Armağan Kargılı
Barış isteyen bir adım öne çıksın
Anthony Charles Lynton Blair, ya da hepimizin bildiği adıyla Tony Blair, 1994 yılında Britanya İşçi Partisi Liderliğine seçildiğinde henüz 41 yaşındaydı. Sadece İngiltere ya da Britanya'da değil, dünyada sosyal demokrat sol partiler ve onların seçmenleri de büyük umutlar bağlamışlardı Blair'e. Öyle ya bu kadar genç yaşta İşçi Partisi gibi sol geleneğe bağlı bir partinin liderliğine seçildiğine göre, sosyal demokrasi ya da Avrupa sosyalistleri için de "yeni bir açılım" sağlayabilirdi. Sovyetler Birliği'nin dağıldığı o yıllar, her şeyi "yeni" diye tanımlamak da çok modaydı zaten. Geleneksel sosyalizm eleştirilerini Blair ve ekibi, "Yeni İşçi Partisi" sloganıyla somutlaştırdı. 1997 yılında da İşçi Partisi'nin lideri olarak ilk büyük sınavını büyük bir başarıya imza atarak verdi. Oy oranını yüzde 9, milletvekili sayısını 147 arttırdı. 1812'den sonra Britanya'nın en genç başbakanı ünvanını alan Tony Blair, 18 yıldır iktidar yüzü görmeyen İşçi Partisi'ni de iktidar yaptı. Tony Blair, iktidarının ilk yıllarında 100 yıllık Kuzey İrlanda sorununu çözen başbakan olarak anıldı. Başta Gary Adams ve Martin McGuinness olmak üzere Kuzey İrlanda'nın İngiltere'den bağımsızlığı için silahlı mücadele veren IRA'nın siyasi kolu Sinn Fein'in yöneticileri ile yüz yüze görüşmeleri cesaretle yürüttü. 1921'de dönemin Başbakanı Lloyd George'dan beri kimse buna yeltenmemişti bile. Bu görüşmelerin sonunda da Nisan 1998'de Good Friday anlaşması yapıldı, İngiltere, özerk İrlanda Meclisi'ni resmen tanıdı. Karşılığında da IRA silah bıraktı. Tony Blair tarihe İngiltere-İrlanda barışını sağlayan kişi olarak geçebilirdi. 2001 yılında hala hileli olduğuna güçlü bir şekilde inanılan seçimlerle ABD başkanlığı koltuğuna oturan George W. Bush'un savaş kabinesinin sadık bir üyesi olmayı kabul etmeseydi bu gerçekten mümkündü.
2003 yılında sahte olduğu bugünlerde anlaşılan kimyasal silah raporlarına dayanılarak başlatılan ve savaştan medet umanların kullanmayı pek sevdikleri sözcüklerle Irak'a ABD ve İngiltere'nin öncülüğünde bir "harekat" başlatıldı. Yıllar süren acı bir yıkımın, felaketin insanlığa karşı işlenen en büyük suçlardan biri olan savaşın bu seferki sahibi ABD Başkanı George W. Bush'la birlikte Tony Blair idi.
Londra, belki de tarihinin en büyük protestolarından birine sahne oluyordu o günlerde. Milyondan fazla savaş karşıtı ve barış savunucusunun Savaşı Durdur Koalisyonu öncülüğündeki protestolarının değişmez isimlerinden birisi Jeremy Corbyn idi. Corbyn, Tony Blair'e en parlak dönemlerinde bile neo-liberalizmin peşine takıldığı için muhalefet etmişti. İngiltere'de liderler ve onların yakınlarındakiler tarafından pek de sevilmeyen kararlı bir "backbencher" yani parti içi muhalefetin "inatçı" bir üyesiydi. İngiltere'de iktidar gibi, ana muhalefet partisinin de bir bakanlar kurulu olduğunu ve onların da iktidar kadar olmasa da gölge hükümet olarak resmen görevli olduklarını hatırlatmakta yarar var. İşçi Partisi'ni sağ politikalara teslim olmakla suçlayan, savaş karşıtlığından ve solculuğundan bugüne dek ödün vermeyi reddeden bu inatçı, Ortadoğu'yu savaşa ve felakete sürükleyen yeni İşçi Partisi'nin savaşçı politikalarına karşı hem Meclis'te hem sokakta bayrak açan bu sosyalist, savaş karşıtı, barış aktivisti Jeremy Corbyn, şimdi İşçi Partisi'nin Genel Başkanı. Tony Blair'in 1997'deki oy patlamasından bu yana giderek eriyen İşçi Partisi oylarını son seçimde rekor sayılacak şekilde yüzde 10 dolayında arttırarak yüzde 40'a çıkarmayı başardı. Kendisinden sadece 2 puan önde seçimi bitiren Theresa May, meclisteki çoğunluğunu kaybetti ve her an yıkılabilecek bir azınlık hükümeti kurdu. İnatçı, kararlı, solcu, sosyalist, savaş karşıtı, barış aktivisti Jeremy Corbyn bu başarıyı medyanın, İngiltere'nin gelenekçi yerleşik yapısının düşmanca saldırılarına boyun eğmeden yakaladı. Örneğin savaşa karşı olması, "İslamcı terör" kavramına karşı çıkışı bu çevreler tarafından "terör seviciliği"ne varacak kadar ağır sözlerle eleştirildi. O, hiç bir görüşünden taviz vermedi. Şu anda iktidarın en güçlü adayı.
Tony Blair'e ne mi oldu? Başbakanlığı döneminde söylediği yalanların, Irak'ta kimyasal silahlara ilişkin, gerçekte olmayan bir rapora dayanarak Bush'un gölgesinde İngiltere'yi neden ve nasıl savaşa soktuğunun hesabını soruşturma komisyonlarına vermekle meşgul. Bütün savaş yanlıları gibi tarihin çöplüğünde yani.
Blair'in en parlak günlerinde bile ona karşı ilkeli bir şekilde bayrak açıp sokakta savaş karşıtlarıyla birlikte barışı savunan Jeremy Corbyn'e seçim öncesinde en çok sorulan soruların başında Savaşı Durdur Koalisyonu'na üyeliği vardı, bir gün başbakan olur ve savaş kararı vermek zorunda kalırsa ne yapacağı bıkmadan usanmadan soruldu. O hep aynı "Barış seçeneğini en sonuna kadar zorlarım" yanıtını verdi, buna rağmen "bir uzlaşma sağlayamazsanız ne yaparsınız" sorusuna karşılık o bir kez daha "barışın hala mümkün olduğuna tarafları iknaya çalışırım" dedi.
Corbyn şimdi dünyada sosyalist solun umudu olan isim. Onun iktidarı, Trump -Erdoğan - Putin - Orban - Duterte v.b ırkçı ve faşist diktatörlük heveslilerine vurulacak en büyük darbe olacak.
Türkiye'de AKP iktidarı ve onun lideri Erdoğan, bir kez daha kendi bekasını savaşa bağladı. Savaştan medet uman bu iktidara en büyük destek de ana muhalefet partisi lideri ve yöneticilerinden geldi. Onulmaz bir devlet savunucusu olan ana muhalefet lideri Kemal Kılıçdaroğlu, bir kez daha iktidara ve onların bu kirli savaşına destek verdi. Kılıçdaroğlu tarihin çöplüğüne bundan çok önce gömülmüştü zaten. Şimdi o, sadece çöplüğün dibini bulmaya çalışıyor. Dolayısıyla sözümüz artık ona değil, CHP içerisindeki sol muhalefete.
Savaşa karşı olduğunuzu söylemenin tam zamanı. Yaşamdan söz etmenin tam zamanı. Göreceksiniz, ne kadar çoğuz...