Pelin Cengiz
Başka türlü bir gıda mümkün: Direnen sofralar
Bugün yaşamımızın çok büyük bölümünde şirketler var, hayatlarımız şirketlere emanet edilmiş durumda. Bütün kararlarımızı neredeyse onlar yönlendiriyor, ne giyeceğimize, ne yiyeceğimize, nereden ne satın alacağımızla ilgili kararlara onlar şekil veriyor. Attığınız her adım şirketlerin ve sanayinin kontrolünde.
Geçen hafta Anadolu Grubu'nun patronu Tuncay Özilhan'ın yaptığı talihsiz açıklamalar tam da buna iyi bir örnek oldu. Özilhan, internette satışı hızla yayılan evde bira yapım setleriyle ilgili konuşarak, evde bira yapımının 'vergi kaybına neden olduğu' gerekçesiyle yetkilileri uyardığını söyledi. Dokuz aylık faaliyet raporuna göre, Anadolu Efes'i bünyesinde bulunduran grubun bira satışları geçen yıl yurt içinde yüzde 5.7 oranında düşmüş.
Özilhan tam olarak şu ifadeleri kullanıyor: "Bira satışı düşüyor ama tüketim konusunda emin değilim. Bunun nedeni de evde bira yapımının artması. Çok ucuza alınan cihazlarla evde bira yapılıyor. Bugün 7.5 liralık biranın 4 lirası vergi. Evde bira üretimi vergi kaybına da neden oluyor. Bu konudaki görüşlerimizi yetkililerle de paylaştık."
'Görüşleri paylaştık' dediği aslında 'şikayet ettik' demek. Bugün 7.5 liralık biranın yarısından fazlasının vergi olmasını Özilhan, hangi platformlarda sorgulamış mesela? Ya da gece 22:00'den sonra alkol satışı neden yasak bunu sormuş mu? Bunlara da açıklık getirirse anlatmak istediği daha manalı olur.
Hükümetin evde içki üretenleri radarına aldığı zaten gizli saklı bir konu değil. Rakı üzerindeki 60 liralık vergiyle 70'lik büyük rakının fiyatı 93 lirayı bulunca, evsel kullanım amaçlı etil alkol satışları patladı. Ürünün yüzde 96'sı alkol, fiyatı 47 lira. Bu ürünün suyla seyreltilmesi, anason aroması ve şeker eklenmesiyle 70'lik rakı yaklaşık 20 liraya mal oluyor.
Ama kısa bir süre önce Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, evsel kullanım amaçlı piyasaya sunulan etil alkole acı madde 'denatonyum benzoat' katılmasına yönelik bir düzenleme getirdi. İnsanlar neden evde üretemesin ki...
Sonrası bildik hikaye. Özilhan, bir açıklama yaparak, "öyle demek istemedim, böyle demek istedim" dedi: "Vergilerin yüksek olmasının merdiven altında kaçak ve sahte içki üretimini artırdığından, bunun insan sağlığını tehlikeye attığından bahsettim. Yasa dışı ticaret hem insan sağlığını tehdit ediyor hem de vergi kayıplarına yol açıyor dedim."
İlk konuşmasında insan sağlığı, merdiven altı vs. gibi ayrıntılar yoktu ya neyse...
Alkol tercih meselesidir, herkesin yaşı, sağlığı, inançları içki içmeye uygun olmayabilir ancak bugün herkesin tükettiği gazoza, limonataya, meyve sularına getirilen yüzde 10 oranındaki vergileri ne yapacağız? Genelde lüks tüketim olarak görülen pırlantadan, cep telefonundan, otomobilden alınan Özel Tüketim Vergisi'nin gazozun, limonatanın, meyve suyunun içinde ne işi var?
Ha bu arada yeri gelmişken değinelim. Geçen yılın sonlarına doğru yapılan bu vergi düzenlemerinde kolalı gazozların ÖTV oranı da yüzde 25'ten yüzde 20'ye indirilmişti. Coca Cola'nın satış ve dağıtım işleri de Tuncay Bey'in grubundaki şirketlerden biri.
Dolayısıyla herkesin kendi yiyeceğini, içeceğini üretmesi bir haktır, şirketlerin, sanayi kuruluşlarının, hatta hükümetlerin herhangi bir gıda veya temel ihtiyaç maddesini tüketmesi, satın alması için insanlara dayatma uygulaması söz konusu olamaz.
Gıda tüketicisi olan herkesin bunu oturup yeniden düşünmesi gerekiyor. Tüketeceğiniz her gıdaya karar veren, üstelik onun fiyatını da vergilerle adaletsiz hale getirerek tüm yurttaşlar için erişilebilir olmaktan çıkaran bir sisteme karşı herkesin kendi yöntemlerini ve yapabileceklerini gözden geçirmesinin tam zamanı. Yediğinin içtiğinin nasıl üretildiğini bilmek önemli, bunun aynı zamanda yerel ve küçük üreticiyi destekleyen, temelinde dayanışma ve paylaşım olan kolektifler, gıda toplulukları ya da kooperatifler tarafından üretiliyor olması da önemli.
Büyüme, kalkınma ve tüketim odaklı ekonomik sistemle arsızlaşmış piyasa sistemi size herşeyi dayatabileceği, sizin de sesinizi çıkarmadan o dayatılanları satın almaya devam edeceğiniz üzerine kurulu. Son 10 yılda dünyanın önemli ekonomilerinin geçirdiği finansal kriz, dünyanın pek çok yerinde bu olguyu daha tartışılır hale getirdi. Pek çok akım, hareket, kolektif çıktı.
Elbette hala köklü bir değişimin, tüketimsel reformun ve tabii en önemlisi sürdürülebilir olarak çevreyi, doğayı ve yeşil ekonomileri merkeze alan yeni bir modelleme inşasının yakınında değiliz. Bu sistemden beslenenler köhnemiş eski sistemin getirilerini kaybetmek istemiyor, tüketim talebinin azalmasının, daha çok konut ve otomobil satamayacak olmanın, insanların kendi gıdasını kendisinin üretiyor olmasının fikrine dayanamıyor, ranta dayalı işlerin konforundan bir nebze olsa vazgeçmeyi göze alamıyor.
Bireysel ya da küçük toplulukların çabası bu anlamda değerli. Üretici ile tüketicinin direkt olarak temas ettiği, yerelliğin, adil bir fiyatın ve emeğin gerçek karşılığının oluştuğu, insanların kendi gıda zincirlerini yarattığı, hatta takasın geçerli olduğu oluşumlar önemli. Şu an Türkiye'deki pratiklerin yaygınlaşmasının önünde bazı engeller olabilir, ancak gün gelece belki de insanlar kendi birasını da kendi ekmeğini de hatta mümkün olduğunda kendi enerjisini de kendisi üretecek.
Birer gıda tüketicisi olarak herkesin neyi talep edip neyi talep etmediğinden, satın alıp almamasından gelen bir gücü var. Bu güç, aynı zamanda yaşadığımız dünyaya karşı da sorumluluk içeriyor. Bu güçle, sağlıklı, nitelikli, adil ve besleyici gıdayı erişilebilir kılacak bir sisteme ilerlemek mümkün...