Ahmet Nesin
Aziz Nesin: Pompalı tüfeğimi alıp yarın okula geliyorum Kahraman
Sakin olmam ve kendime hâkim olmam gerekiyordu ama sinirden elim, ayağım boşalmış, titriyordum. Yavaş yavaş okula geldim, Feridun'la Suha çok tedirgindi, Suha 8 yaşımdan beri, Feridun da 11 yaşımdan beri arkadaşlarımdı ve beni çok iyi tanıyorlardı. Onları bir şekilde atlattım ve tam ders zili çaldığında öğretmenler odasından içeri daldım, İngilizce öğretmeni beni görür görmez bişeyler olacağını anladı ve yüzü bembeyaz oldu.
Hızlı adımlarla yürüdüm üstüne ve "Siz ne hakla babama sınıfın ortasında küfrediyorsunuz" diye bağırmaya başladım ama boşuna, çünkü okulda deliliğimi bilen ve 4 yıldır öğretmenliğimi yapanlar da var, birden kendimi edebiyat öğretmeni Gültekin Tarı'nın kollarında dışarı çıkartılırken buldum. Gültekin öğretmenle beraber resim öğretmeni Ferruh Durukan da beni sakinleştirmeye çalışıyor. Sakinleştirmeye çalışıyor, çünkü elim havaya kalkmış ve tam vuracakken Gültekin Bey beni kucaklayıp çıkarmış.
Hiçbir okulda disiplin kurulu bu kadar çabuk kurulmamıştır sanırım, zaten disiplin kurulunda da Kahraman Bapçum, Ferruh Durukan ve Gültekin Tarı var. Sanırım bir de Müjgan Hanım vardı. Okulun en sert 3 öğretmeni ama şöyle böyle sert değiller, koridoru bakışlarıyla düzelten 3 öğretmen.
Kapının önünde bekliyorum, içeride konuştular ve sonra Kahraman Bey beni çağırdı. Daha önce de yazdım ya, yazlıkta Kahraman amca, okulda hocam yada bey. Bana döndü ve "Senin gibi birisi nasıl olur da kadına ve öğretmene el kaldırır, ben babana şimdi eşşo.... desem" Eşşo'yu yarım kestim, çünkü Kahraman Bey daha lafını bitirmeden bu kez sehpadaki vazoya fırladım ve yine yaka paça odadan çıkartıldım. Kahraman amcayı 15 gün önce kaybettik, bütün o disiplinine karşın severdim kendisini ve kızı Yaşar da çocukluk arkadaşımdı.
Beni eve gönderdiler, direkt babamın çalışma evine gittim, sorunu annemle daha kolay çözerdim ama konu babamla benim üzerimeydi, ona anlatmam gerekiyordu. Kapıyı babam açtı ve beni o saatte görünce şaşırdı. Ben de her şeyi detayıyla anlattım, bu kez fırça atma sırası babamdaydı, nasıl olur da bir kadına el kaldırırdım, babam söyleniyordu. Yaklaşık 1 saat filan söylenip bağırdı, çok ağırıma gidiyordu, çünkü haklıydım ve gücüm yettiğince babamı korumuştum.
En sonunda sinirlendim ve yan odaya, yatak odasına gittim. 1-2 dakika sonra babamın telefon konuşması sesi gelmeye başladı. Kahraman amcayı aramıştı ve avazı çıktığı kadar bağırarak "Kahraman, yarın okula pompalı tüfeğimle geliyorum, o kadını okulda görürsem vururum" dedi ve kapattı telefonu. Yüzümde gülümsemeler oluştu, babam beni koruyordu, bana kızma nedeniyle, Kahraman Bey'e kızma nedeni farklıydı, belki de deneyim dedikleri şey buydu ve ben babamdan öğreniyordum bunu. Haklıyken bile kadına el kalkmaması gerektiğini o gün babamdan öğrendim, çok kızdığımda kimileyin duvar yumruklarım yada sadece yumruğumu deli gibi sıkar havaya kaldırırım, bu da sadece 15-20 yılda bir olur.
Gülümsemeye başladım ama beni bir telaş aldı, bizim evde tüfek var mı, babam dediğini yapar mı, diye ter bastı, korkudan soramıyorum da. Neyse sabah oldu, babam kaldırdı ve "Hadi okula git" dedi. Annem çok üzgün, çok fazla konuşmuyor, belki o an, o da babamın ne yapacağını düşünüyor. Okula gidince herkes etrafımı sardı, haber yayılmış, öğretmene ceza mı verdiler bilmiyorum ama 20 gün okula gelmemesini söylemiş Kahraman amca.
Sanırım disiplinde beni Ferruh öğretmenle Kahraman amca savunmuş, Gültekin tek kalmış. Gültekin öğretmeni daha önce kısacık yazmıştım, 12 Mart darbesinden bikaç gün sonra amcası Oktay Kurtböke ve babam gözaltına alındığından dolayı, bize sırıtarak bakıp "Hapse atılanların hepsini asmalı" diyen birisi. Bunu duyduğumda da ayağa fırlamıştım ve sıra arkadaşlarım Sabri'yle Celal Turan beni zor oturtmuşlardı yerime. Sabri şimdi ne yapıyor bilmiyorum ama Celal'in neredeyse öldüğü saate kadar yanındaydım. Celal "Bismillah" demeden arabaya ne biner ne de arabadan iner ama rakısını da içerdi. Benim komünist olduğumu bilirdi, kimi arkadaşlıkların ve gerçek dostlukların siyaset dışında sürdürüleceğini öğretti bana, yıllar sonra çok yakınlaşmıştık tekrar.
Doktorlardan artık kurtulma ümidi kalmadığı haberini almıştık, eşi Nilgün de zaten sınıf arkadaşıydı. 4 okullu, ben, Deli Mehmet, Nilgün ve Celal son günlerinde keyifli keyifli sohbet edip, gezdik ve içtik. Hastaneye yatırdığımızda 2 kez gittim ama artık o kilo kaybının son noktasına geldiğimizde görmedim, görmek istemedim. Sonra Celal'i Sinan Cemgil'in kaldırıldığı Erenköy Camii'nden son yolculuğuna gönderdik.
Aradan 1 yıl geçti, ben İngiltere'ye gittim ama eskiden bütün derslerin 10 olsa da bitirme sınavları vardı. İngilizce sınavına girdim tatile geldiğimde, bir de baktım öğretmen babama ve bana küfreden kadın. Sınıfa girdim, ne yapacağımı şaşırdım, İngilizcemden sorunum yok, gıcıklık edip bırakamaz ama rahatsızım. İşte o an, saat tutmadım ama belki 15 dakika, kadının ne kadar pişman olduğunu bütün yüz ifadelerinde gördüm. 3-4 soru sordu ama ona saldıran öğrenciye sorar gibi değil, öğretmen gibi. Sınav sonunda kendisine teşekkür ederek çıktım.
Hem ilkokul öğretmenimde hem de Gültekin Bey ve bu öğretmenle aşırı vatanseverliğin ve milliyetçiliğin insanı ne duruma getirdiğini gördüm, daha doğrusu boş, içi doldurulamayan milliyetçilik. Belki de o yüzden kendi milliyetçiliğimi seviyorum, belki de o yüzden yaşadığım coğrafyada diğer etnik kökenler özgür eğitim alabilseler daha özgür bir milliyetçi olacağım. Başkasının özgürlüğünü kısıtlayınca insanlar olması gereken milliyetçiliklerini faşistleştiriyorlar çünkü...