Cem Erciyes
Beyoğlu'na ilk çıkış
Geride bıraktığımız 2024 için söylenebilecek çok şey var. Benim kişisel tarihimde de izi kalmış bir yıl olacak. Ama ben onu şimdi bambaşka bir şekilde, “Beyoğlu’na çıkışımın 35. Yılı” olarak anmak istiyorum.
Yıl dönümünün tam tarihi birkaç ay önce gelip geçmiş olmalı. Üniversiteler Ekim ayında açılırdı; muhtemelen ben de Göztepe’deki okul için Eylül’ün son günlerinde İstanbul’a geldim. İlk hafta sonumda Sultanahmet’e gittiğimi çok iyi hatırlıyorum. Zaten burada 2. İstanbul Bienali sergilerini görmüştüm ki çağdaş sanatla o ilk karşılaşmanın etkisinden bir daha asla çıkamadım… Sonraki hafta okulda tanıştığım İstanbullu kızlar, İzmir’den gelen bu delikanlıyı artık Beyoğlu’na çıkartmak gerektiğine karar vermiş olmalı. Belki de ben onlara ısrar etmişimdir, bilmiyorum... Ama bana verdikleri yol tarifini asla unutmuyorum. Mecidiyeköy’den 50C’ye binip yedi durak saymamı söylemişlerdi. Sekizinci durak Taksim Meydanı’ydı ve orada inip buluşma yerine gidecektim. 50C artık yok, çünkü o güzergaha metro yapıldı. Ama yer üstündeki otobüs durakları hala aynen duruyor: Şişli Camii, Şişli Etfal, Osmanbey, Pangaltı, Harbiye Askeri Müze, TRT İstanbul radyosu ve Elmadağ... Ya otobüs birinde durmadan geçti ya ben atladım, hiç unutmam altı durak saymıştım ki Taksim Anıtı’nı gördüm. Ne de olsa o kadar genel kültürüm vardı ve hemen otobüsten aşağı atladım. İşte Beyoğlu’yla ilk buluşmam böyle başladı, 1989 yılının ekim ayında…
Her kuşağın Beyoğlu’su başka... Bizden bir kuşak önceki arkadaşlarım 80’lerde sokağa çıkma yasağı varken bile açık kalan nadir birahanelerin Beyoğlu’nda olduğunu unutmuyorlardı. Ve tabii Taksim Meydanı’ndaki o müthiş mitingleri… Gençlik yılları 1960’lara denk gelen babam ise ‘Beyoğlu’na kravatsız çıkılmaz’ diyen kuşaktandı. Gerçi onlar hiçbir yere kravatsız çıkmıyordu. Nitekim babam üniversiteyi kazandığımda bana iki takım elbise diktirmesi gerektiğini düşünmüştü… Oysa bizim için Beyoğlu’na ‘yeşil çantasız çıkılmaz’ kuralı geçerli olacaktı.
1980’lerin sonunda Beyoğlu yeniden canlanmaya çalışıyordu. Gerçekten de benim ayak bastığım Beyoğlu’nda neredeyse sadece pavyonlar, birahaneler ve kahvehaneler vardı… Kızlı erkekli oturup çay kahve içip vakit geçirecek çok fazla mekan yoktu. Bizim gözde kafemiz Peripetie oldu… Sinemalarımız Lale, Sinepop, Emek; çok sonra Alkazar. Sinepop biraz fazla ince uzun olduğu, Lale ise arkalarda kalırsanız sütuna denk gelebileceğiniz için sevdiğim salonlar değildi. Ama Emek her zaman güzel ve cazipti.
Özel galerilerin hepsi Teşvikiye’deydi, Beyoğlu’nda o yıllarda biri AKM’nin tepesinde diğeri Gezi Parkı’nın eteklerinde iki devlet galerisinden başka fazla bir şey yoktu. Vakko’da da sergiler olurdu ve tabii ki Fransız Kültür Merkezi’nde. Zaten Fransız Kültür’ün önü en favori buluşma yeriydi. Unutmayın, cep telefonunun olmadığı bir çağda randevulaşmak, kararlaştırılan saatte, kararlaştırılan yerde olmak çok önemliydi. Beyoğlu’nun favori buluşma yerlerinden biri AKM’nin diğeri de PTT’nin önüydü. Hatta “PTT’nin önünde Taksim’de” Bulutsuzluk Özlemi’nin bir şarkısında bile geçerdi. Tabii o PTT artık yok. Gezi Parkı’nın Cumhuriyet Caddesi’ne bakan yüzünde şimdi eğimli çimenlik alan o zamanlar bir dizi dükkandı. Türkiye’nin ilk McDonalds’ı da burada açılmıştı. Ben İstanbul’a geldiğimde o dükkan üç dört senelikti ve Amerikan kültürüne prim verdiğim için biraz utansam da arada sırada girip çıktığım bir yer oldu. Ama bizim favori lokantamız Sıraselviler’in girişindeki Selvi Lokantası’ydı. Beyoğlu’nda Hacı Abdullah, Hacı Salih gibi ünlü ve pahalı lokantalara göre daha ucuza sulu yemek yiyebileceğiniz güzel bir lokantaydı. İyice küçülmüş haliyle hala aynı yerde faaliyette…
Beyoğlu adeta benim adım atmamı bekliyormuş gibi sonraki yıllarda büyük bir sıçrama yaptı. Tabii ki beklediği ben değildim, ama kültür sanata ve eğlenmeye meraklı genç insanlardı. Benim kuşağım ve bizden büyükler ve bizden sonra gelenler 1990’lar boyunca hep Beyoğlu’ndaydık… Rock barlar, kitapçılar (Pandora, Megavizyon…), yeni sinemalar (Alkazar), tiyatrolar ve galeriler 90’larda ya tekrar hayata döndüler ya da açıldılar… 2000’lerin başında zirveye çıkan bu hikeyi epey uzun; onu yazanlar oldu (Burcu Pelvanoğlu-Beyoğlu Düşerse, Ali Akay-İstanbul’da Rock Hayatı, Tayfun Polat - Türkiye’de Bağımsız Müzik benim okuduklarımdan üçü) daha da yazan olacak bence.
Beyoğlu 1989 yılından beri birkaç kere değişti. 1980’lerde, 1990’larda doğanlar ve şimdi de 2000’lerde yetişen kuşaklar sırayla Beyoğlu’nda kendi kültürlerini oluşturdu, kendi izlerini bıraktı. 2000’lerin başında neredeyse uluslararası bir ün kazanan semt şimdilerde başka bir alem. Yine de şaşırtıcı bir şekilde her gittiğimde birçok tanıdıkla karşılaşıyorum. Demek ki Beyoğlu’na hala ‘çıkıyor’. Ben ‘Beyoğlu’na son çıkışı’ ne zaman yapacağım bilmem, ama o zamana kadar ve sonrasında burasının değişip dönüşmeye devam edeceğini biliyorum.