Armağan Kargılı
Birleşik Krallık Yüksek Mahkemesi kararının anlamı!
Birleşik Krallık Yüksek Mahkemesi, 24 Eylül 2019 Salı günü tarihî bir karar açıkladı:
Birleşik Krallık Parlamentosu'nun 5 hafta süreyle askıya alınması kararı hukuksuzdur ve yok hükmündedir.
Karar, sadece Birleşik Krallık açısından değil neredeyse seçilmişlerin yetkilerini kötüye kullanmasının kural haline geldiği, seçimli parlamenter sisteminin uygulandığı tüm ülkeler için önemli.
Olayı kısaca hatırlayalım, Avrupa Birliği'nden anlaşma yapmadan çıkmayı savunan Boris Johnson, Birleşik Krallığın başbakanı olunca Kraliçe'ye "Parlamentoyu 5 hafta süreyle askıya alması tavsiyesi"nde bulundu. Ona göre, "Kraliçe'nin her yıl yaptığı Meclis'i açış konuşmasını ertelemesi isabetli olurdu". 14 Ekim tarihinde Meclis yeniden açılır bu arada da Brexit takvimi belli olur, Kraliçe de açış konuşmasını bu çerçevede yapardı.
Bu, açıklanan gerekçe idi. Gerçekte ise parlamentoda anlaşmasız Brexit için yeterince desteği olmayan Boris Johnson, AB'den çıkışı bir oldu bittiye getirmenin yolunu arıyor, parlamentoda kaybedeceği oylamalarla zaman kaybetmek istemiyordu. Ona göre, parlamentodaki bu oylamalar, AB karşısında başbakanın elini zayıflatıyor, milli çıkarları ayaklar altına alıyordu.
Ayrıntıları uluslararası açıdan pek de önem taşımayan bir hukuki süreç sonunda parlamentonun askıya alınması kararı, Anayasa Mahkemesi gücündeki Birleşik Krallık Yüksek Mahkemesi'ne kadar geldi.
24 Eylül'de Mahkeme Başkanı Yargıç Brenda Hale tarafından açıklanan kararda özetle şu görüşler dile getirildi:
"Kraliçe'ye verilen 'Meclis'i askıya alın' tavsiyesi hukuksuzdur.
Çünkü, kabul edilebilir bir gerekçesi olmaksızın parlamentonun anayasal fonksiyonunu yerine getirmesi önlenmiş ya da engellenmiştir.
Parlamentoyu askıya alma kararı, parlamentoda tartışılıp oylanarak alınmamıştır. Dolayısıyla bu kararın yargıya taşınması, parlamentonun 'Haklar ve Özgürlükleri Korumak olan temel işlevi hiçbir mahkeme tarafından sorgulanamaz" ilkesine aykırı değildir. Tam tersi, parlamentoyu askıya almak Parlamentonun Haklar ve Özgürlükleri Korumak olan en temel faaliyetini sonlandırmaktır.
Sonuç olarak, askıya alma kararı hukuksuzdur, yoktur, dolayısıyla bir etki de yaratamaz. Bu, Kraliyet temsilcileri tarafından Lordlar Kamarası'na bildirilen kararın aslında olmadığı ya da verilen belgenin sadece boş bir kağıt parçası olduğu anlamını taşır."
Mahkeme, kararını oybirliğiyle yani bütün üyelerinin ittifakıyla aldı. Bunun anlamı, karar bundan böyle yargıçların kararı olarak değil mahkemenin kararı, yani yazılı bir anayasası olmayan ülkenin en önemli içtihatlarından biri olarak tarihe geçecek. Bundan böyle bir başbakan, canı istediğinde parlamentoyu askıya alamayacak.
Meclis, Yüksek Mahkeme'nin kararını açıkladığı günün hemen ertesinde toplandı. New York'taki BM toplantısından dönen Boris Johnson da milletvekillerinin sorularını yanıtlamak üzere akşam saatlerinde Meclis'teki yerini aldı.
Medyada başlıklar sert, milletvekillerinin eleştiri dozu yüksekti. Mahkemenin kararı netti; Boris Johnson, Kraliçe'yi kanunsuz, antidemokratik, parlamentoyu hiçe sayan bir karar almaya zorlamıştı. Yani suç işlemişti, dolayısıyla suçluydu. Özür dilemeli, istifa etmeliydi.
Boris Johnson'ın, Muhafazakâr Parti üyelerinin oyuyla genel başkanlığa seçilip Başbakanlık koltuğuna oturmasının üzerinden henüz 2 ay geçti.
Genel başkanlığının ilk haftasında yapılan bir ara seçimde, partisine yüzde 10'dan fazla oy kaybettirdi.
Zaten azınlık hükümetine başkanlık ediyordu. Meclis'te ancak Kuzey İrlanda'nın ırkçı faşist partisi DUP'un (Democratic Unionist Parti - Demokratik Birlik Partisi) desteğiyle ayakta duruyordu. Salt çoğunluğunu TV'lerin Meclis'ten yaptığı canlı yayın sırasında kaybetti.
Britanya'nın Avrupa Birliği'nden elini kolunu sallayarak çıkması gerektiği görüşünün en hararetli savunucusu Johnson, Meclis'teki kritik bir oylama sırasında bu görüşünü son derece sert ve saldırgan bir üslupla dile getirirken partisinin milletvekili Philip Lee, kameraların önünde Muhafazakâr Parti sıralarını terkedip Liberal Demokratlar'a katıldı. O anda Boris Johnson hükümeti parlamento çoğunluğunu da kaybetmişti.
Ama kayıpları bununla sınırlı değildi.
Parlamentoyu askıya alma kararına karşı birlik olan muhaliflerin "acil durum" talebiyle topladıkları parlamentoda, hazırladığı 5 önerge aynı gece reddedilince bir rekora da imza atmış oldu.
Kendisine karşı oy kullanan ve aralarında, Winston Churchill'in torununun da bulunduğu 21 milletvekilini partiden attı. Meclis'teki çoğunluğunu tamamen kaybetti.
Brexit görüşmelerini yürüten AB temsilcileri ile yaptığı her toplantının ardından, "Kararlıyız 31 Ekim'de AB'den çıkacağız, bu konuda geri adım atmayız" demeye devam ediyor. AB yetkilileri ise şu ana kadar Johnson'ın kendilerine hiçbir plan getirmediğini ısrarla söylüyorlar.
Bu arada ülkenin en büyük turizm ve havayolu şirketlerinden Thomas Cook iflasını açıklasa, Jaguar otomobil firması faaliyetlerini bir süre askıya aldığını ilan etse de hükümetin böylesi konularla ilgilenecek zamanı yok. Bu örnekler en büyüklerden, küçük işletmelerin iflasları duyulmuyor bile.
İşte bu şartlarda Johnson, mahkeme kararı nedeniyle hani deyim yerindeyse mevcutlu olarak Meclis'e geldi. Johnson'ı tanıyanlar istifa etmeyeceğini de özür dilemeyeceğini de biliyorlardı. Buna rağmen Meclis'te muhalif her isim, ısrarla istifa edip etmeyeceğini ya da en azından özür dileyip dilemeyeceğini sordu.
Özür ya da istifa ne kelime, en saldırgan haliyle muhaliflerine karşılık verdi. "İstifa etmiyorum, gücünüz yetiyorsa düşürün ya da erken seçime gidelim" dedi.
Muhalefetteki diğer partilerin hatta İşçi Partisi içindeki bazı isimlerin en yakın rakibi sosyalist Jeremy Corbyn'e karşı olmalarını kullandı. Corbyn'e; "Değil muhalefete kendi partine bile hâkim olamıyorsun" diye seslendi.
"Bu tartışmalarla Avrupa'da yapacağım pazarlıklarda elimi zayıflatıyorsunuz, milli çıkarlarımıza ihanet ediyorsunuz. Bize teslim şartları dayatıyorsunuz, asla teslim olmayacağım" gibi bildik tanıdık, seçilmiş otokratların en sevdiği ayrıştırıcı, ötekileştirici hamasete, saldırganlığa sarıldı.
Ama öyle görünüyor ki, demokrasiye darbe olarak adlandırılan parlamentoyu askıya alma kararı nasıl mahkemeden döndüyse onun bu saldırgan tavrı da kamuoyunun sert tepkisine neden oldu.
Demokrasilerde en temel ilke olan hukukun üstünlüğü ilkesi, bugünlerde ABD'de de sıklıkla anılır oldu. ABD Başkanı Donald Trump'ın partisi Cumhuriyetçiler, son seçimde Temsilciler Meclisi'nde çoğunluğu da başkanlığı da Demokratlar'a kaptırmışlardı. Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi'nin Trump'ın dokunulmazlığını kaldırıp yargılanması yolunu açacak bir soruşturma başlatıp başlatmayacağı göreve geldiği ilk günden beri tartışılıyordu. Herkes, bu soruşturma gerekçesinin ABD seçimlerine Rusya'nın müdahalesi olmasını bekliyordu.
Sonunda beklenen oldu.
Pelosi, ABD Başkanı'na yargılanma yolu açacak soruşturmayı başlattığını açıkladı. Ancak gerekçe farklıydı.
Demokrat Parti'den başkanlığa adaylığını koymaya hazırlanan Joe Biden'ın oğlunun Ukrayna'daki enerji şirketleriyle bağlantısını soruşturması için Trump, Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelensky'den ricacı olmuş. Avukatı Rudy Giuliani'nin bu konuda gerekli yardımı vermeye hazır olduğunu da bildirmiş.
Giuliani, Türkiye kamuoyunun yakından tanıdığı bir isim. Rıza Zarrab'ın da avukatıydı ama parasını kimin ödediği herkesin bildiği bir sır olarak kaldı.
Bu ayrıntılara başka bir yazıda gireriz, şimdilik şunu söylemekle yetinelim, Trump hakkında başlatılan soruşturmanın zamanlaması, Joe Biden'ın oğlunun Ukrayna ilişkileri, Joe Biden'ın ABD'nin derin devlet içindeki rolü, görevi bir yana Pelosi'nin soruşturmayı başlatmak için kullandığı söz kayda değer:
"ABD Başkanından büyük hukuk var".
Bütün seçilmiş otokratlara, despotlara atfolunur.