Armağan Kargılı
Daphne ve Nujiyan
Geçtiğimiz haftaların birinde yolum Malta'ya düştü. Malta'yı gezerken insan, doğaya bir kez daha hayran kalıyor ama bir yandan da bu minicik ada devletin bile nasıl kirletildiğini, dünyanın kara para aklanan merkezlerinden biri haline getirildiğini aklından çıkaramıyor. Nasıl çıksın, Malta'nın başkenti Vallettta'nın tam göbeğindeki adalet meydanı ve heykeli, ekim ayında bir suikast sonucu öldürülen gazeteci Daphne Caruana Galizia'nın adıyla anılır olmuş artık. Heykelin etrafı, onun fotoğrafları ve çiçekleri ile donatılmış.
Galizia, uluslararası kara para ticaretine karışan Malta merkezli bir şirket ile bu şirketin Malta ve diğer ülkelerdeki üst düzey politikacılarla ilişkilerini araştırırken arabasına yerleştirilen bir bombanın patlaması sonucu öldürülüyor. Meslektaşları şimdi onun bulgularının izini sürüyor. Çünkü Galizia'nın son olarak Malta Başbakanı Joseph Muscat ile Azerbaycan Devlet Başkanı İlham Aliyev ve ailesinin gizli işbirliklerine ulaştığı söyleniyor. Galizia'nın; özellikle 2014- 2015 döneminde IŞİD petrolünün piyasaya sürülmesinde Malta'nın oynadığı rol ile ilgili ciddi bir bilgiye ulaştığı da konuşuluyor. O dönemde örneğin Daily Beast adlı internet gazetesinin -ki, son yıllarda bu haber sitesinin adından sıklıkla sözediliyor- Tyler Durden (Dövüş Kulübü filmi ya da romanının baş karakteri) takma adını kullanan yazarı, bu ticarette Erdoğan ailesine dikkat çekmişti. Tyler Durden, Bilal Erdoğan için Rakka'nın Rockefeller'i tanımını kullanmıştı. O yıllarda Rus medyası da buna benzer haberler yapıyordu. Malta Independent gazetesi de 2015 yılında yaptığı bir haberde, Malta bayraklı gemilerin sahibi Bilal Erdoğan'ın adının IŞİD petrol ticaretine karıştırıldığını yazıyordu.
Askeri bomba düzeneği
The Daily Beast'te Galizia'nın öldürülmesinin hemen ardından yapılan haberlerde ise suikastte askeri bomba düzeneği kullanıldığı ve yöntemin de son derece profesyonel olduğuna dikkat çekiliyordu. Galizia'nın ölümünü FBI ve Scotland Yard'ın da araştırdığına vurgu yapıyordu Daily Beast. Araştırma çerçevesinin de IŞİD petrolü ticareti ve Malta, İtalya, Libya bağlantıları ile Panama belgelerine kadar geniş bir yelpaze olduğunu belirtiyordu.
Dünya haritasında bir nokta gibi görülen minik ada ülkesi Malta'ya sanki ismi barışın simgesi olan meslektaşım Daphne'yi (Türkçe'de Defne) anmak üzere gitmiştim. Hikayesini dönünce biraz daha araştırdım. Türkiye'den yazılarında sıklıkla söz ediyor, Türkiyeli gazetecilerin sıkıntılarını, hapsedilmelerini, basın özgürlüğüne saldırıları eleştiriyordu. Malta'nın kendisini solda gören Joseph Muscat liderliğindeki İşçi Partili hükümetini eleştirirken de "eğer yapabilseler Malta'yı Türkiye'ye benzetecekler" diyordu.
Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü'nün, geçtiğimiz günlerde açıklanan raporuna göre 2017 yılında 65 gazeteci öldürüldü. Aynı rapora göre; öldürülen 65 gazetecinin 39'u yazılarından ve politik görüşlerinden dolayı suikaste uğradı, 26'sı ise haber yaptıkları sırada yaşamlarını yitirdi Mehmet Aksoy, onlardan birisiydi. Ama çatışma bölgelerinde ölen gazetecilerin çoğu da özel olarak hedef alındı, Şengal'de Nujiyan Erhan da 2017'de böyle yitirdiğimiz meslektaşlarımızdan birisiydi. Dünya, IŞİD vahşetini onlar gibi gazetecilerin sayesinde gördü, öğrendi.
Gazeteci suikastlerinin faili meçhul
Suikastlerde yaşamını yitiren gazetecilerin dosyaları, genellikle faili meçhuller arasına karışıyor ya da göstermelik faillerle dosyalar kapanıyor. Galizia için de durum çok farklı değil. Soruşturma sürüyor ama şu ana kadar fail diye adı geçenler bu suikastin kullanılan maşaları muhtemelen...
Türkiye, gazeteci cinayetlerine hiç de yabancı değil. Çoğu devlet destekli bu cinayetlerden biri bile aydınlatılsa basın özgürlüğü bu denli ayaklar altına alınamaz, Türkiye, gazetecilerle birlikte aydın, yazar, çizerlerin, düşünen ve bunu ifade edenlerin açık hava hapishanesi haline gelmezdi.
Çatışmalar, yolsuzluklar, bunlardan çıkar sağlayan çeteler büyüdükçe gazetecilik giderek zorlaşan bir meslek haline geldi. Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü'nün 2017 yılı raporu bu açıdan son derece çarpıcı; "Bu yıl öldürülen gazetecilerin sayısı diğer yıllara göre daha az çünkü gazeteciler çatışma bölgelerine gitmekten çekiniyorlar" deniyor.
Bu gazetecilik madalyonunun bir yüzü, bir de karanlık olan öbür yüzü var. Bırakın gazeteciyi, insan olanın konuşmaktan bile utandığı, kendisine gazeteci adı veren iktidar yanaşmalarının gazetecileri ya da muhalifleri hedef göstermeleri geleneği... Bu gelenek Türkiye'de yeni değil. Ahmet Kaya'nın sürgün edilmesi de Hrant Dink suikasti de Tahir Elçi cinayeti de bu geleneğin birer sonucu. Koray Düzgören'in Artı Gerçek'te yazdığı gibi; "Susmayana Suikast bir devlet klasiği". AKP, devletin bir çok geleneğini sahiplendiği gibi, bu geleneğin de sahibi artık. İktidar yanaşmaları, televizyonlardan hiç çekinmeden suikast çağrıları yapıyor, işkenceye övgüler düzüyorlar bugünlerde. Açıkça suç işliyorlar. Ne acı ki, yargı onları izlemekle yetiniyor.
Milliyetçi gazeteci olur mu?
Bir de bu yanaşmaların destekçisi, kendisine gazeteci diyen milliyetçi takım var, en az yanaşmalar kadar tehlikeli onlar da. Örneğin, Zarrab davası ABD mahkemelerinde görüldüğü için kanlarına dokunuyormuş. Bir gazeteci olarak bu yolsuzlukların, ülkeyi yöneten her kademenin suça bulaşmasından değil de bunların konuşulmasından rahatsız oluyorlarmış. Ana muhalefet partisi, en büyük destekçileri nasılsa. Her çatışmaya, her savaşa iktidarın önünde koşuyorlar ya... Ülke bu kadar suça bulanmışken, Maltalı gazeteci Galizia suikastinden söz ederken bile Türkiye'nin adı anılıyor ama onlar Yunanistan'dan kopartmayı hayal ettikleri kayalıkların peşindeler şimdilerde. Önlerine bir anket atılmış iktidar cenahından. Meral Akşener'in partisine giden oyların yüzde yüzde 33'ü CHP'den gidiyormuş. Ama bu ankette Meral Akşener'in partisinin alacağı oy oranı bile zahmet edilip söylenmiyor kimin umurunda. CHP bütün istikbalini bu yüzde 3'lük sağ seçmenin peşine takmış savaş naralarından medet umuyor. "Milliyetçi, vatanperver gazeteciler"le (bu kavram, çoğunun üyesi olduğu Gazeteciler Cemiyeti'nin Hak ve Sorumluluk Bildirgesiyle de çelişiyor) birlikte iktidarın değirmenine su taşıyorlar.
Bir de "bunlar karşı tarafın gazetecisi, karşının muhalifi bunlar" anlayışı var, insanı insanlığından bezdiren. Geçtiğimiz günlerde Artı TV'de Celal Başlangıç'ın hazırlayıp sunduğu Artı Gerçek programında Ömer Faruk Gergerlioğlu, cezaevlerindeki zulmü anlattı. Hasta mahpusların, cezaevlerinde doğan, büyüyen çocukların, annelerinin, babalarının ailelerinin durumunu dile getirdi. İnsan hakkı meselesine yansız olarak bakmaya başlayabilir miyiz bir gün acaba diye düşünmeden edemiyor insan. Evrensel bir değer olarak görür müyüz biz de insanın insan olma hakkını, yaşam hakkını mesela? Dikta heveslileri, yolsuzluklarla ayakta duruyor, dünyaya hakim olanlar birbirlerini besliyorlar. Trump Erdoğan'ı, Erdoğan Putin'i, Putin Orban'ı (...) büyütüyor. Birbirlerinin yolsuzluklarını, cinayetlerini suikastlerini zaman zaman sertleşip zaman zaman da alttan alarak örtüyor ve bu sayede de kabus gibi insanlığın üzerine çöküyorlar. Ama ödleri kopuyor bir yandan da. İçeriye tıkıp sesini kestiklerini zannettikleri Ahmet Şık'ın savunmasından bile korkuyorlar, Daphne Caruana Galizia'nın adı bile onları uykusuz bırakmaya yetiyor. Bize düşen bu korkaklar karşısında birlikte durmak, insanın da gazeteciliğin de evrensel bir hak olduğunu savunmak. Uluslararası Araştırmacı Gazeteciler Konsorsiyumu (ICIJ) dünyanın her köşesinden gazetecilerle birlikte çalışmasaydı ne Panama ne Malta ne Cennet belgeleri gün ışığına çıkardı.
Bir yılı daha sorunlarıyla geride bırakıyoruz...
2018'in birlikte güçlendiğimiz bir yıl olması dileğiyle...