Koray Düzgören
CHP: Kürtleri dışlayarak geçen 94 yıl
Gazeteciler CHP’nin 94’üncü kuruluş yıldönümünde Kılıçdaroğlu’na sormuşlar:
"HDP ile ittifak yapacak mısınız?"
Cevap vermiş: "Kürtlerle ittifak şart değil."
"Peki şart olan nedir?" diye soruyor insan kendi kendine.
Dönüp, şimdiki MHP ile ittifak yapamayacağına göre, MHP’den ayrılıp bir merkez milliyetçi (Ne demekse?) parti kurmaya çalışan Meral Akşener ile mi yapacak ittifakı?
Daha önce de Ankara belediye başkanlığı seçiminde ve daha önemlisi Cumhurbaşkanlığı seçiminde bir HDP’liden vazgeçtik, ılımlı bir solcuyla ya da
ılımlı bir ilericiyle, demokratla yapmadığı ittifakı faşist MHP’den milletvekili olan kişi ile yapmaktan çekinmemişti.
Aslında mesele ittifak da değil. Belirli bir konuda, diyelim ki ülkeye demokratik bir anayasa getirilmesi için aynı şeyi savunanlarla bir arada durmaya da ittifak diyor.
Kaldı ki burada sorun, şimdilik anayasa falan değil. İnşa edilmekte olan faşist rejime dur diyebilmek meselesi.
Aslında Kılıçdaroğlu herkesle ittifak yapabiliyor. Herkesle yan yana durabiliyor. Yeter ki devletin dışlamadığı, yok saymadığı, meşru gördüğü bir parti ya da kuruluş olsun. Söz konusu devlet olunca bayağı esnek. Sosyal demokratlığı da ilericiliği de esneyebiliyor. Ama sağa ve devlete doğru.
Hatta partisinin yetkili kurullarını bile hiçe sayarak kendi başına karar alabiliyor.
İktidarın dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin yasasını desteklemesi böyle oldu. Erdoğan darbesinin bir parçası olan Yenikapı Mitingi’ne gidip konuşma yapması da yine böyle bir gerekçeye dayanıyor.
Bir yıla yakın bir süredir zindanda olan ve hala mahkemeye bile çıkartılamayan HDP’nin Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş cezaevinden bu duruma işaret ediyor. Edirne Cezaevi'nden Cumhuriyet gazetesine yazdığı mektupta "HDP ile yan yana gelmekten imtina edip köşe bucak kaçanlar, AKP ile yan yana gelmekten ve görünmekten nedense rahatsızlık duymuyorlar" diyor.
SÖZ KONUSU DEVLETSE GERİSİ TEFERRUAT
CHP, AKP ile de MHP ile de yan yana durmakta bir sakınca görmüyor. MHP’nin parçalanmasından doğacak yeni milliyetçi, devletçi partiyle de yan yana durabileceğinin sinyallerini veriyor.
Bunun tek bir gerekçesi var. Söz konusu devletse gerisi teferruat.
Son açıklamasında mecburen Sezgin Tanrıkulu’na sahip çıkmış görünüyor. Eminim Tanrıkulu’nun elindeki kanıtların doğru olup olmadığını sıkı sıkıya sorup soruşturmuş olmalı.
SİHA’larla katledilenlerin sivil vatandaşlar olduğu apaçık ortada olduğu için de SİHA’ların katliamlarına temelden karşı çıkmak yerine AKP’ye, "Kaltedilenlerin terörist olduğunu kanıtlayın" diye çağrı yapıyor.
Oysa devlet güçlerinin hiçbir zaman kanıtlamak gibi bir çabası olmadığını bilmesi gerekir.
Zaten İçişleri Bakanı son açıklamalarında, SİHA’lar ve son operasyonlarla teröre desteğin azaldığını söylemiştir. Bu sözler, aslında sivillerin, özellikle PKK’ye sempati duyduğu iddia edilen bölge sakinlerine gözdağı verilmesi amacıyla bombalandığının da bir kanıtı.
Kaldı ki, benzer katliamlar sadece SİHA’larla değil F-16’lılarla, Helikopterlerle ve diğer ağır silahlarla hemen her gün yapılıyor.
Ülkede kan gövdeyi götürüyor, her gün masum insanlar polis, asker şiddetine maruz kalıyor, sokak ortasında katlediliyor. Hemen her gün polisin toplu gözaltılarına, bağımlı yargının keyfi tutuklamalarına tanık oluyoruz.
Kürt şehirleri ve yerleşimleri bir plan dahilinde yerle bir ediliyor, insanlar göçe zorlanıyor.
Sezgin Tanrıkulu gibi birkaç yürekli ve tutarlı milletvekilinin olup bitenlere karşı çıkması dışında CHP’den bir ses çıkmıyor. Çıkamıyor.
Adalet Kurultayı’nda ne konuşulduysa Çanakkale’de ve raporlarda kaldı anlaşılan. Adalet Yürüyüşü ve Adalet Kurultay’ı çok farklı muhalif kesimleri bir araya getiren etkili eylemler oldu ama bunların da devamı gelmedi.
CHP yönetimi adeta durumu idare edip 2019’da yapılacak seçimlerden medet umar bir haldedir.
Demirtaş bu noktaya dikkati çekerek esas meselenin seçim olmadığını vurguluyor:
"Şu anda acil gündemimiz seçim olamaz. Çünkü ülkede özgür ve serbest seçim koşulları kesinlikle yoktur. Önceliğimiz bu koşulların oluşması için birlikte mücadele etmek olmalıdır"
Bunun yolu ise bu amaca yönelik bütün muhalif kesimlerin bir arada durmasıdır.
CHP’DEN KİMSE KÜRTLERLE İTTİFAK BEKLEMİYOR
Kılıçdaroğlu demagoji yapıyor "Kürtlerle niye ittifak yapalım?" derken.
CHP’den ittifak kimse beklemiyor. Yan yana durmak yeter.
Ama Kılıçdaroğlu ve CHP bunu bile yapamaz. Kıblesi devlet olan bir parti bu kıblenin dışına çıkamaz. Nitekim de çıkamıyor. Çıkmıyor.
Ülkedeki iç savaşa AKP’nin dediği gibi terörle mücadele diyor. Devlet genelde Kürtleri, özelde HDP’lileri terörist olarak suçlarken CHP de aynısını yapıyor.
Devlet ve AKP, sınırların ötesindeki Kürtlerin bulundukları ülkelerde kendilerini yönetme, bir şekilde kendi yönetimlerini oluşturma haklarına da karşı çıkıyor.
CHP de aynı şeyi söylüyor. Bu anlamda AKP ve MHP’den hiçbir farkı yok.
Bakın CHP Genel Başkanı, "Kürtlerle ittifaka gerek yok" dediği röportajda Güney Kürdistan’daki bağımsızlık referandumu hakkında ne düşünüyor?
"Gayet açık; biz Irak’ın toprak bütünlüğünü öteden beri savunuyoruz. Irak Anayasası’na göre Bölgesel Kürt Yönetimi var. Ona itirazımız yok. Neden? Bizim ülkemiz değil ki orası, Irak. Oturmuşlar, anayasalarını yapmışlar. Referandumu doğru bulmuyoruz."
Bölgesel Kürt Yönetimi’ne itirazları yok. Çünkü bu onların iç meselesi. Ama iş bağımsızlık referandumuna gelince "Doğru bulmuyoruz." Deyip, AKP ve MHP gibi müdahaleciliği destekliyor.
Tipik devletçi Kürt düşmanlığı refleksi damarlarına işlemiş.
Aynı şekilde Suriye’de Suriye Demokratik Güçlerinin ve Kürtlerin ülkeyi IŞİD’in elinden kurtarmak için giriştiği mücadeleye karşı tavır koyuyor. YPG-PYD’yi devletin, AKP-MHP’nin gördüğü gibi görüyor.
CHP 94’üncü kuruluş yılını kutlarken durum maalesef böyle.
Ülkenin bu faşizm döngüsünden çıkabilmesi için CHP’nin kıblesini değiştirmesi şart. Devleti ve sağcı, milliyetçi arayışları bir tarafa bırakıp sola ve bütün demokratik muhalif güçlere yüzünü çevirmekten başka çaresi yok.
Yüzünü çevirmesi de yetmez, onlarla yan yana faşizmle mücadeleyi göze alması gerek.
Adeta bir devlet projesi gibi davranan Kılıçdaroğlu bunu yapamaz.
Devlete biat etmiş, kendini sosyal demokrat zannedip sağda duran ve sıkıştıkça milliyetçiliğe yönelen bir parti başkanı ile yerleşmekte olan faşizme karşı mücadele nasıl yapılır? Yapılabilir mi?
Buna karşılık Demirtaş’ın gür sesi cezaevinden bütün duymayan kulaklara yöneliyor:
"Tek başımıza kalsak da faşizme karşı direneceğiz. Önceliğimiz birlikte mücadele etmek olmalı. Umutsuzluğa yer vermeden, heyecanla ve şevkle demokrasi mücadelesini büyütme zamanıdır."