Ahmet Tulgar & İshak Karakaş
'Dokunulmazlıklar kaldırılırken yaptıkları hatanın farkına varmış olmalılar'
Zeynep Göğüş, uzun yıllara yayılan, etkili ve başarılı bir kariyeri olan deneyimli bir gazeteci. Sabah, Hürriyet ve Cumhuriyet gibi gazetelerde köşe yazarı olarak çalıştı. Birçok önemli gazeteci gibi Zeynep Göğüş de epeydir mesleğini icra edecek koşulları bulamıyor. Ancak elbette Türkiye siyasetini hâlâ yakından takip ediyor.
Zeynep Göğüş'le buluştuk ve Türkiye siyaseti ve medyasının durumunu ve gündemi konuştuk:
İshak Karakaş- Gerek Sabah gazetesi, gerek Hürriyet, gerekse Cumhuriyet’teki yazılarınızdan ve Avrupa Birliği konulu çalışmalarınızdan sizi tanıyoruz. Fakat uzun bir zamandır medyada yoksunuz. Bu arada neler yaptınız?
Zeynep Göğüş- Uzun yıllar gazetecilik yaptım. Sonra Türkiye’nin bu koşullarında artık bu mesleği icra edemez noktaya geldik. Ben de biraz Ayşenur Arslan gibi, –mış gibi yapanlardan olamayacağım için gazetecilikle olan ilişkimi dondurdum.
Ahmet Tulgar- Sonrasında?
Zeynep Göğüş- Türkiye’nin bugünkü durumuyla başa çıkmaya çalışanlardan biriyim, diyelim. Bunu kendime yeni bir dünya yaratma çabasıyla halletmeye çalışıyorum. Sanatla uğraşıyorum. Biraz resimle uğraşıyorum, bir de roman çalışması var.
Ahmet Tulgar- Ona geleceğiz...
İshak Karakaş- Ayrıca danışmanlık da yaptınız siz.
Zeynep Göğüş- Evet. Ağırlıklı olarak Avrupa Birliği konusunda stratejik danışmanlık yapan bir şirket kurdum. Fakat onu da geçen yıl kapattım. Sonra Avrupa’da bir sivil toplum kuruluşu kurdum. Türkiye’nin AB’ye entegrasyonunu, kültürel ve sanatsal faaliyetlerle destekleme amaçlı bir kuruluştu. Onu da kapatmak durumunda kaldım. Çünkü Türk burjuvazisi bu tür konulara sıcak bakmıyor ya da şöyle diyelim, herkes bir sivil toplum önderliğinde değil de kendi adına bir şeyler yapmak istiyor. Bazı konularda bireysel olmayı başarıyoruz demek ki! Bu arada 15 dilde yayın yapan euractiv.com adlı Avrupa Birliği haber ve politika sitesini 7 yıl Türkçe olarak yayınladım. Ayrıca Okan Üniversitesi’nde de kent markası ve ülke tanıtımı başlıklı bir ders veriyorum.
İshak Karakaş- Biraz iç ve dış siyaset konuşalım... Usta bir gazeteci olarak Türkiye’nin bugünkü durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Zeynep Göğüş-Şimdiye kadar görmediğim bir Türkiye görüyorum tabii. Özellikle dış politika ağırlıklı çalıştığım için şunu söyleyebilirim; örneğin bir Kardak Krizi Yunanistan’la bizimi için büyük bir olaydı. Ama bu Suriye olayları, Ortadoğu’daki durum, son gelişmeler, düşen uçaklar vs. Kardak krizi için"Ne masum bir olaymış!" dedirtti bize. İşin içinden çıkılmaz gibi mi vaziyet? Bence hayır! Ama bu süreç biraz uzun sürecek ve zorlu geçecek gibi geliyor.
Ahmet Tulgar- Peki, bugünkü medyanın durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Zeynep Göğüş-Adalet ne ise medya da o. Şöyle bir cümle kurabilir miyim, Türkiye müptezelleşti! Müptezel doğru kelime mi acaba? Evet, müptezelleşti Türkiye. Belki bir başlık çıkar buradan. Sadece medya değil ki... Adalet, bütün kurumlar, politikası, insanları; bir avuç entelektüel vardı, onlar da. Ayırmadan söylüyorum. Aynı dili konuştuğumuz çok az insan kaldı. Bu da bir aydın olarak insana sıkıntı veriyor tabii. Bununla başa çıkmak kolay bir durum değil. Onun için diyorum, yeni bir dünya yaratma çabası içinde olmalıyız. Yoksa gazetecilik tek başına düzelmez. Zaten gazete patronları iş hayatının içinde olan insanlar. Kendimden örnek vermem gerekirse, mesela Hürriyet’te işime son verildiği zaman çok sessiz davrandım. Enis Berberoğlu’nun genel yayın yönetmeni olduğu dönemdi, bir günde kendimi kapının dışında buldum. Bir anlamda (gülüyor) laik dayanışma adına sesimi çıkarmak istemedim. Çünkü çok fazla saldırılıyordu o dönem Doğan Grubu’na ve Hürriyet’e. "Bir de ben vurmamayım," dedim ama "Doğru mu yaptım, hata mı ettim?" diye düşündüğümde, sesimi çıkarsam da olurmuş.
İshak Karakaş- Bugün Avrupa Birliği ile Türkiye üzerine bir yazı yazsanız nelere dikkat çekerdiniz?
Zeynep Göğüş-Bizi yöneten zihniyet "AB ne der, diye bir derdimiz yok" diyor. Hatta "AB için referandum yapalım,"denildi hatırlıyorsunuz. Sonra da Brüksel ziyaretinin ardından "AB ile yaşanan sorunlar geride kalacak," denildi. Bunda bir tutarsızlık görüyorum tabii. Hani deveye sormuşlar,"Neden boynun eğri?"diye. Deve "Nerem doğru ki," demiş. Bir de 12 aylık bir takvimden bahsediliyor AB ile ilişkilerde. O takvimin içinde ne var, ben bunu kavrayabilmiş değilim. Dikkatimi çeken bir konu da şu oldu; Brüksel seyahatine -siz fark ettiniz mi bilmiyorum- sadece erkek gazetecilerle gitti. Ben 2004 zirvesini, Türkiye ile müzakerelerin açılmasının heyecanını yaşamış bir gazeteci olarak hatırlıyorum. Kadın gazeteci sayısı daha kalabalıktı o zaman Brüksel’de. O dönemle kıyasladığım vakit, "Nereden nereye geldik biz?" diye sormadan edemiyorum. O zamanlar medeniyetler ittifakından bahseden bir Erdoğan vardı. İşte,İspanya’da Zapatero yönetimi vardı ve onun kabinesi de Avrupa’da bir ilkti; kabinenin yüzde 50’si kadındı. Şimdi ise Macron yüzde 50’si kadın olan bir kabine kurdu. Savunma Bakanı filan kadın. AB ile ilişkilere tepeden baktığım vakit iki nokta var; bir tanesi Ortadoğu ile ilişkiler. İkincisi de mülteci krizi devam ediyor. Türkiye’nin stratejik çıkarları var. Özal AB’ye ilk başvuruyu 87’de yaptığında herkes dalga geçmişti. Özal ise o zaman "uzun ince bir yol" demişti. Valla, hala orada duruyoruz gibi geliyor bana. Bir sürü belirsizlik taşıyan bir ilişki... Tabii Türkiye-AB ilişkisi bir sürü dış faktörden etkileniyor.
Ahmet Tulgar- AB’nin genel olarak durumu nedir şu anda?
Zeynep Göğüş-Brexit’ten sonra Merkel ve Macron, AB’nin iki saç ayağı olarak dikkati çekiyor. AB’yi taşıyan üç büyük ülkeden biri artık dışarıda. Şimdi iki ayağı kaldı. Bir de Türkiye kadar müptezelleşen bir başka ülke var; ABD... Pax Amerika’nın sonu geldi. Trump AB ile ipleri kopartan birtakım adımlar attı. Bunların bir tanesi, Paris Zirvesi idi. Paris İklim Zirvesi’nde tamamen dışarıda kalacağını söyledi. İkincisi, NATO ile ilişkiler..."NATO’ya ABD olarak bizim bu kadar katkıda bulunmamız hakkaniyetli bir durum değil, Almanya sen de elini taşın altına koy" dedi. Merkel sinirlendi. Merkel’in açıklaması önemliydi, "Güvenilmez" dedi. Bir Alman liderin bir başka lidere –hele ki o lider ABD lideriyse- ‘güvenilmez’ demesi bayağı altı çizilmesi gereken bir durum. Merkel doku uyuşmazlığından bahsetti. Şimdi Amerika ile bu doku uyuşmazlığı varsa Almanya bundan böyle nasıl hareket edecek? Nasıl bir strateji izleyecek? Hemen Merkel’in birtakım adımlar attığını gördük; Hindistan, Çinvs... Farklı yaklaşımlar içine girdi.
Trump’ın ne yapacağı da çok açık mı sanki? Ben çok net göremiyorum. Sanki beklenmedik bir şeyler de yapabilecek gibi duruyor. İşte Ağlama Duvarı’nın önünde poz veriyor mesela. Bütün bunlar daha önce olmayan şeyler. Ama esas olarak söyleyebileceğimiz şey, büyük bir paradigma değişikliği var. Şimdi bu dünyada biz nasıl at oynatacağız? Neler oluyor, onu takip etmek de kolay değil. Çünkü çok fazla değişken var. Ama bana sorarsanız, AB toparlanır. AB’nin dağılacağı yönünde söylentiler var. Zannetmiyorum öyle olacağını. Biraz önce "Macron ve Merkel önemli," demiştim. Tamam, Macron için ‘uluslararası finans çevrelerinin yarattığı bir lider’ falan deniyor ama Macron sonuç olarak Louvre’un piramidinin önünde, balkon konuşmasında Marseillaise’i (Fransız milli marşı)çaldırmadı, Avrupa marşını çaldırdı. Ve herkes Avrupa’yı ağzına almaktan korkarken -ki CHP için çıkarılacak çok ders var Macron’un tutumunda- adam tamamen Avrupa değerlerini savunan ve onun üzerine kurulu bir kampanya yaptı ve kazandı.
Ayrıca İngiltere’deki son seçimde İşçi Partisi’nin başarısı var Brexit sonrasında. Onun da altının çizilmesi gerekiyor. Tabi Avrupa’da ve İngiltere’deki olaylara bakınca, hepsinin birbirinden farklı olduğunu görüyorsunuz. İç dinamikleri de farklı. İngiltere’deki olayda sendikaların etkisi var. Yani Türkiye’de olmayan bir şey bu. Yani Türkiye’de de sendikalar var ama seçimler anlamında bir etkisi yok. İşçi partisinin güçlenmesi neden önemli? Çünkü geçmişleri oradaki sendikalara dayanıyor. Onların çok büyük etkisi var ama sadece o değil. Sosyolojik olarak irdelendiğinde mesela İngiltere’de yaşlılarla ilgili mesele oldu tam seçime giderken... Yaşlılar farklı oy kullanıyor, gençler farklı oy kullanıyor. Diğer sosyo ekonomik gruplar farklı oy kullanıyor. Bunları iyi değerlendirip strateji belirlemek gerekiyor. Şimdi CHP yürüyor ama bakalım nereye kadar yürüyecek...
İshak Karakaş- Söz CHP’den açılmışken Adalet Yürüyüşü’nü nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce buradan bir sonuç çıkar mı?
Zeynep Göğüş-Bence iyi ediyorlar yürüyerek, iyi ediyorlar. Biraz önce oturduğumuzda söyledim ya, bedenimizi edilgen olarak tahayyül ediyoruz ve yürüyüşle bedenimizi harekete geçiyoruz. Yürümek CHP’ye iyi gelecek sanki. Çünkü yürürken zihinle beden birlikte çalışıyor. (İshak Karakaş’a dönerek) Siz de yürüyüşçüymüşsünüz, öğrendim. Günde 8 kilometre performans bayağı iyi performans. Benim 7 kilometremden daha iyi (Gülüyor). Yürürken zihin de hareket ediyor. Bir ritim tutturuyorsunuz; düşüncelerinizi bir sisteme bağlamanız daha da kolaylaşıyor.
Çünkü bir noktadan sonra ayaklar zihin birlikte gitmeye başlıyor. Tabii yürürken konudan da sapabiliyorsunuz, değil mi? Bir şey düşünüyorsunuz ama –aaa!- bir bakıyorsunuz, bambaşka bir noktaya gelmişsiniz. Şimdi yürüyüşe başladılar Ankara’dan ama sonunda nereye geleceğini şu anda ben öngöremiyorum açıkçası. Ama bir değişiklik olacağı kesin, diye düşünüyorum. Adaletin bu kadar örselendiği, neredeyse adalet diye bir şeyin kalmadığı ortamda çok iyi ediyorlar yürümekle. Çünkü insanlar, en ilgisiz kalanları bile "Ya bu CHP niye yürüyor? Bu yürüyüş bir işe yarar mı?" diye sormaya başladı. Ondan önce bu derece bir ilgi yoktu. Mahkemeleri oluyordu gazeteci arkadaşlarımızın ama şimdiki kadar duyarlılık yoktu. 237 gündür Cumhuriyet gazetesi yazarları ve yöneticileri tutuklu. 24 Temmuz’da mahkemeye çıkacaklar. Ne olacağını bile bilmiyorsun. Ahmet Altan’ın savunmasını gördünüz herhalde. Bence iyi bir savunma. İnsanın ağzı gerçekten açık kalıyor yaşananlara. Çünkü hiçbir mantığı kalmadı artık adaletle ilgili konuların.
İshak Karakaş- Peki, yürüyüşe başka çevrelerden de katılım olur mu sizce? Birçok sivil toplum örgütünden, sendikalardan, sanatçılardan destek aldılar. HDK de bir açıklama yaptı ve deste verdi yürüyüşe. Ayrıca katılım çağrısı da yaptı.
Zeynep Göğüş-O anlamda kapsayıcı bir hareket olacağını düşünüyorum. Şu anda baktığımda öyle görünüyor. Yani dokunulmazlıklar kaldırılırken yaptıkları hatanın farkına varmış olmalılar. Ve bir de "Sokağa çıkmam," diye bir kararı vardı. Belki onun da bu şekilde üstesinden gelmiş oluyorlar.
İshak Karakaş- Demin yürüyüşte insanların düşünceleri değişir, demiştiniz ya. Peki, ya CHP yolda cayarsa?
Zeynep Göğüş-Yok. Ben buna...
Ahmet Tulgar- Siyasi çizgisini değiştirirse?
Zeynep Göğüş-Yolda mı çizgisini değiştirirse?
Ahmet Tulgar- Şu anlamda sordum. Gazeteci-yazar Önder Birol Bıyık’ın Halkın Nabzı’ndaki yazısında önemli bir tespit var. Bugüne kadar devletin sahibi gibi davranan CHP tabanındaki Kemalist-ulusalcıların merkezden çevreye itildiğini artık sivilleşmek ve demokratikleşmek zorunda olduğunu, CHP’nin böyle bir yönelime girmesi halinde tabandan büyük tepkilerin gelmeyeceğini belirtiyor. Siz ne düşünüyorsunuz?
Zeynep Göğüş-Ben yürüyüşün sonunda farklı bir CHP çıkabilir, diye umuyorum. Çünkü orada bir seyahat metaforu sonuçta ve yürümekle birleşiyor. Bana kalırsa CHP’ye de, aslında Türkiye’ye de çok uyuyor.
Ahmet Tulgar- Siyasetten sanata geçelim biraz. Resim ve roman çalışmaları nasıl gidiyor?
Zeynep Göğüş-Resim hep ilgi alanımdı. Fakat bir türlü kendimi vererek üzerine eğilemedim. Şimdi ‘organik yaşam’a geçince (gülüyor), serbest serbest dolaşınca "Niye resmin bir ucundan tutmayayım?" dedim ve Boğaziçi’nde hoca olan Dilek Demirci’nin Kuzguncuk’taki atölyesinde çalışmaya başladım. İleriki zamanlarda kolaj çalışması da yapmayı düşünüyorum. Hocam iyi bir öğrenci olduğumu söylüyor ama bu benim için bir hobi tabii. Edebiyat da ilgi alanım içindeydi. Benim böyle yapılacak işler listem vardır. Geçen gün oraya bakıyordum, 5 sene öncesinin listesinde "Evet, roman yaz(!)" notunu yazmışım, hem de ünlem işaretiyle. Bazı notlar da almıştım. Nasıl başlamam gerektiğine karar vermek için insanlara danışıyorum. Belki roman yazmak da bir seyahat. Orada da sonunu bilerek çıkmamak gerekiyor yola. Nereye gideceği belli olmayabilir yolculuğun. İçinde masalsı ögeler de olan, Türkiye’deki kimlik değişimini alttan alta sorgulayan ama bir önermesi olmayan, insanları rahat bırakan bir şey yazmayı düşünüyorum.
İshak Karakaş- Siz mimariyi de yakından takip ediyorsunuz. İstanbul’daki yapılaşmayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Zeynep Göğüş-Yani, dehşete kalıyorum. Şu Kuzguncuk’tan Beşiktaş’a vapurla geçerken etrafa bakıyorum, gördüğüm şeyler o kadar büyük üzüntü veriyor ki! Herhalde genç olsaydım bir çevre ‘terörist’i olabilirdim. Yani şurada Mimar Sinan’ın Şemsi Paşa Camii var. Sinan’a "Üzerine kuşların pislemeyeceği bir cami yap" diyorlar. Ve Sinan o kadar incelikli yapıyor ki, üzerinden kuşlar uçmuyor. Ama şimdi önüne biz kazık çakıyoruz. Nereden nereye geldik! Bundan daha iyi bir örnek olur mu? Şemsi Paşa Camii kuşların üzerinden uçmayacağı bir mimari ile yapılmış ama biz caminin önüne kazık çakıyoruz.
İshak Karakaş- Ya da Galataport...
Zeynep Göğüş- Kitsch! Yakışmıyor İstanbul’a. Ne diyeyim Galataport’a! Hiçbir şey olduğu gibi kalmıyor. Avrupa’daki şehirlerin de hepsi değişiyor ama ne yönde değişiyor! İstanbul iyi gitmiyor.
İshak Karakaş- Mesela Avrupa yakasına baktığımızda -şu an Kuzguncuk’tayız- sanki karşısı New York... Bu özentiyi neye bağlıyorsunuz?
Zeynep Göğüş- Bilgisizliğe bağlıyorum. Tabii ki bunu özenti getiriyor. Şu anda bizi yönetenler Osmanlı’ya çok meraklılar ama Osmanlı’yı ta-nı-mı-yor-lar! Osmanlı’ya saygıları da yok. O kazıkları çakanların Osmanlı’ya saygısı olamaz.
Ahmet Tulgar- Demin, kendine bir dünya kurmaktan söz ettiniz, o dünyayı kurarken sivil toplum örgütleri ve siyasetten umudu kesiyor musunuz?
Zeynep Göğüş-Sivil toplum örgütleri ile ilgili bence olumlu gelişmeler var. Oradan beklenti kalmadığını hiçbir zaman söyleyemem. Tam tersine, bir değişiklik olursa oradan, oranın iteklemesiyle gelecek gibi geliyor bana.
İshak Karakaş- Peki, başka eklemek istediğiniz bir şey olabilir mi?
Zeynep Göğüş- Hem bu yaşananlarda bizlerin dahli nedir hem de biz bunlara layık mıydık, duygusu var hepimizde.