Ragıp Duran
Costa-Gavras’ı Ben Öldürmedim!
1999 ya da 2000 olmalı. Ahmet (İnsel), Sorbonne’da rektör yardımcısıydı. Ben de Amsterdam’daydım. Bir gün aradı ve "Üniversitede bir grup akademisyen ve Fransız aydınına Kürt meselesini anlatabilir misin?’’ dedi. Memnuniyetle kabul ettim.
Gittim, 20-25 kişilik bir grup. Yaklaşık yarım saatlik bir sunum yaptım. Soru-cevap bölümüne geçmeden kahve molası vardı. Dinleyiciler arasında bir sima çok tanıdık gelmişti. Ama çıkaramadım kim olduğunu. Mola sırasında Ahmet’e sordum. O gayet sakin ve doğal bir tonda
- Costa! dedi.
Costa deyince, hele de Paris’te duyunca bu adı, benim aklıma haliyle önce Kosta Daponte gelmişti.
- Kosta ölmemiş miydi yahu?
- Bu Costa o değil, Costa-Gavras bu!
İsmi duyunca heyecanlandım. Neredeyse bütün filmlerini izlemiştim. Politik sinemanın en önemli yönetmeni olarak biliniyordu. Ayrıca "Sıkıyönetim" (1972) filmindeki gazeteci, benim mesleğe girmeme, mesleği sevmeme neden olan kahramandı. Pop yıldızına hayran ergen havasında, adamın yanına gidip tanıştım, ayaküstü kısa bir sohbet yapmıştık.
Costa-Gavras anılarını yayınlamış. (Va où il est impossible d’aller/Gidilmesi imkansız yerlere git- Seuil, Nisan 2018, 517 sayfa).
10 gündür sindire sindire okuyordum. Pek zengin bir hayat yaşamış adam. Senaryo yazarı da olduğu için çok görsel betimlemiş şahsi, mesleki ve siyasi günlerini.
Costa-Gavras, 1933 doğumlu yani bugün 85 yaşında. İç Savaş’tan yeni çıkan Yunanistan’da doğru dürüst bir gelecek görmediği için 22 yaşında Paris’e gelmiş. Ünlü sinema okulu IDHEC’te okumuş. İşe en alt kademeden başlayıp, dönemin en önemli yönetmenlerinin ekiplerinde çalışıp zirveye çıkmış.
Anılarında ilginç ayrıntılarla çok güzel anlatıyor 60lı, 70li, 80li yılları. O dönemde sinema dünyasında önemli kim varsa çoğuna bir şekilde değmiş Costa-Gavras. Bir film yapma fikri nasıl doğar, senaryo nasıl yazılır, ekip nasıl kurulur, sette yıldızlarla nasıl başedilir, kısacası bir film nasıl çekilir sorusuna, gerçek olaylar, anekdotlar, yankılar eşliğinde kıdemli bir hocanın ders vermesi gibi somut, canlı, bol örnekli yanıtlar veriyor.
Costa-Gavras’ın önemli bir özelliği de Hollywood’da da talep edilen, yıldızı parlayan bir yönetmen olması. Avrupa ve Amerikan sineması arasındaki büyük farkları Hollywood maceralarından anlıyoruz.
Sinema ama aynı zamanda sanat, estetik, edebiyat, prodüktörlerle pazarlık, işin mali yanı, çekim sorunları, olası izleyici tepkileri… vs… ile dolu 500 küsur sayfa, macera romanı gibi okunuyor.
Adam acaip hareketli. Dünyada gitmediği yer kalmamış. "Z"i Cezayir’de çekiyor, "Sıkıyönetim"i Şili’de. Arada bir Los Angeles’e uğramak zorunda. New York’ta bir iş randevusu sonra Pekin’e gitmek lazım. Bir filmi çekerken bir sonraki filmin senaryosu üzerine çalışıyor. Yeni çıkan filminin galasına Roma’ya giderken, gelecek filmin prodüktörüyle akşam yemeğinde pazarlık. Müthiş bir hayat.
Şimdi burada bütün kitabı anlatacak değilim. Ama Costa-Gavras’ı bir gün Salvador Allende’nin ertesi gün Fidel Castro’nun yanında görüyoruz. Akşam da Mitterrandgillerde yemekteydik. Zaten dün de Kaddafi’nin adamları geldi. Yves Montand ile Simone Signoret en yakın dostları. Marquez, Semprun, Gary ile senli benli konuşuyor. Luis Bunuel, Marlon Brando, John Travolta, Dustin Hoffman ya da Jack Lemmon ile sık görüşmüş. Costa-Gavras’ın telefon rehberi on büyük başkentin telefon rehberinden kalın.
Neyse… Kitabı bitirdim. 2 gün sonra pat, Washington Post’dan Kathimerini’ye kadar dünya medyasının internet sayfalarında Costa-Gavras’ın ölüm haberi çıktı.
Paranoyak değilimdir ama yakın bir geçmişte de Ülkü Tamer’in anılarını yarılamışken kaybetmiştik Antepli şeker yazarı. Bir de bilen bilir, bir gazeteci-belgeselci meslekdaşımız, kiminle söyleşi yapsa, tabii ki pis tesadüf, en geç 2-3 ay içinde rahmetli oluyordu görüştüğü sanatçı. Ben de, keşke okumasaydım Costa-Gavras’ın anılarını diye içimden geçiriyordum ki, ölüm haberinin Yunanistan Kültür Bakanının sahte Twitter hesabından çıktığı anlaşıldı. Büyük medya organları haberi geri çekti. Costa-Gavras da "Pis bir şakayd" dedi.
İşte klasik/geleneksel gazeteciliğin vazgeçilmez bir yararı daha ortaya çıktı bu olayda."Gelen bilgiyi en az iki ayrı kaynaktan doğrulamadan yayınlamayı" ilkesi uygulanmadığı için, "sürat, haberi önce ben vereceğim, haberin doğruluğu değil en önce yayınlanması önemlidir" diyen anlayış, yaşayan bir adamı yarım saatliğine de olsa öldürmüştü. Üstelik Costa-Gavras dağ başında yaşayan, tanınmamış, kimseyle ilişkisi olmayan, ulaşılamayan bir adam değil ki. Şirketi var, meneceri var, sinemacı üç çocuğu, eski gazeteci yeni prodüktör karısı var. Öldü diye bilgi geldiğinde aç bunlardan birine telefonu, sor öğren, teyit etmeye çalış. "Böyle bir bilgi yayınlandı, doğru mu? Ne zaman, nasıl oldu?’’. Ayrıca yıllardır Paris’te yaşayan bir adamın ölüm haberinin Yunanistan Kültür Bakanı tarafından verilmesi de kuşkuyla karşılanmalıydı.
Doğru haber vermek öyle çok da zor bir iş değil yani.
Aslında Costa-Gavras’ın anıları hakkında yazacaktım ama sosyal medya adamı öldürdüğü için tanıtım-eleştiri yazısını bir başka sefere bıraktım.