Nurcan Kaya
Diyarbakır’da adaletsiz birkaç olağan gün
Her şey kötüye gidiyor memlekette. Ekonomi neredeyse tamamen batmış durumdayken, ülkeyi ekonomik olarak toparlamak için pek çok şey yapmanın yanı sıra demokrasiyi ve hukuk devletini yeniden inşa etmek şart iken; yani ülkeyi, hatta iktidarı toparlamanın hatırına dahi olsa demokratikleşmeye yönelik olumlu adımlar atmak, yeni bir reform süreci başlatmak gerekirken biz neler yaşıyoruz günlerdir…
Bir yandan baroların başkanları yalnızca iktidarın arka bahçesine taşınacak olan baroların hayatta kalmasına yol açacak olan bir tasarının geri çekilmesi için Ankara’ya yürürken, başkente girişleri engellenirken, başkanlar polisin şiddetine ve türlü türlü kötü muameleye maruz kalırken; bir yandan bir hâkim sadece müdafilik yapmaya çalışan avukatlara ve bir baro başkanına, provokasyon, terbiyesizlik yapmayın, diyebiliyor.
Mahkemeler hâlâ bağımsız ve tarafsız bir şekilde yargılama yapıyorMUŞ gibi davranırken, avukatlar da sözlerinin, bilgilerinin bir kıymeti varmış gibi savunma yapmaya devam ediyorlar. Bu da yetmezmiş gibi hakarete maruz kalıyorlar. Gücüne gidiyor insanın, hem de çok…
Bu yazıyı kaleme almamdan önceki akşam, yani 28 Haziran akşamı, adliyedeydik. Çünkü, Diyarbakır’da sıcaklık 39 dereceye çıkmışken, Covid-19 önceki aylara kıyasen çok daha hızlı bir şekilde yayılıyorken, emniyet güçleri geçtiğimiz Cuma sabahı saat 4 ve 5 sularında çok sayıda insanın evine baskın düzenleyip onlarca kişiyi gözaltına aldı. Adresleri, ne işle uğraştıkları belli olan bu insanları emniyete davet edip ifade vermelerini istemek mümkünken, bu insanlar gözaltına alındılar. Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü’nde, 2 kişilik hücrelerde 3’er kişi olarak kaldılar. Kendilerine günde yalnızca 3 kere içme suyu dağıtıldı ve daha fazla su içmek isterlerse tuvalet lavabosunun musluğundan su içebilecekleri söylendi. Ücretsiz maske dahi verilmeyen onlarca kişinin ifadelerinin alınmasına ancak 3. gün başlandı. Yani öylesine orada bekletilmiş oldu insanlar kaç gün, kaç gece.
3. gün başlayan ifade işlemlerinden sonra 16 kişi adliyeye sevk edildi. Savcı ifade almadan 14 kişi için tutuklama talebinde bulundu. Gece 11’e kadar süren sorgu sonucunda 8 kişi hakkında tutuklama kararı verildi. Sorgulanan hemen herkes, Demokratik Toplum Kongresi’nin (DTK) ofisine yapılan baskında ele geçirilen dijital dokümanlarda yer alan bir irtibat listesinde isimleri geçtiği için suçlandı. 2007 yılında kurulan, şu ana kadar faaliyetlerine devam eden, Diyarbakır’daki Newroz etkinliğini valiliğin izniyle düzenleyen, yeni anayasa hazırlanırken Meclis’ten kendisine görüş bildirmesi için davet gönderilen, yani iktidar ve resmi kurumlar tarafından yakın bir zamana kadar meşru bir muhatap, bir aktör muamelesi gören DTK. Yakın zamana kadar meşru ve yasal görülen bir aktör ile geçmiş yıllarda bir şekilde ilişkilenmiş olmaktan bugün bir suç yaratmaya çalışıyor kanun uygulayıcılar. Geçmişte suç olmayan bir eylemi bugün suç olarak tanımlamanın hukuka aykırı olduğunu söylemeye gerek yok herhalde. Adliyeye getirilen bu kişilerin çoğu ayrıca ifade ve örgütlenme hürriyeti kapsamında katıldıkları eylemler, basın açıklamaları ve siyasi parti çalışmaları için sorgulandılar. 72 yaşında biri dahi vardı tutuklananlar arasında.
İşte tutuklama kararlarının verildiği dün gece, Avukat Berdan Acun’un sorgusu yapılırken hâkim, avukatlara provokasyon yapıyorsunuz, terbiyesizlik yapmayın, dedi. Özgürlükçü Hukukçular Derneği’nin (ÖHD) yönetim kurulu üyelerinden olan Berdan Acun da Cuma sabahı gözaltına alınanlar arasındaydı. Evi arandı, kitaplarına ve telefonlarına el konuldu. Bugüne kadar hiçbir DTK etkinliğine katılmadığı halde DTK’da bulunan listede ismi geçtiği için delege olmakla ‘suçlandı.’ Kendisine ayrıca yöneticisi olduğu ÖHD ve kapatılan Mezopotamya Hukukçular Derneği hakkında sorular soruldu. Diyarbakır Barosu ile ÖHD’nin cezaevlerindeki açlık grevleri konusunda düzenlediği bir basın açıklamasına; Tahir Elçi cinayetiyle ilgili olarak Diyarbakır Barosu’nun düzenlediği ve yalnızca avukatların katıldığı bir açıklamaya; HDP’nin Diyarbakır’da düzenlediği il kongresine konuk olarak katılmasıyla ilgili sorular soruldu. Berdan gözaltındayken çocuğu endişe içinde hafta sonu gerçekleşen YKS sınavına girdi. İfade ve örgütlenme hürriyetini hukuka uygun bir şekilde kullanan Berdan adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı.
Bu arada, adliyeye getirilirken 16 kişi önce otobüste bekletildi. Sonra da tek sıra halinde adliye önünde dizildiler ve görüntüleri alındı. Tıpkı 2009 yılında KCK operasyonu olarak anılan gözaltılar sonrasında aralarında belediye başkanları da olan 34 kişinin tek sıra haline getirildikleri gibi. Tek fark, dün gece adliyeye getirilenlere kelepçe takılmamasıydı. Bu görüntülerin nasıl bir amaçla kullanılacağını yakın bir zamanda göreceğiz sanırım.
Geriye kalan kişiler ise bugün, yani 29 Haziran günü adliyeye getirildiler.
Bu kişilerden birisi yakın bir arkadaşımın babası olan 67 yaşındaki İbrahim Halil amcaydı. Emekli bir sınıf öğretmeni olan İbrahim Halil amca Kürtçeyle ilgili çalışmalar yapan, Fransızcayı da iyi düzeyde bilen bir dil bilimci, yazar ve çevirmen. KHK ile kapatılan Kürdi-Der ve Akademîya Ehmedê Xanî bünyesinde dil çalışmalarını sürdürüyordu. Geçen yıl sivil toplum çalışmaları nedeniyle yargılanıp beraat etmişti. Yine sivil toplum çalışmaları nedeniyle gözaltına alındı. Üstelik dernekler kapatıldığından beri herhangi bir sivil toplum çalışması yürütmüyor olmasına rağmen. 67 yaşında bir tansiyon hastası olmasına rağmen. Gözaltındayken kendisini ziyaret ettiğimde evdeki balıklarına ve orkidelerine nasıl bakılması gerektiğini anlattı. Benim de verdiği bilgileri ailesine anlatmamı ve o çıkana kadar balıklarına ve çiçeklerine iyi bakmalarını rica etti. Buydu derdi…
İbrahim Halil amca tam 3 geceyi emniyette geçirdikten sonra hâkim karşısına çıktı ve neyse ki adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı. Bugün sorgulanan bazı kişiler ise tutuklandılar. Bazılarının sorgusu halen devam etmekte.
İşte yine adaletsiz birkaç gün yaşandı Diyarbakır’da.
Çatışmalar bir hayli azalmış olmasına ve toplumsal barışın inşası, Kürt sorununun çözümü konusunda adımlar atmak için fırsat olmasına rağmen, siyasi parti ve sivil toplum çalışmaları yürüten insanlar, Kürt sorununa duyarlılıkları nedeniyle gözaltına alınıyorlar, tutuklanıyorlar. Tüm bunlarla, legal alanda siyaset yapma ve hak mücadelesi verme imkânının tamamen ortadan kaldırılmak istendiği aşikâr. Alınan bu kişiler de, başka insanlar da Kürt sorununa dair ne bir söz söylesinler, ne bir açıklama yapsınlar, ne bir etkinliğe katılsınlar isteniyor.
On yıllardır yapılan hata tekrarlanıyor.
Üstelik bu yapılanlar yalnızca Kürtlere değil bu ülkede yaşayan 82 milyon insanın tamamına, hatta iktidarın kendisine zarar veriyor.
Ülke bir yandan Avrupa’dan, demokratik değerlerden fersah fersah uzaklaşırken, insanların adalete inancı tükenirken, yandaş görülmeyen hemen herkes nefessiz bırakılırken; bir yandan da insanlar yoksulluğa, umutsuzluğa mahkûm ediliyor. Hepsi birbirinden mutsuz, gelecek kaygısı duyan, fırsat bulursa ülkeyi terk edecek olan insanların yaşadığı bu ülkede yaşamak her geçen gün herkes için zorlaşıyor.
Tüm bunlar yaşanırken sanırım insan hakları savunucuları, sivil toplumcular ve muhalif siyasetçiler umuttan olmasa da inattan bir şeyler yapmaya devam ediyorlar. "İnat da bir muraddır" diyor ya Diyarbakırlılar. Kürtler ve bütün muhalifler de onu diyorlar aslında. Umut tükense de inat tükenmiyor asla…