Ragıp Duran
Başkanlık Rejimi Galatasaray’ı da mahvetti!
Galatasaray Spor Kulübü bir süredir gündemde. Daha çok da spor sayfalarında. Futbol takımının başarısızlıkları, Teknik Direktör İgor Tudor’un tutum ve açıklamaları, Fatih Terim ve Arda Turan spekülasyonları ve en önemlisi de kulüp başkanı Dursun Özbek’in tavırları…
Konu kuşkusuz salt futbolla ilgili değil. Çünkü futbolun bizatihi kendisi sadece futbolla sınırlı değil. Memleketin genel siyasi/ideolojik/kültürel konumundan bağımsız değil Galatasaray’ın başına gelenler.
Tek Adam diktatörlüğünün kurulmaya çalışıldığı bir dönemde, siyasi iktidarın futbol gibi son derece popüler bir alana kayıtsız kalması söz konusu değildi tabi ki… GS tarihi uzmanı gazeteci arkadaşım Melih Şabanoğlu’nun araştırmalarında vardır, taa İttihat Terakki döneminde, iktidar bir şekilde futbol dünyasına bulaşmaya başlamıştır. Daha yakın zamanda Süleyman Demirel’in ‘’Bu top meselesi ehemmiyetli bir mesele’’ dediğini hatırlayalım. Turgut Özal da aile bireylerini üç büyüklere dağıtarak total futbolun siyasi versiyonunu gerçekleştirmeye çalışmıştı.
Fenerbahçe’nin şike skandalında R.T. Erdoğan, işi gücü bırakıp UEFA Başkanı Platini ile görüşmüş, Aziz Yıldırım hapis yatmış, her zaman olduğu gibi sorun "FETÖ"’ye bağlanarak buzluğa konmuştu.
Bugün siyasi iktidarla GS arasındaki ilişkilere bakmak için biraz geriye gidelim: 15 Ocak 2011 günü Galatasaray’ın yeni stadı Türk Telekom Arena’nın açılış töreninde, dönemin TOKİ Başkanı Erdoğan Bayraktar on binlerce kulüp üyesi ve taraftar önünde, GS Kulüp Başkanı Özhan Canaydın’ı hor gören bir konuşma yaptı. Bu durum konukları kızdırdı. Bayraktar’ı ardından da, stadyumda bulunan Başbakan Erdoğan’ı ıslıklamaya ve yuhalamaya başlamıştı bütün stat. Dün gibi hatırlıyorum. Ben de oradaydım. Başbakan ve yanındakiler, açılış konuşmasını yapamadan stattan ayrılmak zorunda kaldı. Bizim o dönem Başkanımız Adnan Polat da Erdoğan’ın peşinden stattan çıktı. Yanlış tercih!
Erdoğan için büyük bir şoktu bu. Tüm gezilerinde bindirilmiş kıtaların alkış ve hayranlık gösterilerine mazhar olan büyük lider, o dönem için galiba ilk kez bu kadar büyük bir kalabalık tarafından protesto edilmişti. Kendisi kindar olduğu için bunu unutmadı. Galatasaray artık cezalandırılmalıydı. İlk rövanşını AKP Istanbul İl Kongresini Türk Telekom’da düzenleyerek aldı. Bir süre sonra hemşehrisi Abdurrahim Albayrak’ın organizasyonu ile bir Ankara deplasmanı öncesinde takımı Beştepe’deki Saray’ına getirtti. Sonra stat konusunda kulübe bir sürü zorluk çıkarttı. Taraftarın maça gidip gelirken sefil perişan olmasını sağlamak için metro hattını uzun süre kapalı tuttu.
Bu arada kulübün başına spor dünyasının pek tanımadığı, sadece kısa bir süre Yönetim Kurulu üyeliği yapmış bir iş adamı getirildi: Dursun Özbek. Sportif, idari ve mali alanda pek marifetli biri değildi ama Başkandı işte. Mesela Yönetim Kurulunun bazı üyeleri, kimi karar ve uygulamalar konusunda ‘’Aaa haberim yok vallahi, ben de basından okudum’’ diyordu. Özbek’in ilk faulü, Yönetim Kurulu üyesi ve futboldan sorumlu eski kaptan Cüneyt Tanman’ın üstüne, seçilmemiş ve hiçbir uzmanlığı olmayan ama Başkanın kardeşi olan birini Florya’ya sorumlu atamasıyla ortaya çıktı. Tanman protesto olarak bastı istifayı. Özbek, kendisi dahil kimseye güvenmediği için akraba kontenjanını öne sürdü.
Özbek, koca kulübün başkanlık makamını rahatça doldurabilecek/sindirebilecek bir karakterde olmadığını gösteren başka uygulamalara da imza attı. Kararsızdı, çekingendi ve bu eksikliğini göstermemeye çalışıyordu. Takımın önemli bir maçı varken o Beştepe Sarayına 29 Ekim kutlamasına gitmeyi tercih etti. İktidardan korkuyordu.
Yanlış anlaşılmasın kimse futbol kulüplerinden muhalefet partisinin işlevini üstlenmesini beklemiyor. Ama klüp Başkanlarının AKP İl Başkanları gibi davranmasını da istemiyor. Üstelik GS, FB, BJK, Trabzon ve Bursa gibi büyük kulüplerin milyonlarca taraftarı var. Ve bu taraftarların her birinin farklı siyasi tercihleri mevcut. Taraftarı takımın arkasında birleştiren motivasyon tabi ki siyasi değil. Ama, hele GS gibi asırlık bir eğitim-kültür kurumunun sportif branşı olan bir kulübün, siyasi iktidardan özerk mümkünse bağımsız olması çok önemli. Futbola siyaset karıştırmayalım deniyor ama siyasete futbol karıştırılıyor hep. Dikkat edin siyasi liderler Anadolu’da seçim gezilerine gittiklerinde, mitinglerde boyunlarında hep o kentin futbol takımının atkısı olur. Futbol ve futbol kulüpleri, şahsiyetli davransın, kendisini hiçbir siyasi akımın özellikle de iktidarın kullanmasına izin vermesin. Maçtan önce ellerine tutuşturulan pankartla sahaya çıkmak zorunda kalmasın. Kulüpler için geçerli bu söylediklerim. Yoksa mesela Çarşı grubunun sosyal ve siyasi içerikli gösterileri, taraftarların doğal ve barışçı eylemleri. Konya stadında 10 Ekim’de Ankara’da bombayla öldürülenlere saygısızlık acı ve unutulmaz!
Neyse…
Futbol Federasyonu, Fenerbahçe lobisi, medya koalisyonu GS’nin önünü kesmek için binbir dalavera çevirdi, hiç birine ciddi tutarlı tepki göstermedi Dursun Başkan. Yayıncı kuruluş açısından ligin çekişmeli ve heyecanlı geçmesi gerekiyor, ayrıca BeIN Sports’un en kalabalık olası abonesi Fenerli olduğu için, Fenerbahçe’nin yarışta ilk üçten düşmemesi gerek. Zaten 4 yıldızlı tek takım GS olduğu için, bu yıl da GS yine şampiyon olursa, fark açılacak ligin zevki kaçacaktı bu koalisyona göre.
Herkes bilir, bir rakip, en kolay içeriden yıkılır.
İlk başta Liseli/Liseli olmayan ayrımı devreye sokuldu yine. Oysa ki kulüpte ve üye topluluğunda monolitik bir Liseli grubu yok. Bir çok Genel Kurulda birden çok Liseli Başkan adayı yarıştı. Geçmişte de Liseli olmayan çok başarılı Başkan ve yöneticiler görev yaptı GSde. Bugün de Dursun Özbek’in arkasında ya da karşısındaki üyeler, Liseli ve Liseli olmayanlar diye sınıflandırılmıyor. Lise, kulübün kurucusu ve sürekliliğinin güvencesi olarak önemli bir kurum ama üyeleri bölen/gruplaştıran bir manivela değil. Üyeler, tutum alırken, konuşurken, yazarken ya da oy kullanırken Liseli ya da Lisesiz olarak değil, GS kulübü üyesi bağımsız yurttaşlar olarak tercihlerini belirtiyor.
Sonra, Arda ve Fatih Terim bombaları devreye sokuldu. İkisinin de özellikle Arda’nın siyasi iktidarla arası çok iyi. ’’Cumhurbaşkanımla arada sırada telefonla görüşüyorum’’ demişti. Aslında öyle dünya çapında klas bir futbolcu değil ama sanayi-maliye-reklam mekanizması ile Barcelona’ya kadar yükselen bu çocuk, kısa zamanda şımarıp önce futbolu aksattı, sonra Rıdvan abisi ile birlikte yandaşlığa girdi, ardından bir de gazeteci dövünce ‘’Yeni Türkiye’’nin ideal vatandaşı haline geldi. Medya, ki kimin yönetiminde olduğunu artık herkes biliyor, Arda’yı GS’ye empoze etmeye başladı. Teknik Direktör Tudor neyse ki açıkça muhalefet etti: ‘’Esas olarak bir solbeke ihtiyacımız var’’ dedi. Arda, GS’ye gelirse hem yüksek transfer bedeli ile ekibin mali dengesini bozacak hem de grupçuluk yaparak takımın ahengini alt üst edecekti. Ayrıca teknik olarak GS’nin mevcut orta sahasında ya da forvet arkasında Arda’ya yer yoktu. Özbek, bir iki kısa ve alçak sesli açıklamada, Arda’nın GS’nin çocuğu olduğunu söyleyip şimdilik transfer görüşmesi yapmadıklarını söyledi. Ama medya hala ‘’İş bitti, Arda Ocak’ta GS’de’’ manşetlerini sürdürüyordu. Liseli ama Fenerli Mehmet Demirkol bile bu dalgaya kaptırdı kendini ve inandırıcılığını kaybetti tabi ki, Rıdvan’la birlikte.
Fatih Terim ise ayrı bir vaka. Kimsenin üzerinde yeterince durmadığı bir bilgi var: Referandum kampanyası sırasında Fatih Terim’e de, tıpkı Rıdvan, Arda ve Burak’a olduğu gibi öneri gitti ama Terim, bu topa girmeyi dolaylı yoldan red etti. Zaten sonuç olarak da Erdoğan’ın kampanyasına katılmadı Terim. Yandaş medyada Terim, Acun Ilıcalı ve Gülben Ergen’le birlikte bu nedenle topa tutuldu. Saray açısından olumsuz bir durumdu bu. Cezası da kesildi. Federasyon, kamuoyu baskısı karşısında kebabçı baskınını gerekçe gösterip Terim’in hem işine son verdi hem de tazminatını ödemeyi red etti. Terim şimdi Yüce Türk Adaletinden tazminatının ödenmesini talep ediyor.
GS ile ilişkisine gelince: Fiorentina, Milan, GS ve Milli takımdan sözleşme süresi dolmadan ayrılmak zorunda kalan, futbol bilgisi konusunda yerli ve yabancı uzmanları hiçbir zaman tatmin edemeyen, üstüne üstlük damadı ve şoförü ile birlikte mekan basan Terim de bu girişimi ile ‘’Yeni Türkiye’’nin örnek vatandaşı ünvanını kazandı. Terim, GS’de iken kendisini Başkan’ın da üstünde görüyordu. Teknikten çok gazla maç kazandığı bilinen Terim, bütün başarısızlıklarına rağmen, Avrupa’da hatta dünyada en yüksek ücret alan ilk üç antrenörden biri. Arkasında önemli bir kitlesi var. Medyası da kuvvetli. Ne var ki hem teknik düzeyde hem de ahlaki düzeyde GS’ye yakışmıyor. Terim, yabancıların çoğunlukta olduğu bugünkü GS takımını da zaten gazla, hotzotla yönetemeyeceğini herhalde bilmiyor. GS’ye Başkan olarak döneceğini iddia eden Terim, taraftar kitlesi ile Başkanı seçen Genel Kurul üyelerinin farkını büyük bir ihtimalle bilmiyor ya da taktik icabı bilmez görünüyor.
Arda ve Terim konusunda, GS’nin olumlu bir dezavantajı var: Bu iki kişinin de transfer bedelleri ve maaşları çok yüksek. GS’nin kriterlerinin çok üstünde. Arda olağanüstü indirim önerdi ama Terim ‘’Bana öneri getireceklerse düzeyli bir öneri olsun’’ diyerek indirime yaklaşmadı.
Son duruma bakalım: Başkanlık rejiminin çıkmazı geldi Özbek’i de vurdu. Tudor’u gönderdikten sonra, kimden esinlenmişse artık, acil/erken yani baskın seçime karar verdi. Daha önce Ünal Aysal da aynı yönteme başvurmuştu. Başkan dediğin her sözü kural ya da Tanrı kelamı gibi kabul edilmeliydi. Yönetim Kurulundan çıt çıkmamalıydı. Eleştiri olur ya da tam destek gelmezse, ya istifa etmeliydi yönetici ya da halledilirdi.
Özbek’in planı şu: Nasıl olsa bir ay gibi kısa zamanda başka bir rakip çıkmaz, liste oluşturamaz, ben de seçimli bu olağanüstü kongrede kendi yeni listemi yaparım, hem güven tazelerim hem de bundan sonrası için bana biat eden yöneticilerle çalışırım. Üstelik bu sene şampiyon olamasak bile nasılsa Mayıs’ta bir daha seçim olmayacağı için koltuğumu en az iki yıl daha korurum.
Genel Kurul bu yaklaşımı ne kadar benimser şimdiden bilemeyiz. 20 Ocak’ta sonucu göreceğiz. Ama Genel Kurul’un Özbek gibi başarısız bir yöneticinin görev süresini uzatması zayıf bir ihtimal.
Ne var ki mesele Özbek mi bir başkası mı değil. Mesele kulübün bundan sonra nasıl yönetileceği. Başkanlık rejimine devam mı? Yoksa profesyonel yöneticilerin idare edeceği ve Yönetimin kollektif olarak çalışıp denetleyeceği bir model mi? Çünkü Galatasaray da, Batı’ya açılan pencere, laik eğitim ve kültür kurumu filan ama sonuç olarak Türkiye’nin küçük bir eşantiyonu…