İnci Hekimoğlu
Devlet de karpuz gibi bölündü
Bir bakıma 70’li yıllarda ülkücü hareketin şiarı olan "Davadan döneni vurun"a gönderme yaparak, hafıza tazelemesi yaptı. Anlaşılan çatışma derinleştikçe tarafların üstlendiği risk de öngörülemeyecek kadar artıyor.
İnci HEKİMOĞLU
AKP yönetiminin, özellikle de Erdoğan’ın toplumu kutuplaştırarak, bölerek kendi yüzde 50’sini tahkim etme siyaseti sınıra dayandı. Araştırma sonuçlarına bakılırsa "Erdoğan’ın yüzde 50’si"nde gerilim siyasetinin geri tepmeye başladığı anlaşılıyor.
Referandum meselesinin, beklediğinin aksine AKP’nin tabanını tahkim etmeye yaramadığı tartışmasız.
Öte yandan devlet içindeki farklı bloklar arasındaki çatışmanın etkilerini sahadan naklen izlemeye başladık.
Devletin asli unsurlarından olan MHP’nin neredeyse Devlet Bahçeli ve dar kadrosundan ibaret kalarak ayrışması, siyaset tarihimizde apayrı bir başlık olacak kadar önemli.
Bahçeli’nin ‘sokaktan çektiği’ Ülkü Ocakları militanlarının önemli bir kısmını bünyesine katan "Alperen"lerin partisi BBP de aynı yolun yolcusu.
Genel Başkan Mustafa Destici’nin "Evet" diyeceklerini açıklamasıyla beraber, teşkilatın önemli isimlerinden itirazlar ve istifalar gelmeye başladı bile.
Bu iki parti de gerektiği zamanlarda devletin önemli operasyonel araçlarından oldu.
Örneğin, ülkücüler sokaktan çekildi ama bu kez Hrant Dink cinayetinden Zirve katliamına, kontrollü linç girişimlerine pek çok kanlı olayın altından Alperenler çıkmaya başladı.
Önce ülkücülerin, sonra Alperenler’in sessizliğe gömülmesinin ardından bu kez Osmanlı Ocakları sahne aldı. Örgütün adı ‘yeni’ ama hem örgütlenenler hem kullanılan yöntemler eski.
Son dönemde yaşanan kimi saldırılarda da saldırganların Osmanlı Ocakları’ndan çıkması tesadüf değil herhalde.
Meral Akşener, Sinan Oğan, Yusuf Halaçoğlu, Ümit Özdağ gibi ülkücü hareketin ağır topları kendilerini ülkücü olarak tanıtan grupların saldırısına uğruyor.
Devlet Bahçeli ise bu saldırılara "ülkücü başladığı işi yarım bırakmaz", "Harekete ihanet eden sonucuna katlanır" gibi sözlerle tepki vererek gerilimi artırmayı seçti. Bir bakıma 70’li yıllarda ülkücü hareketin şiarı olan "Davadan döneni vurun"a gönderme yaparak, hafıza tazelemesi yaptı.
Anlaşılan çatışma derinleştikçe tarafların üstlendiği risk de öngörülemeyecek kadar artıyor.
Bu riskten payını alan taraflardan biri de CHP. Devlet içindeki kanatların çarpışmasından çıkan ilk ses CHP’den gelmişti.
Kuşkulu "15 Temmuz kalkışması" sonrası devlet ‘Yenikapı Mutabakatı’’nda anlaşmış, "birlik-beraberlik’ içinde mutlu fotoğraflar veriyordu.
Hatırlanacağı gibi mutabakat bildirisinde parlamenter sistemin güçlendirilmesi kuvvetli şekilde vurgulanmıştı.
Nereden geldiği bilinmeyen bir ‘ilhamla’ Devlet Bahçeli daha dün "Yönetim sistemi bir kişinin eline kaldıysa vay halimize! Bizim yerli üretim Hitler’e, Kaddafi’ye, Stalin’e tahammülümüz olmaz, bu iyi biline!" dediği başkanlık sisteminin taşıyıcısı olmaya soyundu.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun belki de hayatındaki en sert sözlerle "Başkanlığı kan dökmeden getiremezsiniz" çıkışı sonrası devlet içindeki mutabakatın çöktüğü anlaşıldı.
Sonrasında mermi göstermekten, Genel Başkan Yardımcısı Bülent Tezcan’ın vurulmasına ‘uyarı’lar peş peşe geldi.
Ortaya çıkan bütün olgular, yalnız toplumun değil devletin de karpuz gibi yarıldığının göstergesi.
Ancak değişmeyen bir gerçek var ki; devlet içindeki derin yarılmanın dışında kalan tek taraf Kürtler.
Sosyal medya aracılığı ile neredeyse an be an canlı izlediğimiz Cizre, Nusaybin yıkımları Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiseri Zeid Ra’ad Al Hussein tarafından "kıyamet" olarak nitelendi.
BM tarafından hazırlanan raporda "kıyamet" son derece açık ifadelerle tarif edildi.
"Bombardıman kaynaklı yangınlarda ölmeden önce en az 189 kadın, erkek ve çocuk bodrum katlarında, susuz, elektriksiz, yiyeceksiz bir şekilde haftalarca herhangi bir tıbbi yardım alamadan yardım beklediler. Daha sonra binalar tamamen yıkılarak olası bütün deliller yok edildi. Buradaki cenazelerin tanınamaz hale getirildi ve buraya gidilerek rapor tutulması engellendi."
BM’nin tespitlerine göre, 2 bin kişinin öldüğü, yarım milyon insanın yerinden edildiği, şehirlerin sistematik olarak yıkıldığı bu süreçte ‘ana muhalefet’ ve ‘sosyal demokrat’ CHP, sessizce bu suçlara ortak oldu.
HDP’li vekiller Aycan İrmez ile Nadir Yıldırım’ın Başbakan’a yönelttiği soruyla gündeme gelen yeni bir genelge iddiası ise, eğer doğruysa BM raporundakileri bile geride bırakacak kadar vahim sonuçlar yaratacak nitelikte.
Söz konusu genelgenin, İçişleri Bakanlığı ile Jandarma Genel Komutanının ortak imzasıyla yayınlandığı, 16 ilde güvenlik görevlilerine kanun dışı ve sınırsız yetki verdiği iddia ediliyor.
CHP’nin BM raporuna ve genelge iddiasına karşı da sessizliğini sürdürmesi şaşırtıcı değil.
"Hayır"ın birleştirdiği CHP’de MHP ve BBP’de olduğu açık bir bölünme işareti yok. Şimdilik…
İç hesaplaşmalar ertelenmiş olsa da ilk kurultayda beklenen genel başkanlık kavgasının ise bir ideolojik ayrışmaya dönüşüp dönüşmeyeceğini zaman gösterecek.
Ancak şurası kesin ki; ne bu milliyetçi/ırkçı/İslamcı partilerin ne de devletin yarılmasından demokrasi çıkar. Demokratik hukuk devleti ancak, sivil toplumun güçlenmesi ve örgütlenmesiyle mümkün olacak.
Nitekim önce "Gezi", şimdi "Hayır" örnekleri, kendi kendimize örgütsüz bir örgütlenmeyi başarabileceğimizi gösterdi.
Önümüzdeki dönemin belirleyici dinamiklerinin, tam da bu deneyimlerle büyüyeceğine ve siyasetin alışıldık dizilimini alt-üst edeceğine inanıyorum.
Yaşadığımız bu karanlık atmosfere rağmen, umutlu olmak için çok nedenimiz var.