Aytül Hasaltun Bozkurt

Aytül Hasaltun Bozkurt

'Biz çıkışı bulduk, hadi beraber çıkalım demiyor bu eser'

'Acaba düşeceğiz ve bir daha kalkamayacak mıyız?'

Uzun zamanın ardından dans alanından iki arkadaşımla, birlikte ürettikleri özel bir eser vesilesiyle buluşma/konuşma şansım oldu. Bazı ilişkiler öyledir, senelerdir görüşmezsiniz ama sanki dün birlikteymişsiniz gibi kaldığı yerden devam ediyor hissini verir. Bedirhan dans ile ilgili sadece eyleyen değil derinlikli düşünen de bir arkadaşım, İlke ise zerafetiyle bulunduğu yerin havasını bir anda değiştirebilen nadide varlıklardan biri. 'Balerin' 2018 yılında ilk kez seyirciyle buluştu ve hala sahne almaya devam ediyor. Kaçırmamanızı tavsiye ederim, iyi okumalar.

METAFORLARIN SOMUT GÖNDERMELERİ VAR ELBETTE. AMA FARKLI BAKIŞLAR VE İZLEYİCİ POZİSYONLARI TARAFINDAN ÇOKLU ŞEKİLDE ALGILANABİLİYOR

Tut, çek, bırakma, yukarı en çok tekrarlanan komutlar. Metaforik anlamları olduğunu düşünüyorum, neyi tutuyoruz, neyi çekiyoruz, neyi bırakmıyoruz, neyi yukarı kaldırıyoruz diye sormak istiyorum?

İlke: Aslında gayet gerçekçi bir bale çalışmasının ortasında buluyoruz kendimizi çek, tutlarla. Çünkü ömrümüz boyunca bu komutlar üzerinden çalışarak devam ediyoruz, provalarda ve temsillerde. Bunlar bizim hayatımızın bir parçası ve bir anlamda otomatikleşmiş oluyor. Hayatın içinde de yürürken de kendimi çek, up, omuzlar arkaya, baş dik gibi komutlar verirken bulabiliyoruz ve bu bir kısır döngüye giriyor sen de öğrencine öğretirken aynı şekilde komut veriyorsun. Aslında gayet gerçekçi bir bale öğrencisinin nasıl olması gerektiğine dair verilen komutlar üzerinden bakmaya başladık bu çalışmaya. Bedenin yapılanması, düzgün bir şekilde hareket edebilmek ve dışardan gelen komutlarla yapılanmanın devam ediyor olması üzerinden çıktık yola.

Bedirhan: Nasıl bir yöntem izledik, ondan bahsetmem iyi olur. Beden arşivi diye bir kavram var, çağdaş koreografi yöntemleri içinde sıkça telaffuz edilen kavramlardan bir tanesi. Yönetmen/koreograf icracı ile çalışırken ona hazırlanmış bir hareket skoru vermekten ve önermekten ziyade o icracının kendi bedeninle ve belleğinde aslında yıllar içinde yerleşmiş olan arşivi bir şekilde araştırma sahası olarak değerlendiriyor. Benim İlke ile çalışma yöntemim buydu. O yüzden de İlke’nin zaten halihazırda kendi bedensel arşivinde varolan ve öğrencisi, bale sanatçısı ve dansçısı olarak devam eden süreç boyunca biriktirdiklerini nasıl bir araştırma bakışı ile yeniden değerlendirebiliriz, belki başka bağlantılar kuracak şekilde belki başka görme biçimleri önerecek şekilde belki başka tansiyonlar ya da çelişkiler de açığa çıkaracak şekilde o arşivle yeniden ilişkilenmek nasıl mümkün gibi bir soru vardı en başında.

İlke’yle öncesinde konuştuğumuz ve rızalaştığımız zemin böylesi bir zemindi. Dolayısıyla tüm o komutları aslında bale eğitim sürecinde öğrencinin önce dışarıdan, eğitmenden belki dikte edici bir ses aracılığıyla duyduğu, maruz kaldığı; ama sonrasında, o sesi içselleştirip bizzat kendisine dikte edici bir sesle konuştuğu bir lisanın belli anahtar kavramları diye düşündük. Ama İlke’nin bahsettiği çok kıymetli bir şey var; zaman zaman hayatın içinde de dikte edici şekillerde bu komutları kullanmaya devam edebiliyoruz.

Metaforların somut göndermeleri var elbette. Ama farklı bakışlar ve izleyici pozisyonları tarafından çoklu şekillerde algılanabiliyorlar, dolayısıyla birebir karşılığı şudur diyemem. Hatta İlke için bir şeyse benim için kısmen başka bir şey de olabiliyor zaman zaman. İçsel karşılığının ne olduğuyla ilgili belli pas farkıyla ayrıştığımız yerler olabiliyor. Ama ben kendi perspektifimden şunu söyleyebilirim; bırakmaktan korkan, bırakmaktan imtina eden bir tarafım var. Bıraktığımız zaman acaba yerle yeksan mı olacağız, çökecek miyiz, batacak mıyız, her şey bitecek mi diye düşünen bir tarafımız var. Ama oradan kaçmak için çağırdığımız yer de kendi içimizde tansiyon biriktirmeye devam ettiğimiz bir ayakta kalma hali genelde. O yüzden bırakma meselesinde acaba bıraksak daha iyi olabilir mi? Acaba bir çözülme imkanı kendisini bize gösterebilir mi? ihtimalini de kendi içinde barındırıyor. Ama bizim evde de açıkçası mottomuz oldu ‘tut, tut, tut, bırakma’…

Bu aralar böyle hele hele Corona döneminde bırakacak mıyız, bıraksak ne olur, acaba düşeceğiz ve bir daha kalkamayacak mıyız, öyle bir düşme halinin içine mi gireceğiz, orada korktuğumuz ne var belki başka bir şifalanmaya başka bir imkana, ihtimale açılma da o bırakmadan sonra gelebilir ama bazı öğrenilmişlikler ki bunun içinde tut tut bırakma da var, dışarıdan dikte edici bir telkin etkisinin rehberliğinde veya onun itme gücüyle zaman zaman içselleştirilmiş zorlamasıyla devam edebiliyoruz tutmaya ve bırakmamaya. Balerin eserinde de tabi ki var olan bir çelişki bir soruyu mümkün olduğunca açık bir şekilde sahnelemek bizim tercihimizdi. Sonucuna ulaştığımız bir yanıtı vermektense bu çelişkiler bizlerde de birey olarak belli karşılıkları olan çelişkiler. O yüzden de onlarla dürüst bir temas kurabilmek ve o dürüstlüğü koruyarak bunu sahneye taşıyabilmek temel dertlerden biriydi.

Balerin’in hem prova hem de temsil sürecinde birinci el gözlemcisiydim. Hem düşünsel gözlemci hem duygusal hem de somatik gözlemci. Balerin aracılığıyla o an kendi tuttuğum bırakmadığım yerleri sürekli aynalayıp duruyorum her izlediğimde. İlke sağ olsun.

İlke nasıldı Bedirhan’la çalışmak? Alıştığın koreograflardan biri değildir diye düşünüyorum.

İlke: En başta iki yabancı insanız. Farklı disiplinlerden gelmiş olmamızın dışında birbirimizi aslında hem çok merak eden iki yabancı olarak üç ay boyunca çok yoğun bir şekilde çalıştık ilk temsile kadar. Hala çalışmaya devam ediyoruz zaten, balenin en güzel tarafı o, sürekli değişiyor, dönüşüyor ve gelişiyor olması. Ve tabi ki iki yabancı insanın ortak noktada birleşiyor olması çok kolay olmuyor. Hem karşındakini tanırken hem kendini tanımaya başlıyorsun.

Balerin öyle bir yolculuktu ki çok yüzleşmelerle, derinlere inmelerle, kapalı sandıkları açmalarla yoğunlaşan bir çalışmaydı. Bedirhan’la çok güzel bir ilişki kurduk tüm bu süreç içinde. İkimiz de kendimizle ve birbirimizle Balerin aracılıyla çok büyük yüzleşmeler yaşadık. Bedirhan’ın hatırlattığı gibi madalyonun öteki yüzünü araştırmak daha bilmediğimiz yerler nereler onları gerçekten araştırmak benim için de eminim Bedirhan için de çok farklı bir tecrübe oldu. Şöyle söyleyebilirim; bu zamana kadar yaptığım bütün eserlerin, tecrübelerimin, birikimlerimin hepsi Balerin’de toplandı. O Balerin'le içselleşti ve bir kez daha değer buldu.

Benim için çok büyük bir hediye oldu Bedirhan’la çalışmak. İki farklı disiplin olunca başka bir yerden, objektif, dışarıdan gördüğümde balerini ya da bir insanı çünkü balerinin insani yönünü araştırdığımız için bu projede aslında benim gözümden kaçan, daha önce hiç o şekilde düşünemeyeceğim yerlere götürdü beni. Ve aynı şekilde ben de Bedirhan’ı aslında oralara götürdüm daha önce düşünmediği yerlere. Çok müthiş bir buluşma oldu. Onun için minnettarım.

Aynı soruyu sana sorsam Bedirhan.

Bedirhan: Bir balerinle çalışma fikri aklımın bir yerinde hep vardı. Dans tarihinden aşina olduğum koreograflar var. Onların baleye dönük biraz yamuk bakışlarının, biraz tersyüz edilmiş bakışlarının veya farklı filtreler kullanarak yöneltmiş oldukları bakışların bende bir karşılığı hep oldu. Acaba ben ne görebilirim orada, benim bulacağım şeyler neler olur sorusu hep vardı aslında. Çalışacağım kişinin kim olabileceğine dair somut bir fikrim yoktu, aklıma gelen bir insan da yoktu. Bale dünyasından tanıdığım ve böylesi bir projeye birlikte girebileceğimi düşündüğüm, o bahsettiğim bakışı araştırmaya çünkü bildik bir şey değil araştırma niyeti ile girebileceğim bir şey. İlke’yle ortak tanıdığımız Hülya Gülşen’in de aracılık etmesiyle o köprüleri kurduk. Üç kez ön görüşme yaptık. Onlar gerçekten ilk tanışma görüşmeleri gibiydi. Sonrasında da Moda Sahnesi’nde küçük bir stüdyoya kapandık ve üç ay boyunca çok yoğun bir keşif, araştırma, deneme, sınama süreci geçirdik. Benim baleyle alakam tamamen dans tarihsel bir bağ.

Ben balenin tarihine dair donanıma sahip bir insanım. Bir dönem boyunca Aydın Teker’in bale dersine girmiştim. Ama o da tarihini anlattığım disiplinle bedensel bir tecrübe bazlı bir ilişkim olsun istediğim için özellikle. İlke o tarihin, o disiplinin hem eğitim hem sahne sürecinin kanlı canlı ürünü. En nitelikli ürünlerinden bir tanesi, en steril, en kristal ürünlerinden bir tanesi. En inançlın ürünlerinden bir tanesi, en tutkulu ürünlerinden bir tanesi. Diğer taraftan, eleştirel yaklaşma konusunda da bence en cesur ürünlerinden bir tanesi. Bunları fark etmek benim için çok kıymetliydi. Bale yapmış ama modern / çağdaş da yapmış; sanat üzerine konuşmaya başladığımız zaman karşılıklı düşünsel tetiklenme içerisine girebileceğimiz ortak zeminler bulabiliyoruz.

İLKE BENCE KUMAR OYNADI BÖYLE BİR ÇALIŞMAYA GİRMEYİ KABUL EDEREK

Dolayısıyla ‘İlkecim hareket skorun bu şimdi bunu icra edeceksin’ gibi bir çalışma biçimimiz de olmadığı için bazen soru sorabiliyorum İlke’ye bazen İlke arşivinde neler var, onları yeniden ortaya döker misin ve bunları şöyle düşünmemiz, şöyle bağlantı kurmamız nasıl olur, bakabilir miyiz gibi ilerlediğim için hem orada cömert olabilecek hem de bu yeni bağlantılar bazen yeni çelişkiler bazen yeni imalar yeni çağrışımlar, anlamlar önerecek şekilde bunları kurma konusunda kimle çalışabilirdim. İşte İlke ile çalışabilir mişim gerçekten.

Ben Balerin ile birlikte yönetmenlik tecrübesi de edindim. Dansla tiyatronun kesiştiği yerde bedeni bir multi expressive, çoklu ifadeli bir aygıt, ortam olarak kullanabilen bir icracı. Hem dansçı ve dansın farklı stillerine hakim ama aynı zamanda da doğal eğilimleri itibarıyla balenin içinde de var olan oyunculuk boyutuyla, oyunculuğa da açılan performansçı diyebileceğimiz aslında biriyle çalışma fırsatı buldum ve İlke bence kumar oynadı benle böyle bir çalışmaya girmeye kabul ederek. Gerçekten çok teşekkür ediyorum onun donanımında onun birikimde, kariyerinde biriyle çalışma fırsatı bulmak çok çok önemliydi benim için. Hala da öyle bırakmıyorum zaten, işi de bırakmıyorum gerçekten çünkü o işle kurduğum ilişki çok kendime dair de bir ilişki. Ve bu basitçe eril, dişil tarafın bütünlenmesinden de öte bir ilişki. İlke’nin oyun özelinde Balerin’le kurmuş olduğu ilişkiyle benim kendi özelimde kendi personalarımla, rol kişilerimle kurmuş olduğum ilişki arasında çok büyük paralellik var.

Bu süreçte aslında böyle bir paralellik sağlanabildiği için de bu kadar keyifli ve üretken ilerleyebildi. Hem çok öğretici bir süreçti hem de gerçekten minnettar olduğum, iyi ki yapmışım dediğim ve dansla tiyatronun kesişiminde hep merak ettiğim ama hiç deneme şansımın olmadığım çok özgün bir şeyin de, bildiğimin ötesinde özgün bir eserin de çıkmasına vesile oldu. İlke olmasaydı bunu yapamazdım, bu kadar net.

Ama Balerin bir ekip işi, bunu özellikle vurgulamalıyım. Bengi Günay, İrfan Varlı, Utku Şilliler ve Belçim Yavuz yaratım sürecinin aktif paydaşları ve partnerleriydi. Kemal Aydoğan’a ise ayrı bir parantez açmam gerekir. Kemal Aydoğan, Balerin’in yaratım ve sahneleme süreci boyunca İlke ile birlikte en çok temas ettiğimiz üçüncü kişiydi.

Bana Moda Sahnesi’nde 'Bir şey yapar mısın?' teklifini ilk getiren ve o alanı açan kişi Kemal Aydoğan olmuştu. Proje danışmanlığı yapmasını teklif ettiğimde de çok sağ olsun kabul etti. Dans gibi kendi formasyonunun dışında bir disiplin söz konusu olduğunda büyük bir merak ve açıklıkla hep yanımızda bulundu. Eserin tiyatral yönü, eser-izleyici ilişkisi ve dramaturji söz konusu olduğunda ise onun tecrübesinden de donanımından da çok faydalandık. O yüzden de bir ekibimiz vardı aslında Aytül. İlişkisel olarak kurulan bir düzlemde aslında Balerin çıktı. O ilişkisel düzlemin ben çok kıymetli olduğunu düşünüyorum. O ilişki ağının bir parçası olmak gerçekten benim için çok kıymetli.

O DUYGUYU YAŞADIĞIM ZAMAN SESİMİ DE DAHA İYİ KONTROL EDEBİLİYORUM

İlke konuşurken dans etmek zor olsa gerek diye düşünüyorum.

İlke: Gerçekten müthiş bir tecrübeydi. Korkutucu, beni aslında çok evhamlandıran bir süreç oldu, hem konuşmak hem dans etmek hem o sırada giyinmek gibi farklı şeylerle uğraşıyor olmak, sesimi yükseltmek, yüksek sesle konuşmak gibi yerlerde, ilk başta çok tıkandım, utandım, çekindim, içime kapandım ama Kemal Aydoğan’ın ‘yürü, hadi yaparsın’ gibi teşvikleri ile inanılmaz derecede cesaretlendirdi. Şöyle söyleyeyim; üçüncü dördüncü günün sonunda sesim anca açıldı. Konuşurken kısık çıkıyordu, gürleşmesi için bir süre geçmesi gerekti. Sonra eserin içindeki manifesto kısmında çok zorlandım. Bedirhan’a diyorum ki ‘ay Bedirhan kolum yorulacak hem de okumaya devam edeceğim’ Bedirhan’da ‘evet onu istiyorum işte, ben onun aşkını ve şevkini anlıyorum ama kendimde onu göremedim bir süre.

Zorlu bir süreçti ama bir süre sonra çok keyif aldım açılınca. Konuşabildiğimi fark edince, Bedirhan ve Kemal Aydoğan’ın cesaretlendirmeleriyle, kendime olan güvenim yavaş yavaş gelmeye başladı. Bazı temsillerde hala bazen içime kapanık olabiliyorum mood olarak bazı oyunlarda da kükrerken kendimi bulabiliyorum. Onda da Bedirhan şöyle yönlendiriyor beni, ‘Sinirlen’ diyor, gerçekten o duyguyu yaşadığım zaman sesimi de daha iyi kontrol edebiliyorum, duygularımı da daha iyi kontrol edebiliyorum. O zaman çok daha güçlü bir seviyede çıkmış oluyor Balerin’in derdi, söylemi. Bazı zamanlarda daha düşük olabiliyor tabi insanız hepimiz.

Bedirhan: Ama bir standardı hep oldu. İlke öz disiplini çok yüksek bir tip olduğu için, zaten operada yürüyen bir programı olduğu için, dolayısıyla zaten bedenini hazır tutması hep icap ediyor hep gerekiyor. Programı olmasa da hazır tutar muhtemelen o da işin diğer boyutu. Dolayısıyla benim en çok yaptığım şey izlemek, gözlemlemek, sorular sormak ve önerilerde bulunmak oldu belki alanı tutmak da bunun bir parçasıydı. Daha formal bir yönetmen/koreograftan ziyade belli bir yakınlık ve mesafe tansiyonunu koruyan bir yanıyla, diğer taraftan da güven ve şüphe eksenini koruyan bir dramaturg gibiydim aslında bu çalışma sürecinde. Bu bir arkadaşlık tanımı aslında. Daha dürüst ve müdahaleci bir arkadaşlık tanımı.

Bir anlaşmamız vardı sürece başlarken; karşılıklı rızayla bu sürecin işleyeceği, yürüyeceği ve tüm sürecin aslında açık bir iletişim ve tartışma/paylaşım üzerinden gelişeceğini en başından konuşmuştuk. Mesela bir şeyin zorlanması noktasında benim bir önerim varsa da o hep bir öneri olarak ortaya koyulan bir şeydi. İlke çoğu zaman bunu deniyordu. Belki var olan mevcut bir kaygısına veya çekinceye rağmen onu deniyordu. Ama onun gitmeyi istemediği bir yer olduğunda da ben tabii ki bunu kabul ediyordum. Böylesi bir uzlaşı bir hukuk oluştu süreçte, ilişkisel bir hukuk aslında.

BALERİN, BALE DÜNYASI İLE SINIRLI KALMIYOR, DANS DÜNYASIYLA SINIRLI KALMIYOR, ASLINDA HERKESLE HER BİREYLE TEMAS EDEBİLDİĞİ BİR YERİ BULUYOR

Bunları niçin söylüyorum: belirlenmiş sabit roller var, sen oradan ben buradan geldim, şu kadar zamanımız var, şu kadar gün prova alıyoruz, şu gün prömiyer yapıyoruz gibisinden bir süreçten ziyade aslında bir ilişkiyi örmek, bir soruyu ortaya atmak, bir araştırmanın içine girmek ve aslında hem bir yönetmen/koreograf-icracı ilişkisi geliştirmek aynı zamanda arkadaşlık hukuku inşa etmek bunların hepsi iç içeydi. Bunun sonucu olarak, Balerin de bence her birimizin olduğu (veya olduğunu sandığı) kişiden doğru temas edebildiğimiz birisine dönüştü, ki ben bunu çok kıymetli buluyorum.

En son çarkın üzerinde dönen ve biraz likitleşmiş biblo balerinin bir muadili benim içimde de var. Onun formu biblo balerin olmayabilir onun formu hegomonik bir erkeklik ideali olabilir benim içime yerleştirilmiş olan, küçükken benzer şekilde. Dolayısıyla içimize yerleştirilmiş olan ve o yerleştirilmiş olduğu ideallikte korunması çok sağlıklı da olmayan ve bize aslında çok da iyi gelmeyen 'ne olabilir?' sorusunu sordurmayı becerdiği yerde Balerin, bale dünyası ile sınırlı kalmıyor, dans dünyasıyla sınırlı kalmıyor aslında herkesle her bir bireyle temas edebildiği bir yeri buluyor. Bu buna çok değer veriyorum.

Tüm bu anlattıkların seyredene geçiyor diye düşünüyorum, gerçekten samimi bir iş olmuş.
Peki İlke nedir Balerin’
in derdi?

İlke: Balerin’in çok derdi var; derdi olmayan balerin yok bence. Çok çalışıyor, kendine çok yükleniyor, kendiyle yüzleşmekten kaçıyor mu kaçmıyor mu gerçek mi, gerçekten mi, kaçabiliyor mu, gerçekten seviyor mu yaptığı işi yoksa zorunda mı kalıyor. Hayata nasıl bakıyor, özgürlük arayışında mı, hakikatin peşinde mi nerede, yapmacık mı doğal mı? Oraları çok fazla sorgulayan bir iş oldu Balerin. Hala da sorgulamaya devam eden ve güncelliğini, hayatı kavrayışını, ne söylemek istediğini keşfetmeye açık, sürekli değişime, dönüşüme açık bir iş olduğu için bence çok kıymetli oldu. Güncellenebiliyor. İnteraktif olduğu için, izleyiciyle paylaşabiliyor, o anda farklı yerlere gidebiliyor, samimiyeti kurduğu zaman bambaşka bir şey çıkıyor Balerin'in içinden ve onun enerjisinden.

Dokunduğu noktalar güncel olaylar, hassas noktalar. Bedirhan’la zaten ortak karar veriyoruz, şöyle desem nasıl olur’u ben de öneriyor oluyorum. Değerlendiriyoruz. Balerin’in öyle oluyor olması, kendi içinde değişip dönüşmesi bence çok zevkli de oluyor hepimiz için. Çünkü bir temsil bir temsile asla benzemiyor. Her seferinde başka bir gündemi oluyor. Zaten Türkiye gündemi bol malzemeli olunca hem bu şekilde çok zevkli oluyor hem de Balerin gerçekten kendi ile olan yüzleşmesi, dertleşmesi, seyirciyle kurduğu samimiyeti ile alakalı olarak çok güzel yol katedebiliyor. En kıymetlisi de o. Bitmiyor, sonsuz, çok açık.

SANATIN İÇİNDE DİN, DİL, IRK HİÇBİR AYRIM OLMADIĞI İÇİN TAM TERSİNE FARKLI KÜLTÜRLERDEN BESELENEBİLİYOR

Bedirhan sona doğru Kürtçe bir ağıt var değil mi?

Bedirhan: Kürtçe değil Farsça galiba düzeltmesi yapmak isteyebilirim. Onu bir Open Source’tan almıştı Utku. Bütçemiz sınırlı olduğu için para vermeden kullanabileceğimiz belli müzik kaynakları var. Utku Şilliler ile bir gün çalışırken önermişti. 'Şöyle bir şey arıyoruz Utku ne olabilir?' diye sorduğumuzda önermişti. Ama provalarda bunun yerine Mugam kullanmıştık. Farsça bir rumi şiirinin şarkı formunda söylendiği bir mugam kullanmıştık. Onlar o bölüme çok yakışmıştı. Hem bir yandan daha spiritüel bir aşkınlık arayışını kendi içinde barındırıyor.

Dünyevi olanla kurduğumuz ilişkinin maddeliğinden bir sıyrılma arayışını kendi içinde barındırıyor ama diğer taraftan da derinlerde bir acıya da temas etme söz konusu. Acıyı kucaklama hali söz konusu. Ve o acının aslında dönüştürücü transformatif olduğuna dair bir bakış da var. Bunların doğaçlamasını yaptığımızda dönemlerde kullandığımız parçalara benzer bir parça bulduk telif problemi yaşamayalım diye Utku’ya sormuştum o da açık kaynaktan bu parçayı önermişti.

Çok etkilenmiştik biz, his olarak tam da aradığımızı bulmuş olduk. Hem o dönüştürülüğü kendi içinde barındırıyor diğer taraftan gerçekten belli bir spiritüel aşkınlık imasını, hissini kendi içinde barındırıyordu. O yüzden de o bölüm titreyerek bir şifalanma bölümü gibi açıkçası. benim için o bölüm hep öyleydi, travmanın titreyerek atılmasına, çözülmesine göndermede bulunan, titreyerek bedende birikmiş olan travma enerjisinin salınımla çözülmesinin araştırıldığı bir yerdi orası. Azap içinde kıvranan bir beden imgesi ve o azabın böylesi bir dönüştürücülüğünü aradığımız bir yerdi. Ben hep öyle izledim o yüzden benim bedenim mesela orayı her izlediğimde o bahsettiğim türden bir çözülmeler içinde oluyor. Zaten zaman zaman İlke’ye diyorum, İlke bugün ensemdeydi, bugün sırtımdaydı düğüm varsa. Ya da İlke’nin pointleri salladığı yerlerde istisnasız ben de bir dönüş halinin içine giriyordum. Bulunduğum yer ışık masası da olsa başka bir yerde olsa.

Evet öyle bir küçük düzeltmede bulunayım. Kürtçe olsaydı yine kullanırdık. Benim habitusumun bir parçası. Habitus derken beni ben yapan, kimlik olarak hem toplumsal hem de bireysel kimlik olarak benim kimliğimin bir parçası. Türkmen-Aleviyim. Ama Kürtçe'yi çocukken öğrendim. İlk öğrendiğim küfürdü. Mahalledeki Kürt arkadaşlarımın bana ettiği küfürleri onlara iade etmek için bunu yapmam gerekiyordu. Ermenice'yi mahallemde konuştum. Çünkü Ermeni arkadaşlarım vardı. Üniversitede Boğaziçi’nde yaptığımız çalışmalarda çok kültürlü bir perspektifle biz yaklaştık. O yüzden Anadolu coğrafyasında yaşayan halkların, dillerin dansları bunlar bizim araştırdığımız yerlerdi.

Dolayısıyla benim hem estetik beğenimin bir parçası. Dil ayırt etmeden hepsinde bir karşılık bulabiliyorum oysa ama elbette. Şu da çok kıymetli tabii ki Guardian’da bir makale vardı geçen hafta Beyhan Murphy paylaşmış; bale dünyası da kendi içinde kendi kolanyal geçmişini sorguluyor. Pek çok klasik bale eserinde Avrupa’nın ötekisi diyebileceğimiz doğuya dair fazlasıyla karikatürleştirilmiş stereotipler fazlasıyla bulunabiliyor. Pek çok koreograf bunları başka gözlerle değerlendirip yeniden sahnelemeye devam ediyor. O sahne pekala bir Maria Callas eseriyle de kullanılabilirdi -ki aramadım değil aradım- bir arya olsa nasıl olurdu diye de bakmıştım. Benim için habitustan dolayı söylersem kulağımın bir tarafı aryaya Callas’a açık diğer taraftan ağıta ya da mugama da açık. İlke’ye baktığımda o müziğin İlke’yi de hareket ettirdiği gördüm. Bir bale eserinde normalde bale sahnesinde görmeyeceğimiz bir müziğin ve farsi tınıları çok yüksek daha çok gırtlaktan ve belki midenin alt tarafından gelen sesin varlığı his olarak iyi olabilir diye düşündük ve ondan sonra da kullandık zaten.

İlke: Bence zaten sanatın içinde ayrım yok. Sanatın içinde din, dil, ırk hiçbir ayrım olmadığı için tam tersine farklı kültürlerden beslenebiliyor olmak farklı duygulardan farklı dillerden besleniyor olmak bize çok çok iyi geliyor. Sanatın farklı kültürleri birleştiren yanı çok önemli. Zaten kardeşlik, eşitlik, barış peşindeyiz hepimiz. Onun için yaşasın halkların kardeşliği.

Bedirhan: Süreçte konuşmuştuk; acaba bir arya olsa Pina Bausch, Cafe Müller’de Maria Callas’ın aryalarını kullanmıştı. Hisler benim çok yakın bulduğum hisler. Bir de kış, kapanmışız bir mekana, dalmışız bir yerlere ama çıkabilene aşkolsun. Burdan çıkış nasıl olacak derken Callas aryaları bir yandan geldi ama diğer taraftan da Rumi. Çünkü o da bir çıkış öneriyor aslında Rumi’nin tüm sözleri ve onun şarkı formundaki icralarında. Biri mi diğeri mi derken ikinci yolu tercih ettik. Süreçte kıymetli bulduğum bir de şu var; tamam işin adı Balerin’di. Bale dünyasını arka planına alan bir eser tabii ki, onu estetik hammadde olarak kullanan bir eser ama bir sanatçı olarak çalıştım. Mesele üretim noktasına geldiğinde açık bir ufukta muhtelif olasılıkları birlikte değerlendirip ilerlediğimiz bir üretim partneriydi İlke benim için. Benim işi bu kadar çok sevmemin bir tarafı da buydu açıkçası. Balerin’le benim kurduğum ilişki aynı zamanda dans da ettiğim "biz"le kurduğum ilişkiden farklı değil.

ASLINDA O ARAYIŞ VE GERÇEKLİK. HAKİKAT ARAYIŞI BELKİ

Bir çıkış bileti hayal ettiğinizi düşündüm. Nedir Sizin için o çıkış bileti?

Bedirhan:  Aslında o arayış ve gerçeklik. Hakikat arayışı belki. Bana hep öyle geliyor. Özgürlük arayışı diğer taraftan, kalıplarını kırmaya cesaret etmesi ve içsel olarak özgürlüğe ulaşması. Biz aslında düğümü göstererek bitiyoruz bu eseri. Düğümle tamamlanan bir eser. Ama bu pek çok sanat pratiğinde var. Bir kurtuluş reçetesi önermek bizim haddimiz de değil. Herkese uyacak bir reçetenin olduğuna bugünün dünyasında düşünmek bana çok makul de gelmiyor.

İki şeyi yapmaya çalışıyoruz; birincisi otoritenin işleyişi konusunda belli majör ve minör ölçekte iktidar yapılarının teknolojilerinin işleyişi konusunda ve kendimizle kurmuş olduğumuz ilişkinin şeffaflaşması adına bir farkındalığa davet ediyoruz, eleştirel bir bakışa davet ediyoruz. Ulaştığımız, bulduğumuz ve biten bir yer varmışta bunu öneriyormuş gibi bir noktada olduğumuzu düşünmüyorum. biz çıkışı bulduk, hadi beraber çıkalım demiyor bu eser ama zaman zaman negatif extrem noktayı göstererek, nasıl başka yolların olabileceğine dair imalarda bulunuyor. belli açık uçlu önermelerde bulunuyor. O bulunduğu önermeler de daha eşit, daha özgür bir dünya ve insan özlemi ile en derininde bağlantılı tabii ki. Hiyerarşisiz, eşit, özgür bir dünya ve öylesi bir insan özlemi.

İlke: Arıyor, aramaya devam ediyor.

Bedirhan: ama onu buldu ve onu gösteriyor değil.

Aytül: Bu derece işaret etseydiniz çok sevemeyebilirdik. Eleştirdiği şeyi kendisinin yapıyor olması demek olurdu belki bir anlamda da.

Bedirhan: Kendi iç çelişkileriyle de yüzleşme cesareti bunun bir parçası, kendi dalgalanmaları, kendi salınımları da bu arayışın bu yolculuğun bir parçası. Ama evet istikamet veren bir ufuk çizgisi var mı dersen bence halkların kardeşliği de ufuk çizgisinin içinde, eşit, özgür, hiyerarşisiz bir dünya ve insan ve ilişki özlemi de o ufkun içinde. Bunlar arka plandaki hayaletler gibi. İşin kendisiyle daha çok haşır neşir olurken çok somut bir şeylerle uğraşıyorsun. O yüzden uzaktan bağlı olduğumuz kanal orası ama. Uzaktan bağlıyız ama bağlıyız tabii ki. Otoriteyle bir derdi var bu eserin. Hiyerarşiyle derdi var bu eserin. Kendi kendimize kurduğumuz ilişkinin çok filtreli olmasıyla, şeffaf açık olamamasıyla bir derdi var bu eserin. Arıyoruz beraber işte. Ben o yüzden izliyorum, her seferinde benim bedenimde belli titreşimler, vibrasyonlar yaratmaya devam ettiği sürece de muhtemelen izlerim. Öyle düşünüyorum.

İlke: Oley, ben de…


Bedirhan Dehmen- Koreograf

İlke Kodal - Balerin

Önceki ve Sonraki Yazılar
Aytül Hasaltun Bozkurt Arşivi