İnci Hekimoğlu
Çatlı’nın neyi eksik?
Ülkücü tetikçi Abdullah Çatlı’nın kızı babası için iade-i itibar istemiş. İktidar destekçisi yayınlarda haber şu dille yer almış:
"Susurluk kazasında ölen Abdullah Çatlı, ölümünün 23. yılında Nevşehir’deki kabri başında anıldı. Anma etkinliğine Çatlı'nın annesi, kardeşi, eşi ve kızları ile BBP Genel Başkan Yardımcısı Ali Keser ve Haluk Kırcı da katıldı."
Önemli bir şahsiyet, tabii ki Haluk Kırcı gibi diğer ‘önemli’ şahsiyetler de "anma etkinliğine" katılacak.
Katılamayanlar da takdir mesajlarını eksik etmedi. İYİ Parti milletvekili Prof. Ümit Özdağ "Vefatının 23. yılında Abdullah Çatlı’yı rahmetle anıyorum" dedi.
Bilmeyenler de Abdullah Çatlı’nın katil, uyuşturucu kaçakçısı, yerli-yabancı istihbarat örgütlerinin kullandığı basit bir maşa olduğunu değil de bilim insanı olduğunu falan zannedecek.
1996 yılında Susurluk’ta şaibeli kazada ölen Çatlı, anma etkinliğinde bulunan Haluk Kırcı gibi isimlerin vahşice katlettikleri 7 TİP’li öğrenciyi, Susurluk skandalında adı geçen İbrahim Çiftçi’yi ve adlarının geçtiği sayısız cinayeti anlatacak değilim.
Bence bugün tam da anlamamız gereken 90’lı yıllarda Susurluk’la, bugün "kahramanlıklarıyla" adlarını yeniden duyduğumuz bu isimlerin 70’li yıllardan bugüne uzanan işlevleri.
Yükselen halk muhalefetini kırmak üzere görevlendirilmiş reislerinin emirlerini yerine getirip, darbe koşullarını olgunlaştırırlarken hangi ülke gerçekleri kanla örtülüyordu, hatırlamak gerek.
Darbeden bir gün önce Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu Başkanı "Üretim artışı DGM’lerin yasalaşmasına bağlıdır" diyor, aynı günlerde İTO’nun kütüphane salonunun yarısı mescit yapılıyordu.
Bu arada grevler yayılıyordu. Yeni Çeltek linyit işletmesinde grev 100. günü dolduruyor, Et Balık Kurumu işçileri greve hazırlanıyor, Sabancı’nın Adana’daki işyerlerinde 7 bin işçi direnişe geçiyor, 45 bin demiryolu işçisi grev kararı alıyordu.
2. MC hükümetinin başındaki Süleyman Demirel "grev ertelemesi hükümetin hakkı ve görevidir" diyordu.
Tanıdık geliyordur herhalde…
KİT’lerin üretimi kasıtlı olarak düşürülerek satılma hazırlığı yapılıyordu. DPT müsteşar vekili ve başbakanlık müşaviri Turgut Özal, sık sık Amerika’ya gidiyor "yabancı sermaye Türkiye’deki politik gelişmelerin sonucunu bekliyor" diyordu.
Sermayenin talebi ancak bir darbeyle mümkün olacaktı.
1980 darbesi gerçekleştiğinde Amerikan Büyükelçisi boşuna "bizim çocuklar kazandı" mesajı göndermemişti ülkesine.
24 Ocak kararları, paşalar ve tetikçiler sayesinde hayata geçirildi. Turgut Özal’la başlayan ekonomik, siyasal ve sosyal dönüşüm bugünkü rejimin yolunu açtı, engelleri kaldırdı.
Solcular yönetime geleceğine Amerikan sermayesi gelsin, diyen ‘vatanseverler’ bugün elbette Abdullah Çatlı’nın hizmetlerini unutmayacaklar. Ve tabii ki açlıktan intihar eden 4 kardeş için, düzene isyanını bedenini ateşe vererek ifade etmekten başka yol bulamayan emekçiler için, bebeğine süt alamadığı için kendini öldüren anne için üzüntü belirtirken yüzleri hiç kızarmayacak.
Türkçülük ile İslamcılık arasına sıkıştırılarak ufalanmış ülkenin dününde de bugününde de karar vericiler değişmedi.
Başka bir deyişle "devletin sürekliliği" hiç aksamadı.
Savcı Doğan Öz’ün katledilmesinden Bahçelievler katliamına pek çok cinayete adı karışmış İbrahim Çiftçi şimdi MHP MYK üyesi, Demokrat gazetesi muhabiri, arkadaşımız Recai Ünal’ı öldürülmekten yargılanan İsmail Hakkı Parlak soyadını değiştirdi ve 1999 seçimlerinde İsmail Hakkı Cerrahoğlu ismiyle MHP'den milletvekili olarak seçildi.
Hepsini geçelim, halen MHP milletvekili ve hatta Meclis Başkanvekili olan Celal Adan, DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler’in öldürülmesinde Alpaslan Türkeş’ten aldığı emirle katilleri azmettirmekle suçlandı. Delil yetersizliğinden beraat ettiler ama savcılık dosyalarına giren deliller ve savcının mütalaası hiç öyle demiyordu.
Yani Devlet Bahçeli’nin "Her Ülkü Ocaklı için şanlı mazisi gurur tablosudur" dediği mazi budur, "Ülkü Ocakları’ndan haydut çıkmaz, hain çıkmaz, haysiyetsiz çıkmaz" sözlerinin karşılığı da çeteci ve uyuşturucu tüccarlarıdır.
1980 sonrası açılan göstermelik Ülkü Ocakları ve MHP genel merkez davaları ise devletin borcunu ödemesinden başka bir anlam taşımıyordu.
Bu köklü hukuk, Devlet Bahçeli’nin Alaattin Çakıcı ve cezaevindeki diğer ülkücüleri örtülü bir afla çıkartma gayretini açıklamaya yetmiyor. Belki de siyasi ve ekonomik kriz, buna bağlı halktaki memnuniyetsizliğin yükselmesi ‘devlet’ için yeniden aynı kaynaklara yönelme ihtiyacı doğurmuştur.
Durum bu olunca, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nu linç etmeye çalışanların eli öpülürken, Sedat Peker protokolde ağırlanırken, faili meçhullerin baş aktörü Mehmet Ağar "gölge içişleri bakanı" olarak anılırken Abdullah Çatlı’nın ne eksiği var?
Sonuçta Gökçen Çatlı durup dururken "iade-i itibar" lafları etmiyor. Sorgulanması gereken, Gökçen Çatlı’nın bu talebi doğal bir hakmış gibi dillendirebildiği siyasal iklimin varlığı.
Bu faşizan gidişatı engelleyecek etkili muhalefet yerine, ülkü işareti yaparak katkı sunan, "ücret sendikacılığına karşıyım" diyen bir sosyal demokrat liderin olduğu ülkede "sorgulama" lüks kaçsa da…
Yarın Çakıcı’ya da "devlet üstün hizmet nişanı" verilse kimse şaşırmaz herhalde.