Candan Yıldız
Devlet aklı planlı programlı
Devletin ağır işkence biçimlerinden ve suçlarından biridir "Zorla kaybetme"...
Nazi Almanyası'nda kullanılan bu yöntem; kaybedilen kişi hakkında belirsizliği, bilinemezliği sürekli kıldığı için, yarattığı korku da sürekli hale gelir. Bu nedenle sistematik inkar, devletin işlediği suçu örtmenin yanısıra, korkuyu cari kılma amacını da taşır.
600 haftadır Cumartesi İnsanları Zorla Kaybetme'nin tanıkları olarak bu ağır suçu ifşa etseler de, bu suç işlenmeye devam ediyor.
Darbe girişimi sonrası kaçırılan kişilerin akıbetlerini gündeme getiren, konuyla ilgili soru önergesi veren CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, "Ankara’da ilki 15 Temmuz Darbe Girişiminden önce, altısı ise darbe girişiminin ardından yedi kişi birçok benzerlikler içeren yöntemlerle kaçırılmıştır. Bu kişilerden bir daha haber alınamamış, kaybolanların, kaçırılanların yakınları topladıkları delillere, güvenlik kamerası kayıtlarına, görgü tanıklarına karşın soruşturma açılmadığını, kolluk güçlerinin olayları soruşturmada açıkça "isteksiz" davrandığını belirtmektedirler" demişti.
Bu tür vakaların soruşturulması artık daha zor. Bu sadece darbe girişimi sonrası emniyet ve yargıdaki yeni yapılanmayla ilişkili değil. Öncesinde yapılan yasal değişiklikler de ilgili.
O tarihe kadar çıkar birliği yapan iktidar ve Cemaat'in güç savaşının miladı olarak bildiğimiz 7 Şubat 2012 tarihine dönmek gerekiyor; bu tür vakalarda dahli olanların yasal zırhının nasıl örüldüğünü anlamak için.
7 Şubat'ta, (ki o savcı FETÖ iddiasıyla tutuklu) eski Müsteşarı Emre Taner, MİT Müsteşarı Hakan Fidan,Müsteşar Yardımcısı Fatma Afet Güneş’in de aralarında bulunduğu üst düzey yöneticiler ifadeye çağrıldı. İfade verilmedi. Jet hızıyla Meclis'e MİT'e dokunulmazlık sağlayan yasa tasarısı getirildi.
17 Şubat 2012 tarihinde Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanununun "Soruşturma izni ve yargılama" başlıklı 26’ıncı maddesinde yapılan değişiklikle MİT mensupları veya belirli bir görevi ifa etmek üzere kamu görevlileri arasından Başbakan tarafından görevlendirilenler hakkında soruşturma yapılması Başbakan iznine bağlandı.
17 Nisan 2014 tarihinde ise ek bir fıkra ile Cumhuriyet savcıları, MİT görev ve faaliyetleri ile mensuplarına ilişkin herhangi bir ihbar veya şikâyet aldıklarında veya böyle bir durumu öğrendiklerinde MİT Müsteşarlığına bildirmekle yükümlü tutuldular. Bu düzenlemeye göre MİT, bildirilen konunun kendi görev ve faaliyetlerine ilişkin olduğunu belirtmesi halinde savcılar hiçbir adli işlem yapamıyor.
Yine 2014'teki düzenlemede "İsimsiz, imzasız, adressiz yahut takma adla yapıldığı anlaşılan ya da belli bir olayı ve nedeni içermeyen, delilleri ve dayanakları gösterilmeyen ihbar ve şikâyetler, Cumhuriyet savcılarınca işleme konulmaz" deniliyor.
Sadece MİT görevlileri ya da başbakan tarafından görevlendirilen bir kamu görevlisi değil, onlara yardım edenler (ki kamu görevlisi olup olmadıklarına bakılmaksızın), yardım edenlerin yakınları da 3713 Sayılı TMK'daki koruma tedbirlerinden yararlanıyorlar.
Bu koruma tedbirleri arasında, talep halinde estetik ameliyat, nüfus kaydı, ehliyet, evlenme cüzdanı, diploma ve benzeri belgelerin değiştirilmesi, askerlik işleminin düzenlenmesi gibi hususlar yer alıyor.
Türkiye'nin, Birleşmiş Milletler Zorla Kaybedilmeye Karşı Herkesin Korunmasına Dair Sözleşme'ye taraf olmaması da koruma zırhını daha da güçlendiriyor. Zira sözleşme, " ... zorla kaybetmeye mutlak bir yasak getirmesinin yanı sıra taraf devletlerin iç hukuklarında bu eylemi bir suç olarak tanımlamasını şart koşuyor. Ayrıca yaygın veya sistematik kaybetme eylemlerini insanlığa karşı işlenen suçlar kapsamında sayıyor. Sözleşme, kaybedilenlerin ve ailelerin haklarını da garanti altına alıyor."