Koray Düzgören
Demirtaş ve Önder’in cezaları Kürtlerle tüm köprüler atılsın diye mi?
HDP’nin Edirne zindanında rehin tutulan eski eş başkanı Selahattin Demirtaş ile eski milletvekili ve çözüm süreci sözcülerinden Sırrı Süreyya Önder’e verilen ağır cezalar, sadece hukuk tarihine geçecek bir saçmalığın seçme bir örneği olmayacak.
Çünkü Demirtaş’ın da dediği gibi ortada ne bir mahkeme var ne de yargı kararı… Ortada, bir devletin, bir iktidarın, o iktidarın görünürdeki hükümetinin bir kararı var. Hepsi bu…
Bu karar, bundan sonra hiç kimse kalkıp da barıştan söz etmesin, barış süreci lafını ağzına bile almasın diye, ‘ibreti alem için’ verilmiş bir karar.
Ne zaman sona ereceği belirsiz olan önümüzdeki dönemde, barış lafını ağzına almaya cüret edebilecek olanlara ağır bir gözdağı.
Başka bir açıdan bakarsak, o belirsiz döneme kadar ülkenin rahat huzur yüzü görmeyeceğini garantileyen açık bir deklarasyon.
Gerginlik ve savaş politikalarının insanların bütün yaşamlarına hâkim olacağına ilişkin aleni bir duyuru.
Barış girişimlerine ve barışı tesis etmek için emek veren insanlara yönelik bu saldırının adı kalleşliktir. Çünkü başından beri bu girişimler, iktidarın bilgisi ve onayı dahilinde yapılmıştır. Bizzat bu girişimi sürdürenlerin iktidarı sık sık uyarmalarına rağmen hiçbir önlem alınmamıştır. Ardından da yine bu iktidar eliyle, bu insanlar hain ilan edilmiştir. Tıpkı örnek aldıkları Osmanlı’nın son döneminde azınlıklara yapılanlar gibi...
Burada kan yok, ama insanlar diri diri betona gömülüyorlar.
MAHKÛMİYET KARARLARININ VERDİĞİ ESAS MESAJ
Bu mahkûmiyet kararlarının bunlardan daha da önemli olarak verdiği bir başka mesaj daha var.
Kararların verildiği tarih, Kürt meselesi açısından tarihî bir dönüm noktasının da başlangıcı sayılacak.
Biz ne dersek diyelim, günümüzden 10-20, belki de 50 yıl sonra dönemin tarihini yazacak olan araştırmacılar, bu mahkûmiyet kararlarının aslında bu Türkiye’de ya da sınır ötesinde yaşayan bütün Kürt halkına kesildiğini görecekler.
Bu kararlarla devlet, bir kez daha Kürt meselesini şiddet ve zor yoluyla çözme politikasına hız vereceğini ilan etmiş oluyor.
Artık örgütlenmek, toplantı ve gösteri özgürlüğünü savunmak, düşünceyi ifade etmek, baskılara ve haksızlıklara karşı direnmek, karşı koymak, mücadele etmek, savunmak vb. demokratik hakları kullanmak bile suç sayılıyor.
Nasıl bir döneme girdiğimiz şuradan belli değil mi?
Mahkûmiyet kararları verilirken buna ilişkin bir bahaneye, gerekçeye bile sığınma ihtiyacı duyulmamış.
Çözüm ve barışa ilişkin konuşmalar, barış çağrıları dahi, ağır mahkûmiyetler için yeterli sayılmış.
Bu mahkûmiyetler için kararlar çoktan verilmiş, gerekçeler daha sonra hazırlanmış. Özellikle AİHM’in (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi) Demirtaş’ın hemen serbest bırakılması gerektiğine ilişkin kararı üzerine Cumhurbaşkanı’nın yaptığı açıklama, bu sonucun önceden ilanıydı.
Erdoğan, bu kararı tanımayacaklarını, karşı hamlelerin yapılacağını söylemişti.
Karşı hamle, uyduruk bir gerekçeyle önceden verilip el altında tutulan mahkûmiyet kararının alelacele istinaf mahkemesine gönderilerek onaylanması işleminden ibaretti.
Böylece Demirtaş’ın cezası kesinleşecek ve AİHM’in serbest bırakılması kararı fiilen uygulanamayacaktı. Bunun üzerine dönüp, "Maalesef kararınız uygulanamıyor, çünkü Demirtaş’ın başka bir suçtan aldığı ceza onaylandı" denilecekti.
Gerçekten de gelişmeler böyle oldu.
Peki bu mahkûmiyetler ne manaya geliyor?
Bundan da önemlisi, Demirtaş ve Önder’in aldıkları mahkûmiyetler için seçilen gerekçeler ne manaya geliyor?
VERİLEN BU CEZALAR ASLINDA KÜRTLERE Mİ KESİLDİ?
Ne manaya geldiği çok açık.
Verilen talimatlar doğrultusundaki mahkûmiyet kararları bir süredir zaten başlamış olan Kürtlere ve Kürtlerle birlikte hareket eden ya da onları destekleyen demokrasi güçlerine yönelik bastırma, diz çöktürme, sindirme politikasının çok daha ağır bir şekilde uygulanacağının bir işareti.
Bu kararın verildiği günlerde hükümetin ortağı, daha doğrusu devletin, devlet içindeki güçlerin iktidardaki temsilcisi Devlet Bahçeli’nin bir açıklaması meseleyi aydınlatıyor.
Bahçeli, bir süre önce Oslo’da, Demokrasiyi Geliştirme Enstitüsü isimli Londra merkezli, İngiliz Dışişleri’ne yakın bir kuruluşun düzenlediği çözüm süreçlerine ilişkin bir toplantıya gönderme yaparak ateş püskürüyor.
Toplantıya, 2013-2015 çözüm sürecinde kamuoyunun nabzını tutmak amacıyla AKP’nin belirlediği ‘Akil İnsanlar’dan birkaç kişi ve bazı sivil toplum temsilcileri ile gazeteciler katılmıştı. Amaçlarını, şimdi herhangi bir çözüm ihtimali söz konusu olmasa bile, hiç olmazsa barış ve çözüm düşüncesinin canlı tutulmasının önemini vurgulamak, olarak açıklamışlardı.
Tabii bu toplantının da 24 Haziran öncesinde Londra’daki toplantı gibi, özellikle seçim sürecine denk getirilmesi bazı akıllara, "AKP acaba yeniden çözüm sürecini canlandırmayı mı düşünüyor?" sorusunun gelmesine yol açmıştı.
Böyle bir şey söz konusu değildi ama yine de bu toplantılar gerek çağrılan isimler, gerekse de yarattığı, "AKP’ye hizmet mi ediliyor? tartışması dışında fazla ilgi uyandırmış değil.
Buna rağmen Bahçeli’nin tepkisi normal bir karşı çıkışın ötesinde mesajlar içeriyor.
Şöyle diyor temsil ettiği güç odakları adına:
"Yeni bir çözüm süreci için kendini akil sanan zeka özürlüler bu kış kıyamette niye Oslo'ya giderler. Kandil'e gitseler, (burada Bahçeli’nin küfürleri var) zahmete katlanmazlardı. Yine bildik isimler sahnededir. Anlaşılan sözde yazar, aydın, siyasetçi artığından oluşan koro hâlâ akıllanmamıştır. Çözüm süreci gömüleli çok olmuştur. İsterseniz PKK'ya katılın, isterseniz Avrupa kadrosuna katılın ama Türk milletinin sabrını zorlamayın. Meydan boş değildir, MHP'nin gözü üzerinizdedir."
Bu laflar kısmen, artık her tarafı ‘Derin’leşen devletle koalisyona mecbur olan AKP’ye. AKP içinde eğer hâlâ kaldıysa, çözümden yana olanlara bir gözdağı.
"Sakın ola, böyle bir şeyi aklınıza bile getirmeyin" demenin Türkçesi.
Ama asıl mesaj Kürtlere ve Kürtlerle birarada, yan yana olan, destekleyen demokrasi güçlerine…
Barış ve çözüm fikrini hiç aklından çıkarmayan barışseverlere…
"Barışı, çözümü falan unutun" diyor.
Önümüzdeki sürecin çok daha ağır militarist, baskıcı bir süreç olacağını haber veriyor.
Ama hepsinden önemlisi, Demirtaş ve Önder’e, tabii son yıllarda Kürtlerle demokrasi mücadelesi içinde olan her kesim ve kişiye kesilen bu cezalarla şu mesaj veriliyor:
"TC devleti ve işbaşındaki AKP-Devlet koalisyonu, ülke sınırları içinde ve dışındaki Kürtlerle bütün köprüleri atmaya kararlıdır."
Sürekli, Kürtleri beka sorunu olarak gördüklerini söyleyip durmalarının gerçek nedeni bu olsa gerek…