Eser Karakaş
Dökülen Türkiye ve bedelli askerlik
Türkiye dökülüyor, umarım bu berbat sürecin sorumluları en kısa vadede siyaseten cezalandırılırlar; aralarında hukuken de cezalandırılması gereken çok sayıda insan var ama işi oralara kadar götürmemek, bu zavallıları vicdanları ile başbaşa bırakmak gerekebilir.
Bir yazı sonra da "Dökülen Türkiye ve LGS" diye bir yazı yazacağım; nereye dikkatinizi yoğunlaştırsanız karşınıza sapır sapır dökülen bir kurumsal yapı çıkıyor.
Bugün (6 Haziran Çarşamba) Başbakan Binali Yıldırım bir açıklama yapıyor ve "Bedelli meselesi seçimlerden sonraya kalsın" diyor.
Bedelli askerlik meselesinin ne kadar adaletsiz, hakkaniyete aykırı bir konu olduğunun farkında Başbakan ve biraz da naiflikle konunun seçimlerde kendileri için olumsuz olabileceğini, sonra konuşulması gerektiğini söylüyor.
Oysa, Erdoğan böyle demezdi mesela; "bedelli askerlik gündemimizde yok" der seçimlerden önce ama seçimlerden bir gün sonra, şayet kazanırsa, konuyu hemen devreye sokardı, işin ucunda para var çünkü.
Bedelli askerlik meselesinin en iğrenç noktasına, buna çıldırıyorum, yazımın sonunda değineceğim.
Başbakanın ifadesiyle bugün itibariyle altı milyona yakın genç, tam sayı galiba beş buçuk milyondan biraz fazla, askerlikle sorunlu bir pozisyonda ve bu birikimin bir biçimde çözülmesi gerekiyor.
Oysa, son bedelli askerlik yasasının en son çıkışının üzerinden daha üç buçuk sene bile geçmedi ve bu süre zarfında yine büyük bir birikim oluştu.
Bedelli askerlik, öğrenci affı (!), vergi affı (!), imar affı gibi çok tipik bir dökülen Türkiye kurumu.
Üç sene içinde sorun kendini yeniden üretiyor ise demek ki ortada başka tür bir mesele var ama kimse probleme neşter atmak istemiyor.
Bizim berbat, dökülen sistemde esas olan zorunlu askerlik ama askerlik büyük bir kitle için zorunlu olmaktan çoktan çıkmış durumda, yeni bedelli yasalarının makul bir süre, üç sene, dört sene içinde çıkacağını herkes biliyor ve ona göre de pozisyon alıyor ve pozisyon alanlar da hep kazançlı çıkıyorlar.
İlk yapılması gereken şey artık bu saçma sapan zorunlu askerlik sisteminden vazgeçmek.
Kimse bana Türkiye’nin jeopolitiği, tarihi, milli bütünlüğü, cartı, curtu falan demesin çünkü "de jure" (yasal) olmasa bile "de facto" (fiilen) zorunlu askerlik zaten yok.
"Dökülen Türkiye" derken muradım, olmayan bir kurumun, zorunlu askerliğin Zati Sungur yöntemleriyle var imiş gibi gösterilmesi çünkü siyasi sınıfın işine böylesi geliyor.
Zorunlu askerlik sadece gariban sınıf için var; alavere, dalavere hem türk, hem kürt Mehmetler nöbete meselesi.
Akıllı ve namuslu insanların yapması gereken iş alternatif, etkin, güvenlik sorunu üretmeyecek bir askerlik ya da genelleştirilmiş zorunlu kamu hizmeti sistemini (kadınlar?) düşünmek, oluşturmak ve hayata geçirmek için bu doğrultuda siyasi mücadele vermek; uluslararası deneyimler de örnek alınmalı.
Bir de "vicdani red" meselesi var; bu konunun AİHM kararı (Ülke kararı, Bayatyan kararı) ve Anayasamızın 90. Maddesinin son paragrafı nedeniyle Türkiye’de uygulanma zorunluluğu var (aksini hukuken söyleyebilecek bir babayiğit var mı?) ama her konuda tel tel dökülen ülkemiz en başta da hukuk açısından döküldüğü için bu konu da konuşulmuyor.
Kof ulusalcı-muhafazakar babayiğitlerin en fazla söyleyebilecekleri hukukun her şey olmadığı; oysa bu mantık, hukukun her şey olmadığı mantığı yüzünden tel tel dökülüyoruz.
Temel motto şu olmalı: "Mesele hukuksa gerisi teferruattır".
Gelelim bu bedelli askerlik meselesinde beni çıldırtan konuya.
2014 sonunda son bedelli yasası çıktığında ve hatta daha önceki yasalarda, bu yasalardan yararlanarak oğullarını askere göndermeyen çok tanıdığım vardı.
Bunlar da en genelinde ikiye ayrılıyorlar: Birinci grup, azınlık, zaten militarist değiller, "asker Afrin’e, asker Kandil’e, asker Ege adalarına" diye feryat figan bağırmıyorlar.
Oğullarını da bedelini ödeyip askere göndermiyorlar, tutarlılar, tutarlılıklarına saygı duyuyorum.
Ama bir de midemi kaldıran bir kesim var.
Oğullarını bedelini ödeyip, ya da bilmem nerede akademik değil askeri masterlar, doktoralar yaptırıp askere göndermeyenler ama sırası geldiğinde "asker Irak’a, asker Afrin’e" diye bağıran aşağılıklar; eskilerde bunlar büyük ölçüde ulusalcı-zengin ya da orta halli-seküler(!) kesim aileleri idi.
Bağırmak kolay çünkü senin oğlun ölmeyecek oralarda, sen parayı bastırıp kurtarmışsın onu, ölenler zaten köylü çocukları.
Şehit cenazeleri nedense (aman hiç olmasın) İstanbul’da Teşvikiye’den, Erenköy’den, Levent’ten pek kalkmıyor (bir kere hatırlıyorum, şehit gencin annesi isyan etmişti); şehit annelerinin, eşlerinin de, subayların bir bölümü hariç, başları hep kapalı, köylü ya da küçük kasaba çocukları.
Yeni bedelli yasası sonrası yeni AKP’li zenginler de büyük ölçüde çocuklarını askerlikten, dağlarda, yollarda ölümlerden kurtaracaklar; bu aileler şayet "asker Kandil’e, asker Ege adalarına" diye çığlık atmazlarsa mesele yok, tutarlılıklarına saygı duyarım.
Aksi durumda dünyanın en aşağılık insanlarıdırlar; çocuğunu bedelli ile askerlik dışında tut, sonra da savaş tamtamları çal, en büyük ahlaksızlıktır.
Bir de hem savaş yanlısı ama aynı zamanda çocuğunu olanağı olmasına rağmen bedelliden yararlandırmayan, askere gönderen bir çok küçük kesim var.
Savaş çığırtkanlarına saygı duymayabilirim ama en azından bu insanları sahtekar olarak da görmem, mahçup bir saygı bile duyabilirim.
Bedelli askerlik tam bir Türkiye meselesi, olmayan ama varmış gibi yapılan zorunlu askerliğin kaçış kapısı.
Çarşamba günü de açıklanması nedense (???) 22 Haziran’dan daha sonraya ertelenen LGS rezaletine değinmek istiyorum.
LGS de, aynen bedelli gibi, sapır sapır dökülen bir Türkiye kurumu.