bölelim birleşelim
bugün bölünme, hesaplaşma değil, bir arada hareket edebilme zamanı; bu hayır meclisleri’nde başarıldı zaten.
geçen hafta bu saatlerde adeta nefesimizi tutmuştuk. aradan aslında kısacık ama koskoca bir hafta geçti. o bir haftada çok şey değişmese de, çok şey gerçekleşti. izninizle bunlara bir göz atmak istiyorum.
tayyip erdoğan, daha ilk konuşmasında idamdan söz ederek, "evet"ten kaçan mhp seçmenini kendine çekmeye çalıştı. akp’li yazarlar arasında, iktidara ve başka akp’lilere yönelik eleştiriler hiç olmadığı kadar açık biçimde dillendiriliyor. hele de cem küçük’ün mavi marmara’da bulunan türkiyeli islamcılardan "manyaklar" olarak söz etmesi ağır tepkiyle karşılanıyor. kendilerini islamcı olarak tanımlayan kesimde, tayyip erdoğan’ı tenzih etseler de akp içindeki varlıklarını sorgulayanlar var. yeni anayasaya yönelik, referandum öncesinde dillendirilmeyen eleştiriler söze dökülür oldu. yani referandum sonrasına ertelenen hesaplaşmalar başladı.
bütün bunları hayra yorma konusunda çekimserim. çünkü akp epeydir kendi öz kurucu kadrolarından vazgeçmişti, girdiği yeni aşamada gücünü seçmen desteğinden almayı da bir kenara bırakacak gibi duruyor. bu durum, zaman zaman dile getirilen "yüzde 51’le yönetemezler" fikrini de anlamsız ve hatta şaşırtıcı kılıyor. yakın tarihe baktığımızda dünyanın pek çok yerinde daha düşük seçmen desteğiyle, hatta halkın hiçbir desteği olmadan yönetilen birçok ülke olduğunu görüyoruz.
ama bence esas mesele şu; "yüzde 51"i kabul ediyor muyuz? referandum’dan beri türkiye’nin birçok yerinde, istanbul’un birçok ilçesinde insanlar sokakta, bu sonucu kabul etmediklerini dillendirerek referandum’un iptalini istiyor. bu insanların seçmeni, destekçisi oldukları partilerden beklentileri ne olabilir? tabii ki bu taleplerini her platforma taşımaları. öyleyse, referandum’da oy kullananların yüzde 51’ininin "evet" oyu verdiğine dayanan her türlü iddia ve öngörü en azından şimdilik bir kenara bırakılsa iyi olur, değil mi?
bu referandum’un iktidar açısından bir güven oylaması olma özelliği vardı. ama şunu da hatırlayalım, "hayır" kampanyası sırasında "bu parti meselesi değil, memleket meselesi" dedik. akp’li ve özellikle mhp’li olup "hayır" oyu veren seçmenler olduğunu biliyoruz. bu insanların artık muhalefet saflarına geçtiğini varsaymak akla yakın değil. aynı şekilde, referandum sonuçlarını protesto ederken örneğin onların oy verdiği siyasetçilere küfür edilirse "hayır" oyu verdiklerine pişman olacaklarına şüphe yok ve sanırım bu kimsenin isteyeceği bir sonuç değildir. (küfürlerin cinsiyetçi olması konusuna girmiyorum bile.) eğer önümüzde başka seçimler, başka saflaşmalar olacağını öngörüyorsak bu temasın değerini bilmemiz gerekir bence. diğer yandan, türkiye’nin belli illerine, -mesela bayburt, çorum, yozgat- yönelik kibir ırkçılığın sınırlarında dolaşır oldu. derdimiz insanları yaftalamak mı, ikna etmek mi?
diğer yandan, chp seçmeni içinde hdp’den nefret eden, hatta bildiğimiz kürt düşmanı olanlar bulunduğuna şüphe yok. aynı şekilde hdp içinde de chp’lilere, ulusalcılara karşı benzer duygular besleyenler var. ama şu da açık; sokakta "hayır"ı savunan kesimlerin ihtiyacı ve dileği bu iki partinin bir biçimde meclis’te birlikte hareket etmeyi başarabilmesi. bu partilerin bugünkü tutumlarına eleştirilerle yön verebilmek önemli tabii. ama bir kısmına benim de katıldığım genel/tarihsel eleştirilerin öne çıkartılmasının bu sürece yarar vermeyeceği, hatta zarar vereceği açık. bugün bölünme, hesaplaşma değil, bir arada hareket edebilme zamanı; bu hayır meclisleri’nde başarıldı zaten.
sokakta, hukuk alanında ve mecliste verilen mücadelelerin belli bir eşgüdüm, ortak talepler ve işbirliğiyle yürütülmesi çok önemli. bir de, her ne kuracaksak aşağıdan yukarı kurmamız gerektiğini sanırım artık hepimiz gördük. çünkü insanlar ancak bir biçimde katkıda bulundukları kararlara uyuyor. son olarak, kendimi tekrar etme pahasına hepimizin çok iyi bildiği gerçeği bir kere daha hatırlatmak istiyorum; bizim artık hata yapma hakkımız yok.