Ahmet Nesin
Babanızı böldünüz mü hiç!..
İnsanlar ailelerini ikiye yada üçe bölebilirler mi, sizin de başınıza geliyor mu hiç, anlatması zor bişeyi anlatmayı deneyeceğim. Annemle de, babamla da yaşadım ama birazdan anlatacağım anım babamla ilintili yada O'nun yüzünden olduğu için babamı örnek vereceğim. Anne–baba sevgisi değişik bişey, kardeş de öyle ama hangisinin daha üstün olduğunu çözemiyorum. Babamla ara sıra konuşurduk, babam kendince çok basit bir çözümleme getirmişti, insanın çocuklarını ayırmasının mümkün olmadığını söylerdi ama "Sevmek farklı bişeydir, beğenmek başka, çocuğunu çok seversin ama yaptıklarına da o kerte kızar ve beğenmeyebilirsin" diye devam ederdi.
Ben dediklerine katılıyordum ama onun gibi sadece baba çocuk olarak bakmıyor, tersinden de bakıyordum. Babamın yada annemin kimi huylarını beğenmemem onları sevmeme anlamına gelmiyordu ama kızıyordum sonuçta. Onların yetişme tarzı buna izin vermiyordu, bizim nesil bile tam aşmış değil, ben de dahil olmak üzere.
Çocukken bugünkü algılamaya sahip olmak isterdim, büyümüş de küçülmüş olmak yada ukala bir çocuk olmak için değil, annemin ve babamın yetiştirilme tarzlarını anlayıp, onlara çocuk aklımla ona göre davranır yada çocuk aklımla kızmazdım. Çünkü bugün bir matematiksel veri ortaya koysam ve onlar bana 100 kez kızmış olsalar, çocukken 90'ında haklıysam, şimdi baktığımda sadece 20'sinde haklıyım. Ama o yaşıma döndüğümde yine 90'ında haklıyım. Bunları bir psikologla uzun uzun konuşmalıyım.
Gelelim neden bu konuya geldiğime. İngiltere'den sınır dışı edildim ve geldim ya, 21 yaşıma ramak kalmış ve beni askere almak istiyorlar. Yurt dışı okulların kağıtlarını göstermem bir işe yaramıyor, çünkü onlar Türk okulu değil. İş bulup artık çalışmak istiyorum, okul mantığını kafamdan iyice silmişim ama babamı geçemiyorum, çünkü o bir asker.
Şimdi olaya benim açımdan bakın, 1957'de doğmuşum ve babam asker tarfından ben 3 yaşındayken alınmış. Ben doğmadan kaç kez alınmış ve ben artık bunları öğrenmişim. Aynı asker ben çocukken evimizi basmış, apartmanı 2 cemseyle çevirmiş ve babamı götürmüş 12 Mart'ta. Halkın seçtiği başbakanı ve bakanları öldürmüş, sonra Deniz Gezmişleri asmış ve doğduğumdan beri tanıdığım Sinan Cemgil ağabeyimi öldürmüş, 12 Eylül olmuş ve arkadaşlarımı ya idam etmiş yada öldürmüş ve ben her şeye karşın hem savaşa karşı olacağım, hem de askere gideceğim.
Kendimden korktuğumu anlatamadım babama, bişeyler söyleyip de hapse girebileceğimi ama bunu istemediğimi söyleyemedim. Korkaklık gibi geldi ve utandım bundan. Onun bakış açısı başkaydı, askerliğin başımda demoklesin kılıcı gibi durması onun için ufak bir ayrıntıydı, askerlik yapılmalıydı. Evet, çünkü sonuçta o bir askerdi ve yaptığı ciddi meslekler içinde ikisini çok severek yaptığını söylerdi, askerliği ve yazarlığı.
İşte ben de tam burada babamın da dediği gibi babamı bölerek seviyordum, askerden gelen disiplinli Aziz Nesin ve yazar ve duygulu, naif Aziz Nesin. Kimileyin çok çekindiğim (Korkmadım hiç, sanırım Ali de korkmadı, disiplinini hiç korkutmaya çevirmedi) ama sırası geldiğinde de plajda Ali'yle arkasından saldırıp yere düşürdüğümüz ve oyun oynadığımız.
İşte tam da burada o askerden gelen babanı sevemiyebiliyorsun, çünkü ben o inadı yüzünden 21 yaşında Lise 1'e kaydoldum, ya askere gidecektim yada öğrenci olacaktım. İyi de oldu, İstanbul devrimci hareketiyle de tanışmış oldum.
İstemediğiniz anlar hep de kötü anlar değildir, komik olanları da var. Ahmet İsvan belediye başkanıydı, Sovyetler Birliği Yazarlar Birliği genel sekreteri İstanbul'a gelmiş, babamla görüşecek, İsvan belediyeden Türkiye Yazarlar Sendikası için araba göndermiş, ben de güya babama çevirmenlik yapacağım. Çeviri hak getire, babam döktürüyor ama ben yine de babamın dediklerini kafamda çevirmeye çalışıyorum, kelime bilgisi benden iyi ama onları tam yerine koyamayınca ben konuşmasını kaçırıyorum.
Neyse adamı gezdirdik, geldik konsoloslukta kırmızı salona. Rus votkası, küçük bardaklar ve her olay fondip yapılmak zorunda. Sendikalar şerefine, dostluk şerefine, başkanlar şerefine, ben oradayım diye benim şerefime ama biraz daha devam ederse bende şeref meref kalmayacak, kırmızı salona kusacağım, sızıp öyle çıkacağım. Canını sevdiğim rakısı, diye geçiriyorum içimden, en azından fondipi yok, baba niye meşhursun ve ben bunu çekmek zorunda mıyım, diye söyleniyorum içimden, en kızdığım da benim gibi içki sever içkiden nefret edecek, ramak kaldı.
Ve araba bizi eve yakın biyere kadar getirdi, tam 500 metre kaldı derken babam şoföre "Delikanlı, sen de çok yoruldun, bizi burada indir, gerisini yürürüz" demez mi. Bu sefer başladım babamın sosyalistliğine, nefret ettim sosyalizmden de, babamdan da, konsolosluktan rezil olmadan çıktım, bu kez mahalleye rezil olacağım, çünkü düz yürümem mümkün değil. Hepsi bikenara, "Baban seni meyhaneden mi topluyor" diyecekler ve gerçeğini anlatsan da o artık öyle yayılacak.
Evet, siz babanızı bölerek sevdiniz mi hiç?