Dünya Barış Günü'ne doğru kara bir anı...

28 Ağustos 1998'de Med TV'den barış çağrısı yapan Öcalan Türk Devleti'nin komplosuyla Suriye'den dışlanmış, ardından da Kenya'da tutuklattırılmıştı.

İktidarın "Terörsüz Türkiye" sloganıyla başlattığı "Milli Komisyon" çalışmaları "ipe un serme" ritminde sürerken, Öcalan'ın bundan tam 27 yıl önce Dünya Barış Günü öncesi yaptığı barış çağrısını ve buna Türk Devleti adına nasıl gayri insani bir anlayışla yanıt verildiğini bir kez daha anımsatmakta yarar var.

O sırada hükümet ortağı olan Ecevit liderliğindeki Demokratik Sol Parti de, muhalefette bulunan Cumhuriyet Halk Partisi de bu önemli çıkışa bir destek vermemişlerdi. Dahası, Demokratik Sol Parti lideri Bülent Ecevit 1999'da MHP ile koalisyon kurarak başbakan olduktan sonra, daha önce başbakan yardımcısı olduğu hükümetin Suriye'ye baskısıyla sürgüne zorlanan Öcalan'ın uluslararası bir komployla Kenya'da tutuklanmasında baş rolü oynamıştı.

Evet, 1 Eylül 1998 Dünya Barış Günü'nden tam üç gün önceydi... Med TV sorumlularından gazeteci dostum Günay Arslan telefon ederek Öcalan’ın 28 Ağustos günü telefonla bağlanacağı canlı yayında önemli bir barış çağrısı yapacağını duyurmuştu.

Anımsadığım kadarıyla programa benim dışımda Kürt medya temsilcilerinin yanısıra NTV, ATV, Milliyet, İhlas Haber Ajansı’ndan muhabirlerle birlikte birçok da yabancı medya mensubu katılıyordu.

Türkiye’de kapatılmış olan Kürt partisi DEP’in, daha sonra Belçika’da kurulan Sürgünde Kürt Parlamentosu’nun lideri olan, 9 Mart 2016'da Erbil'de kaybedeceğimiz dostumuz Yaşar Kaya da stüdyodaydı.

Öcalan açış konuşmasında silahlı çatışmanın her iki taraf için de kalıcı bir çözüm getiremeyeceğini vurgulayarak Türk Devleti ile her türlü barışçıl çözüm için görüşmeye ve ateş kes yapmaya hazır olduklarını duyurmuştu.

Oysa o günlerde Türkiye Cumhuriyeti’nin 75. yılını kutlama hazırlıkları aşırı milliyetçi gösteriler haline dönüşmüş, histeri derecesinde bayrak, vatan ve milli marş, onuncu yıl marşı, Atatürkçülük yüceltmeleri yaşanmaktaydı.

Bunları anımsatarak Öcalan'a sormuştum: "Bu ortamda Türk Devleti'nin Kürt ulusal hareketi ile siyasal çözüme yaklaşması beklenebilir mi?" Öcalan da yanıt olarak 75. yıldönümünü kutlayan cumhuriyetin de kendi bekası için Kürt sorununa çözüm bulmak zorunda olduğunu belirterek şöyle demişti:

"Şüphesiz savaşı geliştirmek isteyen çevreler, ağırlıkta şoven çevreler, çok güçlü siyasi partiler yarış içerisinde bulunacaklardır, bu doğrudur. Hatta provokasyon yapacaklardır. Ama realiteler provokasyonlardan, demagojilerden daha güçlüdür. Bir Dünya Barış Günü dolayısıyla böyle bir girişimde bulunmak ne zayıflığımıza işarettir, ne de hayalciliğimize. Duyarlı çevrelere bir mesajdır. Belki anlarlar, iyi olur. Bundan da hiç kimse kaybetmez."

Programdan ayrılırken son derece düşünceliydim. Öcalan’ın barış girişimini desteklemek için PKK de silahlı eylemlerini uzun süredir durdurmuştu. Ama Ankara’daki faşizan yönetimin lügatında hiçbir zaman barış olmamıştı.

1 Eylül Dünya Barış Günü’nde Öcalan’ın barış önerileri Türkiye gündemini işgal ederken MGK’nin PKK konusunda Suriye’ye baskı yapma kararı aldığı duyuldu. Bunu 15 Eylül 1998’de de Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Attila Ateş’in Suriye sınırında yaptığı tehdit konuşması, ardından da 1 Ekim’de Cumhurbaşkanı Demirel’in Meclis açış konuşmasındaki tehditleri izleyecek, 9 Ekim’de de Esat Hükümeti’nin zorlamasıyla Öcalan yıllardır örgütünü yönettiği Suriye’den ayrılmak zorunda kalacaktı.

Öcalan’ın, 15 Şubat 1999’da Kenya’da Amerikan gizli servislerinin yardımıyla tutuklanıp Türkiye’ye getirilmesine kadar geçen dört aya yakın sürede sığındığı Yunanistan, İtalya ve Rusya'dan bir takım sudan bahaneler uydurularak sınırdışı edilmesi bu ülkelerin yöneticileri açısından utanç vericiydi.

Öcalan'ın en son bulunduğu Yunanistan'dan Kenya'ya gönderildiği ve orada CIA'nın desteğiyle Türk istihbaratı tarafından tutuklandığı günlerde başbakanlık koltuğunda artık Demokratik Sol Parti lideri Bülent Ecevit, başbakan yardımcılığı koltuğunda da günümüzde "barış güvercini" oynayan MHP lideri Devlet Bahçeli oturuyor ve PKK liderinin tutuklanıp Türkiye'ye getirilişini, Kuzey Kıbrıs'ın işgalinden tam 25 yıl sonra, Türk kamuoyuna yeni bir "ulusal zafer" gibi duyuruyorlardı.