Aytül Hasaltun Bozkurt

Aytül Hasaltun Bozkurt

'Bildiğimiz yerden ayrılır, bilmediğimiz bir yere doğru yelken açarız'

'Yaşamda birçok tekinsizlik ve belirsizlik veren durumlarla karşılaşıyoruz ama insan denen canlı devamlı tekinsiz bir ortamdayken sakin, dengeli ve yaşamına odaklanabilir bir halde kalamaz.'

İçimizdeki Filizler, bizler için Mart 2020’de hayatımıza giren pandeminin etkisiyle dünyanın tekinsizliğine rağmen, kendi içimizdeki küçük güvenli adacıkları bizlere işaret eden hem yetişkinler hem de çocuklar için tasarlanmış sanat terapi uygulamaları içeren bir öz bakım kitabı. Zor durumların içinden kendinizi koruyarak geçmek, kendinize destek olabilecek kaynakların farkına varabilmek, bu kaynakları hayatınıza katabilmek ve onlara yenilerini ekleyebilmek için sizlere yapacağımız davetler olacak, diyor Duygu Seda Tomru ve Funda Sancar. Bu söyleşide kitap dolayımıyla psikolojik dayanıklılık, güven, öz bakım gibi konulara ve yaratıcı sürecin nasıl işlediğine ve sanata tekrar bakma şansımız oldu. İyi okumalar dilerim.


Duygu Seda Tomru

‘İçimizdeki Filizler’ hangi şartlarda nasıl ortaya çıktı? Muradınız neydi, kimler için tasarladınız ve birlikte nasıl çalıştınız?

Duygu: 2020 yılının Mart ayında Covid 19 salgını Türkiye'de de yayılmaya başlamıştı. Tanıdık olmayan, belirsizlik ve bilinmezliklerle dolu toplumca bizi ürküten, tedirgin eden, hazırlıksız yakalandığımız ve sıkıntılar yaşadığımız bir sürecin içerisindeydik. Bu sürecin etkilerini kendi bireysel yaşamlarımızda deneyimliyor, çevremizde gözlemliyorduk. Benzeri zor süreçlerin ne gibi izler bırakabileceğine dair fikrimiz oluşu da bizi kendimiz, yakın çevremiz ve toplum için neler yapabileceğimizi düşünmeye yöneltiyordu.

Bilgi, birikim ve önerilerimizi paylaşarak; zor süreçlerde kişilerin kendilerini korumalarına ve kendilerine destek olabilecek kaynakların farkına varmalarına yardımcı olmak istedik. Kolay ulaşılabilir, anlaşılabilir ve güvenli bir şekilde rahat uygulanabilir önerileri olan bir kitap yazma fikrinde buluştuk.

Funda, ağırlıklı olarak yetişkinler ile çalışan bir Uzman Klinik Psikolog ve Dışavurumcu Sanat Terapisi Uygulayıcısı. Ben de çocuklar, gençler ve yetişkinler ile çalışan bir Dans-Hareket Terapisi Uygulayıcısı ve Sanat Terapisi Uygulayıcısı'yım. Yıllardır çalıştığımız yaş gruplarının çeşitliliği nedeniyle kitabımızın iki bölümden oluşmasına; ilk bölümün özellikle yetişkinler için ve ikinci bölümün ise özellikle çocuklara bakım veren yetişkinler ile çocuklar için yazılmasına karar verdik. Doğadan, sanattan, masallardan, sanat terapisi yöntemlerinden, psikolojik dayanıklılığın temellerinden esinlendik. İnsan odaklı bir yaklaşımla okuyucularımızı önce kendilerine gösterecekleri ve ardından başkalarıyla paylaşabilecekleri nazik ve şefkatli bir keşif yolculuğuna davet ettik. Niyetimiz; bu yolculukta deneyimleyecekleri egzersizler, oynayacakları oyunlar ve kendilerini ifade edecekleri yaratıcı süreçler içerisinde farkındalık tohumlarıyla buluşmalarına, bu tohumların zamanla filizlenmesine uygun ortamı sağlamak ve kılavuz olabilmek.

Kitabımız ile ilgili benim kişisel bir muradım daha var. Üniversite öğrencisiyken 3 yıl boyunca Türk Eğitim Vakfı (TEV) burs desteği almıştım. Kütüphanemdeki birçok kitap o burslar sayesinde alınıp okunmuştur diyebilirim. Bu nedenle yayıneviyle görüştüm ve gelirin bir bölümünün TEV Burs fonlarına aktarılmasını planlıyoruz.

Kitabın yazım süreci boyunca sadece çevrimiçi görüşmeler gerçekleştirdik. Belli bir aşamaya geldiğimizde bir üçüncü göz ihtiyacı duyduğumuz için Uzman Dans-Hareket Psikoterapisti Sevin Seda Güney ile birkaç toplantı yaptık. Onun önerileri, geri bildirimleri ve katkılarıyla kitabımız daha sağlam bir temel üzerine kuruldu.

İki yazar olarak ortak niyetler ile yola çıktığımız ve benzer değerlere önem verdiğimiz için yazım süreci oldukça akıcı ve ahenkli geçti. Birbirimizin yazdığı bölümleri defalarca kez okuyup birbirimize önerilerde bulunduk ve iki bölüm arasındaki bağlantıları bu sayede kurduk.

Kitabın bir yayınevi ile buluşması da sürecin bir parçasıydı. Verita Kitap ile bir araya gelmek, niyetimizin anlaşıldığını ve desteklendiğimizi görmek çok değerliydi. Kapak grafik tasarımı ve kitap içindeki çizimleriyle Z.Türkiz Özbursalı, kitabın içeriğini zenginleştirirken, sayfalara canlılık kazandırdı.

Güven duygusu bizim için neden bu kadar önemli ve dışarıda güvenlik tehdidi olduğunda içimizde neye bakmamız gerekiyor ki dengede kalabilelim?


Funda Sancar

İNSAN DENEN CANLI DEVAMLI TEKİNSİZ BİR ORTAMDAYKEN SAKİN, DENGELİ VE YAŞAMINA ODAKLANABİLİR HALDE KALAMAZ

Funda: Yaşamda birçok tekinsizlik ve belirsizlik veren durumlarla karşılaşıyoruz, ama insan denen canlı devamlı tekinsiz bir ortamdayken sakin, dengeli ve yaşamına odaklanabilir bir halde kalamaz. Devamlı tehdit altında olma hissi bizi yoran bir şeydir. Çünkü o zaman ihtiyaçlarımızı karşılayamayız ve devamlı tetikte olarak öncelikle hayatta kalmak için çaba harcamamız gerekir. Bu belirsizliğe karşı kendimizi güvende hissedeceğimiz bir yer, tutunacağımız bir dal ve ayağımızı basacağımız bir zeminin olduğu düşüncesine ihtiyacımız olur. Tıpkı anne-bebek ilişkisinde beklediğimiz gibi, şefkatli ve ihtiyaçlarımızı yeterince karşılayan güvenli bir ilişkide ancak kendimizi rahat hissedebiliriz. Bunun için de yaşamda ve kendimizde belirli bir kontrolümüz olduğunu bize hissettirecek, her zaman içinde güvende, rahat ve huzurlu hissedeceğimiz yerlere ve ilişkilere ihtiyacımız olur. Sanat, bize kontrol hissi veren, bizi kapsayan, yaşama katılımımızı sağlayan araçlardan biridir. Bu yüzden belki de pandemi döneminde sanatsal yaratıcılığı daha çok etrafta görür olduk. Evet, belki bu dönemde çok fazla belirsizlikle karşılaşıyoruz. Ama boş bir kâğıdın üzerine neyi hangi renkle çizebileceğimizi biz belirleyebiliriz. Sanatsal yaratıcılığın içine girdikçe kendimizi akışa kaptırabiliriz. Bu da bize hem güvende olma hissi verir hem de doğanın akışına ayak uydurarak dengelenebilmemizi sağlar. Bunun için duygularımıza, zihnimizden nasıl ve ne gibi düşünceler geçtiğine, bedenimizde nasıl hissettiğimize odaklanmayı deneyebiliriz ve bu odaklanmayı yaparken sanatı kullanabilir, kendimizi sanat aracılığıyla ifade edebiliriz. Böylelikle kendimize yakınlaşırız ve kendimizle ilişkimizi gözden geçirerek ruhsal bir dönüşüme doğru gidebiliriz. Kendimizle ilişkimizin iyileşmesi, yaşamla ve çevremizle olan ilişkimizin de iyileşmesini sağlar.

ONLİNE ÇALIŞMA SİSTEMİYLE BİRLİKTE ÇALIŞMA SAATLERİ ÇOK MUĞLAKLAŞTI. BU NOKTADA SINIR ÇEKMEK, KENDİMİZE DEĞER VERMEK, KENDİMİZE ŞEFKATLE YAKLAŞMAK ÖNEM TAŞIYOR...

Psikolojik Dayanıklılık nedir ve neden önemlidir? Nasıl psikolojik olarak dayanıklı hale geliriz?

Funda: Psikolojik dayanıklılık, bütünlüğümüzü koruyabilme yetimizdir diyebiliriz. Herhangi bir zorlukla karşılaştığımızda, dengemizi koruyabilme, yaşama katılma ve ondan keyif alma yetimizi devam ettirebilmektir. Psikolojik dayanıklılığı genelde zorlu bir durum sonrasında daha çok önemseriz, çünkü bu yetilerimiz o zaman sınanır. Fakat aslında böyle bir durum yaşamadan önce de ruhsal dayanıklılığımıza yatırım yaparsak gelecek zorluklara karşı güçlenebiliriz ve irili ufaklı zorluklarla dolu olan yaşamda daha rahat ilerleyebiliriz. Çünkü psikolojik dayanıklılığın en büyük özelliği koruyucu olması. Psikolojik olarak dayanıklı olan kişiler, az bir stres seviyesi yaşayabilirler ama kısa sürede görece iyi bir dengeye kavuşabilirler. Psikolojik dayanıklılık, iyileşmeden farklıdır, aslında içsel ve dışsal kaynaklarımızın yeterliliğini zorlayan bir durumla karşılaştığımızda olabilecek en az hasarı almaktır. Öz bakım, bu koruyucu özelliği kendimiz için oluşturma süreci gibidir. Öz bakım sayesinde ihtiyacımız olan ilgiyi kendimize yöneltiriz. Bir araba bozulduğunda onu tamire götürürsünüz ve bozulan arabanın işlevsel hale gelememe ihtimali de vardır. Ama arabanın bakımını düzenli olarak yaparsanız onu tamir etmeye ihtiyacınız kalmaz ve bu arabayla uzun ve engebeli yollara çıkabilirsiniz. İşte öz bakım ve psikolojik dayanıklılık arasındaki ilişki de bunun gibidir!... Bizlerse tüketim ve üretime dayalı toplumlarda yaşamanın bir sonucu olarak ne yazık ki öz bakımımızı ihmal edebiliyoruz. Özellikle kurumsal hayatta online çalışma sistemiyle birlikte çalışma saatleri çok daha muğlaklaştı. Bu noktada sınır çekmek, kendimize değer vermek, kendimize şefkatle yaklaşmak önem taşıyor… Bu da her zaman kolay olamayabiliyor elbette. Kişi kendine vakit ayırdığı zaman kendini suçlu hissedebiliyor. Bu yüzden kitapta özellikle öz bakım ile ilgili bölümde nazik ve kapsayıcı davetler yapmaya özen gösterdim ve öz bakımın verimimizi de arttığını belirttim. Bunların yanında, psikolojik olarak dayanıklı olmak, kendimize incinme hakkını vermeyeceğiz anlamına da gelmiyor tabii. Öz bakımla birlikte hassasiyetlerimizi de kucaklayabiliriz…


Hangi durumları 'zor zamanlar' olarak adlandırıyoruz ve bu zor zamanlardaki tutumumuz ne olmalı? Belki biraz öz bakımdan da bahsetmek istersiniz. Nedir öz bakım ve bizi nasıl destekler?

Funda: Zor zamanlar, karşı karşıya kaldığımızda dengemizi korumakta zorlandığımız, içinden geçerken sıkıntı duyduğumuz durumların olduğu zamanlardır. Bu durumların zorluğunu pek çok şey belirleyebilir: durumun kendine ait özellikleri, süresi, sıklığı, yaygınlığı, ne zaman ve hangi koşullarda başımıza geldiği gibi. Bu tip durumlar, elimizde varolan destek kaynaklarımızı sınarlar, kaynaklarımız zorluklar karşısında yetersiz kalabilir. Zorlanmamız, kaynaklarımızın yeterliliğine bağlı olarak da değişebilir. Ama öyle durumlar vardır ki, kaynak gözetmeksizin hepimize zor gelir. Pandemi de aslında böyle bir durum. Çünkü uzun zamandır böylesi bir durumla karşı karşıya gelmemiştik. Covid-19’u ilk duyduğumuz zaman, bize tanıdık olmayan bir durumdu. Doğal ve alışık olduğumuz yaşantının dışında, kendimizi kısıtlamak zorunda olduğumuz, birçok kayıp yaşadığımız ya da bunlara tanık olduğumuz bir süreç. Bu da elimizdeki kaynaklar ne kadar çok ve nitelikli olursa olsun, bizi az ya da çok zorlayan ve etkileyen bir süreç oluyor. Bu yüzden bu kitapla birlikte kaynaklarımızı gözden geçirip, onları ulaşılabilir hale getirmeye ve yenilerini eklemek üzere okura davetler yapmaya niyet ettik.
Zor zamanlar'ın bize kattıkları olabilir mi? Travma Sonrası Büyüme'den de biraz bahseder misiniz? Travmatik deneyimde ne oluyor da bizi büyütebilme potansiyeli taşıyor?

TRAVMA SONRASI BÜYÜME GÜCÜMÜZÜ FARK ETTİĞİMİZ YER

Funda: Her durumun bize kattıkları olabilir. Zor zamanların bize kattıkları da var ama bu da kişiden kişiye ve durumdan duruma değişebilir. Travma hayatın içinde hepimizin başına gelen bir durumdur aslında. Sonucunda yapıcı ya da yıkıcı özellikler olabilir. Zorluklarla karşılaştığımızda her zaman olduğumuz yer ve zeminimiz hiç beklemediğimiz bir şekilde sarsılır: o ana kadar bizimle olan değerlerimiz değişir. Eski bakış açımızla yaşama devam edemez hale geliriz. Yaşamımıza güven hissi içinde devam edebilmek için bu sarsılan ya da yıkılan yeri onarmak ve gerektiğinde yerine yenisini inşaa etmeye ihtiyacımız olur, taa ki o zemin de sarsılana kadar. Bu yeniden yapım aşaması da aslında değişime bir davettir. Bildiğimiz yerden ayrılır, bilmediğimiz bir yere doğru yelken açarız. Ne yeni ne de eski zeminimizin olduğu bu geçiş aşaması bize belki de en çok sıkıntı veren süreçtir. Bu sıkıntının içinden geçip kendimize yeni bir yer inşaa etmek çaba ve dolayısıyla da daha çok kaynak gerektirir. Daha önce hiç ihtiyacımızın olmadığı yeni kaynaklarla tanışırız böylelikle ve aslında potansiyelimizin ve gücümüzün farkına varırız. Böylelikle geldiğimiz yer, eskisinden daha geniş, içinde rahat edebileceğimiz bir ruhsal alan sağlar bize. Bu noktada travma sonrası büyümeyle karşılaşırız. Faciaların yıkıcı tarafları, yapıcı taraflarından fazla olabilir. Özellikle insan eliyle yapılan travmaların yıkıcı tarafının çok fazla olduğunu ve iyileşme için karşılıklı çabanın gerektiğini biliyoruz. Yıkılan zeminimizin altında kalmamak için, kaldırabileceğimiz bir zorlanma sonucunda yapıcı bir dönüşüm yaşayabiliriz. Yıkıcılığı fazla olabilecek durumlarda, desteğe ihtiyaç duyarız. Destek de bir kaynaktır aslında. Önemli olan ona ulaşabilmemiz ve onu kabul edebilmemiz… Bunun yanında travma sonrası büyüme, gücümüzü fark ettiğimiz bir yer olduğu için, bu farkındalığa da ihtiyacımız olur ve bu büyüme için bakış açımızın da önemli bir yeri olduğunu düşünüyorum. Örneğin pandemi için konuşacak olursak, pandemiyi doğanın akışına uymamanın getirdiği bir sonuç olarak görürsek bu süreçten bir öğretiyle çıkabilir ve yapıcı bir dönüşüm sağlayabiliriz.

Sinek Kuşu'nun hikayesi çok çarpıcı, biraz bahseder misiniz Sinek Kuşu'ndan ve o hikayenin bize söylediğinden?

Duygu: Sinek Kuşları oldukça geniş bir kuş ailesi; boyları 5 ila 10 cm ağırlıkları ise 1,5 ila 10 gram arasında değişebiliyor. Saniye'de 15-80 kez kanat çırparak havada belli bir noktada durabilmeleriyle ve kanatlarının bu sırada çıkardığı "hımmm" sesiyle tanınırlar. Onlara İngilizce'de Hummingbird yani hımlayan kuş denmesi de bundandır. Gelelim, Sinekkuşu'nun hikayesine;

Ailesi ve dostlarıyla yaşadığı ormanda birgün yangın çıkmış. Sinekkuşu yangın çıktığını haber verince tüm hayvanlar hızla göle doğru kaçmaya başlamışlar. Sinekkuşu ise önce göle, sonra ormanın içine ve sonra yine göle uçup duruyormuş. Hayvanlar göle doğru kaçmaya devam ederken; Sinekkuşu'na "niye bir o yana bir bu yana uçmakta olduğunu" sormuşlar . "Göle gidip gagama su dolduruyor ve o suyu ateşin üstüne bırakıyorum." cevabını alınca da hem şaşırmış, hem de gülmemek için kendilerini zor tutmuşlar. "Taşıdığın bir kaç damla su ile yangını söndürebileceğini mi sanıyorsun?" demişler. Sinekkuşu; "Hayır bunu yapamayacağımı biliyorum. Orman bugüne dek bizleri besledi, bize barınak oldu. Bunun için minnettarım. Biz onun, o bizim bir parçamız gibi. Bunun için elimden geleni yapmaya çalışıyorum." demiş. Hayvanlar bu sözlerin etkisiyle bir an durup düşünmüşler. İçlerinden bazıları, el ele verdiklerinde yangının yayılmasını önleyebileceklerine dair umut ışığını görmüşler.

Bu hikayeyi ilk dinlediğimde Sinekkuşu'nun "parmak kadar boyum var, yeterince güçlü değilim" gibi düşüncelere kapılıp kendini durdurmaması, yangının sönmesi için elinden geleni yapması beni çok etkilemişti. Ardından sürdürülebilir kalkınma, demokrasi ve barışa katkıları nedeniyle 2004 yılında Nobel Barış Ödülü alan ilk Afrikalı Kadın Wangari Maathai'nin ödül töreninde bu masalı anlattığını ve konuşmasını "Çok sıradan, belki birileri için önemsiz bir insan olabilirim ama hiçbir zaman gezegen tükenirken durup seyreden o hayvanlar gibi olmak istemiyorum. Ben Sinekkuşu olacağım, elimden gelenin en iyisini yapacağım." diyerek sonlandırdığını öğrendiğim zaman hikaye benim için daha da anlamlı olmuştu.

Bence Sinekkuşu; sevgi, yardımlaşma, birlik olma, sorumluluk alma cesareti ve olmakta olanı değiştirmeye dair umudun sembolü. Kitap yazım sürecinde de masal hep aklımdaydı ve kendimce masalı yeniden yazarak anlattım. Sinekkuşu'nun hikayesi aracılığıyla okuyucuları hayvanların özelliklerini ve taşıdıkları sembolik anlamları düşünmeye davet ettim.

Çevrenizde gözlemlediğiniz çocuklar var mı? Onlar bu süreci nasıl yaşadılar, yaşıyorlar? Şu an hayatlarında ne gibi konular var ve nasıl başa çıkıyorlar?

Duygu: Yeğenlerim dahil olmak üzere gözlemlediğim veya ailelerinden dinlediğim çocuklar var. Başlangıçta durumu anlamakta zorlanıyorlardı, bazı şeylerin neden değiştiğini, neden okula gidemediklerini, neden maske takılması gerektiğini, neden geçmişte sıradan ve doğal olan pek çok şeyin artık yapılmaması gerektiğini kavramakta zorlanıyorlardı. Sonra zaman içerisinde durumu kendilerince anlamaya, bu yeni biçime alışmaya başladılar. Bazıları okulu ve arkadaşlarını özlerken, bazıları evlerinde ailece daha fazla vakit geçirme fırsatı buldukları için mutlu olduklarını söylüyorlardı.

Salgının yaşandığı bir yılı aşkın süre içerisinde önlemlerin sıkılaştığı ve gevşediği birçok farklı dönem yaşadık. Bu dönemler arasında ise geçişlilik yapmakta zorlandıklarını, değişen yeni koşullara uyumlanma konusunda sıkıntılar yaşadıklarını, bazılarının varolan durumu reddetme, öfke duyma, öfkeyi aile bireylerine veya oyuncaklarına yansıtma gibi değişik süreçlerden geçtiklerini gözlemledim.

Mayıs 2020'de "okulun çevrimiçi olmasından mutlu olduğunu" söyleyen bir çocuğun Kasım 2020'de "okulu özlediğini, tablet karşısında ders yapmaktan çok sıkıldığını" söylemesine tanıklık ettim. Bazı çocuklar için eskiden ödev yapmak eğlenceliyken bu süreçte istenilmeyen, kaçınılan bir görev haline dönüştü. Okul öncesi yaş grubundan birkaç çocuğun ise geçmişte koşa koşa gittikleri anaokulu veya oyun gruplarına gitmekten çekinir olduklarını, "evde oyuncaklar ile oynamak daha iyi" gibi cümleler kurduklarını duydum. Bazı ebeveynlerden çocukların dışarı çıkmaya izinli oldukları birkaç saat içerisinde parka gitmeyi, açık havada yürüyüş yapmayı bile reddettiklerini dinledim.

Yakın çevremde okul öncesi yaş grubunda bir çocuğun bu dönemde daha fazla resim yapmaya başladığını gözlemledim. Resimlerinin kompozisyon yapısı farklılaştı, kendi içinde hikayeleri olan resimler yapar oldu ve bu hikayeleri anlatırken duygularını da konuşma fırsatı bulduk. İlkokul çağındaki enstrüman çalmayı öğrenmekte olan bir çocuğun ise repertuarı içerisinde yer alan bazı parçaları sürekli çalmayı tercih ettiğini fark ettim. Bu parçalar neşeli çocuk şarkıları değillerdi. Neden o parçaları çalmayı tercih ettiği sorulduğunda bu şarkıları çalmanın daha iyi hissettirdiğini söylüyordu. Çocuklar yapmış oldukları resimler, oynadıkları oyunlar, söyledikleri şarkılar, çaldıkları müzikler ile duygu durumlarıyla ilgili pek çok bilgi veriyorlar. Özellikle tekrarlanmakta olan motifler bir tür ipucu veya kılavuz niteliği taşıyor.

Bence böyle bir dönemde çocukları karşı karşıya bulundukları değişiklikler, belirsizlikler, gözlemledikleri kaygılar, belki ebeveynleri tarafından söz edilmese bile denk geldikleri hastalık ve ölüm haberlerinin yarattığı korkular gibi bir çok uyaranın etkileriyle baş etmeleri konusunda tamamen yalnız ve yardımsız bırakamayız. Onlara bir biçimde destek olmanın yollarını bulmalıyız. Benim için de destek olmanın yolu bu kitabın ikinci bölümünü yazmaktı.

Yaratıcı Süreç hangi özelliğiyle bize iyi geliyor, iyileştiriyor?

Duygu: Öyle geniş ve derin bir konu ki... Pek çok araştırmacı, felsefeci, psikiyatrist, nörobilmci, sanat kuramcısı kitaplarında bu konuyu irdelemiş. Nasıl anlatsam?!

Yaratıcı sürecin özelliklerinden bazıları; aynı şeye değişik açılardan bakabilmek, bir şeye baktığında daha önce görmediğin yeni bir şey fark etmek, alışılmadık yaklaşımlar sergileyerek özgün bir ürün ortaya koymaktır. Bu süreç içerisinde hayal ile gerçek arasında bir köprü kurulur, imgelerin ve sembollerin diliyle kendini ifade etme olanağı bulunur.

Kişi hayal gücü ve sembollerin yardımıyla duygu ve düşüncelerini dışavurabilir. Bu açıdan yaratıcı süreç; kendisiyle ilgili kazandığı farkındalıkların rehberliğinde kişinin kendisini tanımasının, geliştirmesinin ve dönüştürmesinin ifade olanağı bulduğu bir yolculuktur. Yolcu adım adım gerçek potansiyelini görmeye, kendi varlığını ortaya koymaya, bütünselleşmeye, kendini gerçekleştirmeye yaklaşır. Bu yolculuk içindeki gözlemler, deneyimler, dışavurumlar beraberinde iyileşmeyi de getirir. Artık kişi daha önce kurulmamış ilişkiler kurabilme, yeni yaşantılar deneyimleyebilme, yeni fikirler ve ürünler ortaya koyabilme becerisini yaşamının içine katmanın yollarıyla tanışmıştır.

Sanatçının Yolu kitabının yazarı Julia Cameron'ın deyişiyle; "Sanat; içimizdeki sandıkları ve yüklükleri açar. Mahzenleri ve tavan aralarını havalandırır. Bizi iyileştirir." Belki farkına varmadan göz ardı ettiğimiz, belki savunma mekanizması olarak kendimizden bile gizlediğimiz, belki sadece unutulmuş, belki çok önemsiz bulduğumuz için neye benzediğini bile anımsamadığımız bir şeyler tozlu raflarda kalmış olabilir. Onların tozunu almak, onlara yeni açılardan, farklı ışıklar altında bakmak ve gizli cevherlerimizi parlatmak için yaratıcı yanımızla buluşmak çok değerli bir yaşamsal kaynağımızdır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Aytül Hasaltun Bozkurt Arşivi