Bataklığa doğru

Savaş tamtamları çalıp milliyetçi çığlıklar atsalar da 'Pınar’, krizden, ihtilaftan, tecritten başka bir şey üretemiyor. Mesele askerî değil, siyasi.

Saray, Rojava’ya saldırırken altından kalkamayacağı riskleri alıyor. Kendi göbeğini Amerikan bisturisi ile kestiği ortaya çıktı. Yabancı basın da milli ve yerli medyayı habire tekzip ediyor.

Her iki taraftan onlarca sivil ve askerin hayatını kaybettiği harekâtın 6. günü bugün. Resmi açıklamalara göre çok uzun süredir hazırlıkları yapılan bu saldırının aslında hiç de iyi planlanmadığı ortaya çıkıyor. Mesele askeri ya da teknik değil. Tamamen siyasi. Planlamayı ve uygulamayı kimin nasıl yaptığı önemli.

A)   TSK bu hareketi tamamen kendi inisyatifi ile mi yapıyor? Harekâtın gerek alan gerekse süresini Ankara tek başına mı belirliyor? Bu iki soruya da olumlu cevap verecek ipucu ya da veri bulunmuyor. Çünkü artık ABD’nin resmi görüşlerinin yansıdığı Trump’ın tweetlerini dikkatli bir şekilde, kronolojik olarak ve gerek uluslararası gerekse ABD iç politikasındaki gelişmelerle paralel olarak konumlandırdığımızda bir dizi gerçek ortaya çıkıyor:

a)    ABD Dışişleri Bakanlığı ısrarla bu harekât konusunda Ankara’ya yeşil ışık yakmadıklarını açıklıyor. Pentagon da sürekli olarak ‘’Kürtleri desteklemeye devam ediyoruz’’ diyor.

b)   Trump’ın sözünü ettiği ve Erdoğan’ın da bildiği Kırmızı Çizgilerin ne olduğu yavaş yavaş ortaya çıkıyor. Türk Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu ‘’30 kmlik derinliği geçmeyeceğiz’’ derken aslında Washington’un belirlediği alan kısıtlamasını kastetmiş oldu.

c)     Süre konusunda global medyaya yansıyan iki rakam var: 10 gün ve 1 ay. Bunlardan hangisinin geçerli olduğunu bu tarihler geldiğinde anlayacağız. Ya da ikisinin de geçersiz olduğu saptanacak.

d)   Derinlik muhtemelen baştan saptanmıştır ve kolay kolay değişmez. Süre ise duruma göre kısaltılabilir, ama daha çok da uzatılma olasılığı var. Kobane’de ABD Özel Kuvvetlerine yönelik saldırı mesela süreyi kısaltabilir.

e)    Kıbrıs yüzölçümünün neredeyse 3 misli büyüklüğündeki bir alana yönelik hava bombardıman frekansına, sorti sayısına baktığımızda, özellikle Afrin saldırısı ile kıyaslandığında, bunun çok düşük olduğu görülüyor. Demek ki ABD’nin yaktığı sarı ışıkta bombardıman frekansı ve sorti sayısına da bir sınırlama getirilmişe benzer. Putin, Afrin’de Ankara’ya daha cömert davranmış.

B) Saray’ın harekâtı haklı göstermek, meşrulaştırmak için öne sürdüğü 3 tez de daha ilk başta çöktü.

a)    Dünyada resmi açıklamalarda ya da medya haber ve yorumlarında hiç kimse PKK, YPG ya da SDG’den ya da onların’’ terörist faaliyetlerinden’’ söz etmiyor. Tam aksine TSK’nın Kürtleri, Suriye Kürtlerini hedef aldığını belirtiyor. Keza ‘’Barış Pınarı’’ ibaresi de hiç tutmadı. Global medya, ‘’askeri saldırı’’, ‘’işgal’’, ‘’istila’’ gibi sözcüklerle anıyor harekâtı.

b)   Mültecileri kurulacak Güvenli Bölge’ye yerleştirme önerisi de hiçbir Batılı devlet tarafından ciddiye hatta kaale alınmadığı gibi, New York merkezli Human Rights Watch sözkonusu alanın ‘’Güvenli Bölge’’ dışında her şeye benzeyeceğini öngördü. AB de böyle bir plana mali destek vermeyeceğini açıkladı.

c)     Nihayet TSK’nın IŞİD’e karşı da harekât düzenlediği aldatmacası fena halde yalanlandı. Çünkü, harekât başladıktan sonra IŞİDlilerin tutuklu bulunduğu hapisanelerden firarlar başladığı gibi IŞİD’in uyuyan hücreleri de suikastler gerçekleştirdi. Şimdi de yoğun nüfuslu kamplardaki IŞİDli savaşçıların ve ailelerinin ‘’kurtarılması’’ gündeme geldi.

C)   Yabancı askeri ve siyasi uzmanlar TSK harekâtını geçmişteki iki operasyona benzetiyor: Yemen ve Vietnam. Global medyada TSK’nın kaderi irdelenirken geçen ibareler, soykırım, nüfus mühendisliği ve bataklık.

D)   Saray, RTÜK ve Savcılık marifetiyle medyadaki olası sızıntıları/kaçakları önlemeye çalışsa da, milli ve yerli medyanın savaş çığlıkları atması önce gerçekler sonra da global medyanın yayınları sayesinde bir ölçüde etkisizleşiyor. Sınırın Türkiye tarafına yönelik saldırıların kimin tarafından gerçekleştirildiği kesin olarak bilinmemesine rağmen YPG itham ediliyor. Ama mesela gazetecilerin kaldığı otelin tam da canlı yayın sırasında bombalanması manidar. Saldırılarda kullanılan silahların MKE yapımı çıkması da Hakan Fidan’ın ‘’Gönderirim 4 adamımı oraya, atarlar iki-üç füze…’’ yolundaki sözlerini hatırlattı ister istemez. Ayrıca herhangi bir mekana yönelik saldırının kaynağını teknik olarak saptamak saatler süren çok boyutlu bir inceleme gerektirirken, yetkililerin ve medyanın bu kaynağı acilen saptayıp açıklamaları da bir planın parçası olsa gerek.

E)  Afrin harekâtından ders çıkarılmamışa benziyor. TSK bu sefer de IŞİD eskisi radikal İslamcı çetelerle saldırıyor. ‘’Allah Allah’’ nidalarıyla savaşan bu çeteler sıkıştıklarında ya da çıkarları tehlikeye girdiğinde önce maaşlarını TL olarak almayı red etti. Ardından sınır kapısında Türkiye Cumhurbaşkanının posterlerini yaktı. Bu manzara Kemal Bey’in içini yakıyor değil mi?

F)    Harekât henüz 3. gününde iken Ankara, siyasi ve diplomatik olarak uluslararası alanda ’’muhteşem bir yalnızlıkla’’ karşılaştı. BM, AB hatta Arap Birliği harekâtı bir şekilde kınadı. Derin strateji ve çakma Osmanlı ideolojisi kayaya çarptı. İlginçtir, sözkonusu tepki ve protestolar daha çok ABD ve Batı dünyasından gelirken Afrin harekâtının başkomutanı Putin’in medya organları da bu cereyana çekingen bir şekilde olsa da eşlik etti. ‘’İki süper devletin arasından mahir çalımlarla sıyrılır istediğimi yaparım’’ diyen birinin söylediğinin doğru tercümesi su yüzüne çıktı: Bir ABD vurur, bir Rusya!

G)    Yakın geçmişte, 200 m2 bahçe içinde iki katlı 250 m2lik konutlar düşleyen şahsiyet, şimdi başta ABD olmak üzere Batı dünyasının tasarladığı ekonomik, mali ve siyasi yaptırımlarla nasıl başa çıkamayacağını kara kara düşünüyor. AB ülkeleri silah ambargosu kararları almaya başladı. 13 Kasım’da Trump ile randevusu olan kişiye Amerikan vizesi yasağı gelme riski var.

H)  F35 projesinden çıkarılması nedeniyle milyar dolarla ifade edilen kayıpların yanısıra S400 alımının maliyeti, zaten bir ayağı çukurda olan Türk ekonomisini olağanüstü olumsuz duruma soktu. Çıkıp yine ‘’Siz bir kurşun kaç lira biliyor musunuz?’’ diyecek yine ama, artık sadece ekmek alamayanlar değil kırmızı et de alamayanlar bu ajit-propa pek yüz vermezler herhalde.

İ)  Bütün mesele Selocan’ın ‘’Seni Başkan yaptırmayacağız!’’ sloganı ile başlamıştı galiba. 1925’den beri birikmiş Kürt fobisi de kuşkusuz etkili oldu bu çılgınlıkta. Ben HDP yöneticisi olsam şu sloganı popülerleştirirdim: ‘’Seni Başkan olduğuna pişman edeceğiz!’’

Kısa vadede günü kurtarmaya yönelik taktik girişimler kriz dönemini uzatmanın dışında etkili olamaz. ‘’Kardeşim Putin’’ de bir ihtimal ‘’Seni ben bile kurtaramam’’ diyebilir. Ya da hakikaten feci şekilde kurtarır.

Yeni dönemde bu kanlı maceranın hesabı yasal bir şekilde yani yargı önünde ayrıntılı bir şekilde sorulmazsa, savaş, milliyetçilik ve devletçilik başımıza daha çok dert açar. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ragıp Duran Arşivi