İnci Hekimoğlu
Çok acı var
Kurumlar çöküyor, ekonomi çöküyor, sosyal doku çürüyor.
Adalet mekanizması zaten pek parlak değildi. AKP’li avukatların hâkim ve savcı koltuğuna oturtulmalarından beri bir yargıdan söz etmek de mümkün değil.
Taksim Meydanı’nda havai fişekli kutlamaların üzerinden yıllar geçti, AB rüzgârı geldi geçti, yeni rotamız Şangay.
Kuran kurslarına, imam hatiplere, görkemli medreselere, tarikat ve cemaatlerin insaflarına terk edilmiş eğitim, okuduğunu anlamayan çocuklar yetiştirmekle meşgul.
Otizmli çocukları yuhalayan anneler türemiş, biz fark etmeden. Cesareti, haklılığı, bencilliği dayandırdıkları yer okul idareleri.
Kötülüğün sesi nerede yüksekse orada mutlaka bir iktidar gölgesi beliriveriyor.
Tecavüz edilen, öldürülen çocuk ve kadınların sayısı ölüm nedenleri arasında ilk sıralara yükselirken, intiharlar sıralamayı zorluyor.
Saray’dan AKP’li belediyelere, Diyanet’ten savunmaya kamu ihalelerindeki şaibe ve yolsuzluklar Sayıştay raporlarında sayfa sayfa anlatılıyor ama denetleyecek, hesap soracak makam kalmamış.
En kıymetli bölgeler maden arama sahası haline getirilip delik deşik ediliyor, filtresiz bacalardan yayılan gazlarla havası zehirleniyor, akarsuları ve gölleri ‘itibarlı’ işadamlarına kurban ediliyor.
Tarım ilacı ithalatçıları ve üreticileri paraya para demiyor. Ispanaktan zehirlenmiyor, şarbondan ölmüyorsak, GDO ve hormonlu gıdalarla azar azar gitmekteyiz. Kod ismi ‘kanser.’
Yüzde 75 doluluk garantisi verilmiş şehir hastanelerimiz boş bırakılmayacak elbet. ‘Reis’imiz "Bu hastanelerin müşterisi inşallah çok daha artacak" demedi mi?
Yalnız KHK’lıların değil atanamayan öğretmenlerin, işten çıkarılan işçilerin, sürekli yoksulluğa, ötekileştirilmeye ve dışlanmışlığa dayanamayanların canından kolayca vazgeçer hale gelmesi, bir iki gün yer bulabiliyor gündemde en fazla.
Çürüme o kadar sinsi ilerliyor ki, birkaç saniyeliğine, birkaç dakikalığına, birkaç saatliğine üzülmeyi bile insanlıktan sayar haldeyiz.
Dalga dalga üstümüze abanan her türden katliam için üzülmeye bile yetişemiyoruz aslında. Bütün sözcükler anlamından boşalıyor, hiçbiri yetmiyor distopik bir ülkede olup bitenleri tanımlamaya.
Siyanür, maden sahalarından sulara, toprağa, havaya yayılıp toplu ölümlere yol açacak bir tehlikeyken, intihar aracı olarak evlere girmeye başladığını dehşet içinde izliyoruz.
‘Güzide’ medyanın ise yetişmesi gereken savaşlar, savaşlarda yitirilen canların görkemli cenaze törenleri var; her şeyi unutturacak kahramanlık nutukları var bekleyen, ‘cenaze mitinglerinde.’
Bunca kötülük yer bulamazken, 90 yaşında işkence gören Kürt anne, oyları tek tek gasp edilen Kürt halkı, cezaevlerine doldurulan siyasetçileri mi yer bulacak Türk medyasında.
Korkarım, "çok acı var dayanamıyorum" notu bırakarak intihar eden Yrd. Doç. Dicle Koğacıoğlu gibi tanık olduklarına dayanamayanlar da artacak.
Oysa işçiler, öğrenciler, kadınlar var; direnen, boyun eğmeyen, hakkını arayan, bu çürümüş sistemi korkutan.
İstanbul seçimlerinde gördük değişim diyenlerin gücünü. Çoğunluğun sesiydi o.
Şimdi bir başına bırakılmış, CHP’den dersini almış o çoğunluğu yeniden tek bir hedef için, değişim için birlikte mücadele için bir araya getirecek bir koordinasyona, örgütlenmeye, öncü güce ihtiyaç var.
Meclis hükmünü çoktan yitirmiş, meclis dışındaki "devrimci muhalefet"in sesi ise en son seçimlerde duyulmuştu.
Sıfırlanan birilerinin paraları değil, bizim hayatlarımız. Ama aranan kan bulunamıyor bir türlü, meselemiz bu.