

Şimdi, bu tabloyu seçim boyunca İŞİD’le mücadeleyi en temel meselelerden biri olarak gören Trump yönetimi açısından değerlendirirsek, içindeki Arap unsurların sayısı her geçen gün artan Suriye Demokratik Güçleri, Amerika’nın sınırlı desteğine rağmen kısa sürede Rakka kapısına dayanmış durumda olduğu gerçeği var.

Bu işin bir cephesi. İkinci cephesi ise, Türkiye’nin işbirliği yaptığı unsurların kökten-dincilik konusunda İŞİD’den pek geri kalır yanları olmamaları.

Müslüman Kardeşleri bile terörist ilan etmeye hazırlanan bu yönetimin, El-Kaide zihniyetine yakın gruplarla işbirliği içine girmesini beklemek hiç de gerçekçi değil.

Ayrıca Trump, devlet yönetimin inşaat yapmak kadar kolay bir iş olmadığının farkına varıyor. Müslüman karşıtı vize yasağının yargı duvarına toslaması, Tayvan’ı tanıyacakmış gibi yapıp geri adım atmak zorunda kalması, Rusya politikasını gönlünce yönlendiremeyeceği gerçeğini görmesi gibi, Suriye’de de Obama politikalarından sapamayacağını anlaması kuvvetle muhtemel.

Rusya ise Suriye’de Esad üzerinden güçlü bir pozisyon elde etmiş durumda. Türkiye ve ortaklarına vereceği her taviz, Suriye’de güçlü ve istikrarlı bir Esad yönetimi hedefini zayıflatacaktır. Bu açıdan, hem Şam, hem Moskova açısından (belki de sonradan ezmek amacıyla) Suriye’nin kuzeyinde bir Kürt varlığı, Türk Silahlı Kuvvetleri ve işbirlikçilerinden daha iyi bir tercihtir. Hele bu gücün Rakka’ya ilerleyerek Suriye üzerinde daha fazla söz sahibi olması, iki başkent içinde kabul edilebilir bir durum değildir.

Evet, Cerablus harekatına iki başkent de örtülü bir onay verdi ama Türkiye’nin Halep’teki isyancılara desteğini kesmesi şartıyla. Artık bu anlaşma sona ermiş durumda. Şu anda Türkiye ve işbirliği yaptığı unsurlar Esad ve Rusya için, Kürtlerden daha büyük bir tehdit oluşturuyor. Rusya’nın Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarını ‘kazaen’ vurması da bu çerçevede okunmalı bence.

Nereden bakılırsa bakılsın, Washington’ın da, Moskova’nın da Rakka konusunda Ankara ile anlaşmaları mümkün görülmüyor.

Gerçekçi olan, Kobane’de, Menbiç’te ve başka bir çok yerde İŞİD’e karşı kendisini ispatlamış ve bugün sayıları giderek artan Arap katılımcıyla daha da güçlenmiş olan SDG’nin Rakka operasyonun sonlandırmasın beklemektir. Araplar, Kürtlerin bir Arap kenti olan Rakka’da kalmayacağını biliyor. Kürtlerin amacıysa, Rakka’yı alıp yerinden yönetim modeliyle Araplara teslim etmek ve Suriye için adem-i merkeziyetçi bir yönetim modeline desteği artırmak. Böyle bir işbirliğinin iki halk arasındaki kuşku ve düşmanlığı azaltıp güçlü bir dostluğun temelini oluşturacak olması da bir başka husus elbette.

Ankara esnemeyen, referanduma odaklı katı tutumuyla kendisini giderek köşeye sıkıştırıp yalnızlaştıracak politikaların devamında ısrarlı görülüyor. Bu politikanının Türkiye’ye kaos ve krizden başka bir getirisi olmayacaktır. Hayal kurmak bedava ama gerçeğin duvarına toplamasının bir bedeli var.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ergun Babahan Arşivi