ayşe düzkan
demokrasi batı’dan mı gelecek?
tayyip erdoğan ve angela merkel’in basın toplantısına, "gazetecilere özgürlük" yazılı bir tişört giyerek katılan adil yiğit’in alman polisleri tarafından yaka paça salondan çıkartıldığını görmüşsünüzdür. bakın, ayakkabı falan atmıyor, sadece yazılı bir tişört var üstünde ve fotoğraf çekiyor, soru bile sormuyor. olayla ilgili haberlerde yiğit’e türk korumaların müdahale etmek istediği ancak alman polislerin bunu engellediği iddiası da var ve gayet akla yakın bir iddia bu. yiğit salondan çıkartıldıktan sonra tayyip erdoğan memnuniyetini ifade edecek şekilde gülerken merkel biraz şaşkın görünüyor, videolarda.
bir yöneticinin kendisine tepki gösterenlerin derdest edilmesinden değil, kimsenin kendisine tepki göstermeye gerek görmemesinden hoşnut olması beklenir ama sanırım o noktaları geçeli epey oldu. hatta o noktaya hiç gelmediğimizi söylemek bile haksızlık olmaz. alman polisi gaddarlığıyla tanınıyor ve bunun nazilerle falan ilgisi yok; herhangi bir tarihsel ânı bütün bir ulusa ve tüm zamanlara mal etmek zırvalığın dik alası. ama türkiye’de demokrasi konusunda avrupa birliği’nden beklentiler göz önüne alındığında bir tuhaflık ortaya çıkıyor bence.
şu ayrımın altını kalınca çizmek gerek: batılıların da mensubu olduğu ve/veya genel merkezleri herhangi bir batı ülkesinde bulunan meslek örgütlerinin, demokratik kitle örgütlerinin ya da hak örgütlerinin herhangi başka bir ülkedeki gazetecilerin, emekçilerin, kadınların, lgbti+’lerin haklarıyla ilgili dayanışma göstermesi ve bunun sonucunda demokrasinin genişlemesine dair beklentiler bence gerçekçi. ama batı avrupa devletlerinden ya da avrupa birliği’nden benzer beklentiler içinde olmak apayrı bir durum. çünkü demokratik örgütlerle devletleri bir tutmak mümkün değil; her ne kadar sabah, akit vb. sağcı basın hepsini "batı" şemsiyesi altında ele alsa da. kaldı ki, örneğin böyle kuruluşlardan biri olan, uluslararası gazeteciler federasyonu’nun (international federation of journalists) genel merkezi brüksel’de ama cezayir’den filistin’e pek çok "batılı olmayan" ülkede üyesi hatta yöneticisi var. genel başkan yardımcısı younes m'jahed de faslı.
ama angela merkel’in önceliğinin, ticari ilişkiler ve almanya’nın verdiği borçları tahsil etmek değil de türkiye’de cezaevinde bulunan gazeteciler olması pek akla yakın değil. almanya, vatandaşı deniz yücel’e sahip çıktı ama 30 yılı aşkındır almanya’da yaşayan ve alman vatandaşı olması kuvvetle muhtemel olan adil yiğit’in salonda kalması, belki erdoğan’a soru sorması sağlanmadı.
bir de şu var tabii. demokrasiyi ifade ve haber alma özgürlüğüyle sınırlayabilir miyiz? yani diyelim ki, cezaevinde bir tane bile gazeteci-yazar yok. herhangi bir sokak gösterisinin, basın açıklamasının mümkün olmadığı bir ülkede demokrasiden söz edebilir miyiz? hadi bunu da bir kenara koyalım.
havaalanında, cargill’de, migros’ta işçiler, grev hakları da ellerinden alınmış olduğundan, -ücretlerine zam yapılması için bile değil- ücretlerini alabilmek, haklarını elde edebilmek ve insanca yaşama koşulları için direniş yapıyor ve gözaltıyla, tutuklamayla karşı karşıya kalıyorlar. böyle bir ülkedeki yönetimden demokrasi olarak bahsetmek makul olabilir mi?
türkiye’de neredeyse her politik tartışma, ittihatçılar’a bağlandığına göre tarihe meraklıyız fakat bugün örneğin kanada’dan mercimek ithal etmemize sebep olan şeyin, ab uyum yasalarıyla ilintili olduğunu neden gündeme getirmiyoruz? fazla yakın bir tarih olduğu için mi acaba! avrupa birliği’yle uyum, bize batı avrupa ülkelerinde bulunan bazı nimetleri, örneğin ifade özgürlüğünü sağlamadı ama o uyum yasaları, türkiye’yi batı avrupa ülkelerine atfedilen, onlar için de git gide geçmişte kalan bazı nimetlerden, örneğin sosyal refahtan daha da uzak hale getirdi.
avrupa birliği uyum yasalarında demokratik hiç mi madde yoktu? vardı tabii. özellikle kadın hareketinin mücadelesiyle elde edilmiş kazanımlar burada yer alıyordu. ama bütün bunların bir çırpıda geri alınabildiğine şahit olduk değil mi? ve bunlar olurken avrupa birliği’nin yöneticileri, türkiye’nin yöneticilerinin elini bırakmadı, herhangi bir müeyyide uygulamadı! eğer avrupa’dan demokrasi açısından bir beklentimiz olacaksa bu diplomasiyle değil, demokratik yapıların dayanışması aracılığıyla olabilir; merkel’den değil, merkel’e karşı da muhalefet edenlerden yani. onların da etkisi sınırlı tabii.
bugün emperyalizm kavramı gerçekçilikten uzak bulunuyor, maalesef zaman zaman türlü saçmalıklara payanda edilmesi de bu yaklaşımı güçlendiriyor. ama aslında çok şeyi açıklayan bu kavramı bir kenara koysak bile, demokrasinin "batı"nın müdahalesiyle gelebileceğine, açılabileceğine inanmak, darbeyle aynı şeyin olabileceğine inanmaktan çok farklı değil; böyle bir değişiklik tek bir anda, tek bir hamleyle olmaz. halkı ikna etmeden, sıkıntılarıyla, ihtiyaçlarıyla siyaset arasındaki bağı teşhir etmeden olacak bir iş değil bu ama halkın gücüyle gerçekleşen değişimi püskürtmek de kolay değil.