Ahmet Nesin
Babası memleketin, oğlu da okulun içine!..
Komünistlik öyle kolay bişey değil, yapıştı mı çıkmıyor, yine aynı yaşlardayım ve bir arkadaşımla sokakta gidiyoruz, bana döndü ve "Ahmet nişancı mısın, taşla bu sokak lambasını kırabilir misin" dedi. Hep o yaşlarda kendimizi birbirimize kanıtlamak zorunluluğumuz vardır ya, ben de hemen yerden bir taş aldım ve atmamla lambayı etrafındaki fanusuyla kırmam bir oldu. Ne yalan söyleyeyim, bu atışa kendim de şaşırdım, çünkü hiç antrenmanım yok, ilk teröristliğim. Hemen bir cam açıldı ve saçı başı dağınık bir teyze, bir avazı yerde, bir avazı gökte "Komünist çocuğu n'olcek, devlet malını kırıyor" diye bağırmaya başladı. Bağırmaya başladı dediğime bakmayın, yaşından dolayı öyle söylüyorum çünkü öyle bir ses tonu ki beni gaza getiren arkadaşım 2-3 saniyede yok oldu. Yaptığım yaramazlık ama her çocuğun yapabileceği türden, neden komünist oldum bilemedim o yaşta.
Vapurla Avrupa yakasına giderken babam bize bütün tarihî binaları önce öğretir, sonra da sorardı. Karaköy vapur iskelesine gelene kadar hepsini ezberlemiştik. Haydarpaşa Garı'ndan başlar, Kız Kulesi'yle devam ederdik. Eve 6-7 gazete geliyor o zamanlar, ya Tercüman yada Son Havadis gazetelerinden birinde fotoğrafımız var ve başlık şöyle: "Komünist Aziz Nesin'in oğlu dua ediyor." Bir gazeteci vapurda uzaktan çekmiş ve babam yine bize tarihî yerleri gösteriyor, Ali de o sırada eliyle babama öğrendiği bir camiyi gösteriyor. Gazeteci öyle bir açıdan çekmiş ki gerçekten dua eder gibi bir hali var Ali'nin. Kızdık mı, güldük mü anımsamıyorum ama komünistlere olan düşmanlıkta çocuk istismarı hiç hoş değildi.
Derken güç bela ilkokulu bitirdim. Ben öğretmenden dolayı okuldan o kadar soğumuşum ki, -ORTA- dereceyle bitirdim okulu. Ve benim yaramaz, bazen de terbiyesiz dönemim başladı. Orta 1 başladı ve ilk derse bir kadın girdi, ana o da ne, kadın İngilizce konuşuyor. Ben ilkokulda da İngilizce okudum ya, ne dediğini anlıyor havasında "Çocuklar, boku yedik, kadın İngiliz" dedim. Kıkırdamalar, gülüşmeler derken 15 dakika sonra "Günaydın çocuklar, ben İngilizce öğretmeniniz Cevza" demesiyle kaçacak delik aradım kendime. Kızardım mı bilmiyorum ama beni bir ateş bastı, yanımda Uğur var, bana bakıp pis pis sırıtıyor, babası da Agora Meyhanesi'nin sahibi. Sonra Feridun, Uğur ve ben ayrılmaz üçlü olmuştuk ama Uğur sanırım yaramazlığından dolayı bizden ayrıldı. Bu arada Cevza öğretmen en sevdiğim öğretmenlerimden biri oldu ve dersim de iyiydi.
Kala geçe, kala geçe orta sona geldim ve ortaokulların tiyatro başkanıyım. İLTÖ (Istanbul Liselerarası Tiyatro Örgütü) festivaline katılacağız. Geçtiğimiz ay kaybettiğimiz Kahraman Bapçum yönetmen olarak Tuncay Özinel'i tuttu, ben de hem oyuncuyum hem de yardımcısıyım. Oyun olarak da Recep Bilginer'in "İsyancılar" oyununu oynayacağız. Ben Garip Ali rolündeyim ve tam o sırada 12 Mart 1971 darbesi oldu. Okulu kırıyorum, provalar bazen ders saatine denk geliyor, anlayacağınız dersle çok ilgim Kahraman Bapçum, hem okul sahibi ve müdürü, yok, varsa yoksa yaşamım tiyatro.
hem de Milliyet Gazetesi spor yazarı
Babam çocukluğumuzda bizi kendi oyunlarının provalarına götürürdü ve bendeki tiyatro aşkı böylece başladı. Kolay değil, 7-8 yaşlarında Avni Dilligil'i, Ulvi Uraz'ı, Tolga Tiğin'i, Güzin Özipek'i, Metin Akpınar ve Zeki Alasya'yı provada seyretmek gerçekten büyük bir şans bir çocuk için. Bunların yanında Kemal Sunal o zamanlar daha çömez, gerisini siz düşünün.
Birgün müdür yardımcısına gittim, sanırım oyun için askeriyeden tüfek alınacaktı ve ben gidecektim, müdür yardımcısı Akyok Teoman öğretmen bana izin belgesi ve askeriyeye de neden gittiğimi anlatan belge verecekti. Belgeyi aldım ve sınıfıma doğru giderken, lise 1'lerin camından baktım ve anında da gittim. Sınıfta kaldığım için eski sınıf arkadaşlarıma sadece baktım, bakıp da yaramazlık bile yok.
Kalamış Lisesi'nden sınıf arkadaşlarımla 40. yılında
Öğlen tenefüsü oldu ve Bağdat Caddesi'ndeki Borsa Pastahane'sindeyiz ama bir gariplik var, bütün arkadaşlarım beni işaretleyip uzaktan bişeyler konuşuyor. Kime sorsam olayı anlatmıyor ama ben ciddi huylanıyorum. Baktım olacak gibi değil, ilkokuldan da arkadaşım Ayşegül'ü sıkıştırdım ve o bana her şeyi anlattı. Beni o güne dek hiç okutmamış, öğretmenim bile olmamış bir İngilizce öğretmeni benim o 5-10 saniyelik bakışımı görmüş ve sınıfa dönüp, "Ne olacak, babası memleketin, oğlu da okulun içine ediyor" demiş.
Ben bileğimden saatimi çıkartınca arkadaşlar Ayşegül'ün bana olayı anlattığımı anladılar ama artık yapacakları bişey yoktu, çünkü benim okuldaki adım "Deli Ahmet"ti.