Pelin Cengiz
Durmak yok, ÇED'siz talana devam
TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu'nda görüşülmeye başlanan 130 maddelik Torba Yasa'nın çevre açısından en önemli ama bir o kadar da muğlak maddesi, 54. madde. Tasarının bu maddesinin yasalaşması halinde madencilik faaliyetleri için gereken Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) ve diğer izin süreçlerinin üç ay içinde bitirilmemesi durumunda izin verilmiş sayılacak.
Tasarının 56. maddesindeki "jeolojik haritalama, jeofizik etüd, sismik, karot, kırıntı ve numune almaya yönelik faaliyetler için ÇED kararı aranmayacağı" yönündeki ifade de yine Türkiye'de pek çok projenin ÇED'sizleştirilmesi anlamına geliyor.
Bu tasarı yoluyla madencilikle ilgili Türkiye'nin tüm çevre mevzuatı da çöpe atılmış oluyor. Cengiz'lerin, Limak'ların, Kolin'lerin daha rahat doğayı talan edebilsinler diye önlerinde ne "engel" varsa kaldırılıyor.
Oysa, ÇED Yönetmeliği, bir ülkenin çevre politikalarının temelidir. Türkiye'de ise tam tersi şekilde, bir politikasızlığın, yozlaşmış bir talan kültürünün simgesi haline geldi. Bugüne kadar ÇED Yönetmeliği'ndeki değişikliklerle açılan yeni rant ve talan kapılarıyla meydana gelen çevre felaketleri artarken, işletilmeyen ya da mahkeme kararlarına rağmen eksik/yanlış işletilen ÇED uygulamaları Türkiye'de çevre davalarının ana gündemini oluşturdu. Mücadele, öyle de devam ediyor.
Şimdi gelelim, AKP Hükümeti'nin iktidarı boyunca ÇED Yönetmeliği'ni nasıl delik deşik ettiğine... Bunun için biraz geriye gitmek gerekiyor.
İlk kez 1993'te yayımlanan ÇED Yönetmeliği, yedi kez baştan aşağı değişiklik olmak üzere 20 kez değişikliğe uğradı. Avrupa Birliği'nde 1985'te yayımlanmış olan bu yönetmelik, o tarihten bu yana sadece üç kez değiştirilmiş. Bu bile başlı başına Türkiye'deki ÇED süreçlerindeki niyetin, çevre sorunlarıyla mücadeleye ilgisizliğin ve çevre koruma konusunda bütüncül bir politikaya sahip olmayışın çok net bir göstergesi.
Yapılan değişikliklerin bırakın çevre korumaya yönelik olmasını ÇED istisnalarını ve hukuksuzlukları artıran nitelikte oldu. Uygulanan inşaata, altyapı projelerine ve yanlış enerji yatırımlarına dayalı ekonomi politikalarının sonucu olarak, ÇED süreçleri can sıkıcı bir formaliteye, iş dünyasının isyan ettiği bir ayak bağına dönüştü.
Oysa ÇED, formalite gereği bir rapor veya sıradan bir belge değil. Bir planlama, çevreye verilecek olumlu/olumsuz etkileri görebilme, riskleri hesaplama sürecidir.
Elbette, ÇED'i itina ile yaptığınızda da çevre ve yaşam alanlarına, biyo çeşitliliğe zarar vermezsiniz ya da sosyolojik ve toplumsal dokuya etki etmezsiniz anlamına gelmiyor. Türkiye'de özellikle son yıllarda "ÇED olumsuz" kararı verilen proje sayısı son derece azken, "ÇED olumsuz" veya "ÇED iptal" kararlarının hukuk nasıl by-pass edilerek, yeniden nasıl "ÇED olumlu" hale getirildiğini gayet iyi biliyoruz.
ÇED (Çevresel Etki Değerlendirmesi) kavramı, ilk kez Ağustos 1983'te 2872 sayılı Çevre Kanunu'nun 10. maddesiyle Çevre Mevzuatı'na girdi. Ancak, ÇED Yönetmeliği çeşitli ihmal ve gecikmeler sonucu 7 Şubat 1993'te yani neredeyse 10 yıl sonra yayınlandı. Yayınlanan ilk yönetmeliğin geçici 3. Maddesi ile Şubat 1993 tarihli ÇED Yönetmeliği yürürlüğe girmeden önce onay, ruhsat, izin, kamulaştırma kararı alınmış projeler ÇED sürecinden muaf tutuldu.
Bu 10 yıllık gecikmeden kaynaklanan ihmale yasal kılıf hazırlanarak, 7 Şubat 1993'ten önce uygulama projeleri onaylanmış veya Çevre Mevzuatı ve diğer ilgili mevzuat uyarınca yetkili mercilerden izin, ruhsat veya onay ya da kamulaştırma kararı alınmış veya ilgili mevzuat gereğince yer seçimi yapılmış veya yatırım programına alınmış faaliyetler ÇED sürecinden muaf bırakıldı.
Çevre Kanunu'na geçici 3. Madde olarak konan ve çok sayıda büyük projeye ÇED muafiyeti getiren değişiklik, Çevre ve Ekoloji Hareketi Avukatları'nın ve Çevre Mühendisleri Odası'nın katkılarıyla hazırlanan CHP milletvekillerinin davacı sıfatıyla yer aldığı başvuru sonucu, Anayasa Mahkemesi'nce 3 Temmuz 2014'te durduruldu.
Anayasa Mahkemesi'nin Temmuz 2014 tarihinde verdiği bu karar, bu projelerin niteliği ne olursa olsun ÇED süreci dışında tutulup tutulmayacağının, projenin hangi tarihte yatırım kapsamına alındığı ve hangi tarihte yatırıma başlanacağı tartışmasının ötesinde bir anlam taşıyordu. Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararı, çevre ve yaşam alanları üzerinde tahribata sebep olacağı belli projeler konusunda önlemlerin nasıl alınacağının belirlenmesi ile ilgili olması açısından önemli bir karardı.
Ancak, Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararı tamamen göz ardı edilerek, 25 Kasım 2014 tarihi itibariyle yayımlanan yönetmeliğe aynı madde yani geçici 3. Madde tekrar eklendi.
Sil baştan yeniden değiştirilen ÇED Yönetmeliği ile hükümet, inşaat ve eneri sektörlerine sınırsız fırsatlar tanıyan, rantı ve talanı genişleten, dev altyapı projelerinin çevresel etkilerini hiçe sayan bir düzenlemeye imza atmış oldu. Aslında hem çevre korumacıları, hem yurttaşları hem de yatırımcıyı mağdur eden süreç tamamen hükümetin bu alanda temel bir politikasının olmayışından kaynaklanıyor.
Daha sonra bu gelişmenin ardından 24 Kasım 2014 tarihli ÇED Yönetmeliği'ndeki olumsuz değişikliklerin iptali için Çevre Mühendisleri Odası, Ekoloji Kolektifi Derneği ve yurttaşlar dava açtı. Danıştay 14. Dairesi, itirazları haklı bularak Ocak 2016 tarihinde bazı maddeler hakkında yürütmeyi durdurma kararı verdi.
Bu kararla, ÇED raporunu hazırlayan firmaların kendi raporları üzerinden yapılan izleme ve kontrol faaliyetinin kendi kendini denetlemesi anlamına gelen maddenin yürütmesi,
ÇED sürecindeki halkın bilgilendirmesi konusunda ilan ve duyuruların yapılmasının öngörüldüğü "anons" ve "askıda ilan" kavramlarının yer aldığı maddenin ilgili fıkrası, bu kavramların tanımı, süresi ve yeri detaylı tanımlanmadığı gerekçesiyle yürütmesi,
ÇED raporundaki taahhütlere uygun hareket edilmemesi durumunda firmalara 90 gün süre tanınma sınırı kaldırılan ve sınırsız süre tanınması ihtimali oluşturan ilgili hükmün de yürütmesi,
İstisnai durum adı altında mülki idareyi ÇED uygulanacak projelerin kapasite artırımı gibi konularda tek yetkili kılan düzenleme Danıştay tarafından durduruldu.
Danıştay bu maddelere "dur" dedi ama, elbette hukukla inatlaşma hali burada da bitmedi.
ÇED Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik, 10 Şubat 2016'da Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girdi. Yalnızca bir maddede geri adım atan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, projelerde denetimi yatırım sahibi şirketlere bırakan, projelerin ilanlarını yurttaşlardan uzaklaştıran ve projelerin kapasitelerindeki artışları yönetmeliğe takılmadan değerlendirmeye yarayan maddeleri öncekinden farklı şekillerde yeniden ÇED Yönetmeliği'ne ekledi.
Danıştay'ın durdurma verdiği maddeler hiçe sayılarak yönetmeliğe tekrar eklendi, kritik maddelerde silbaştan başa dönüldü.
Geçen yıl darbe girişiminin ardından başlayan OHAL sürecinde zaten bir anlamda "olağanüstü hâl" durumunda olan ÇED süreçlerinin hızlandırılmasıyla ilgili art arda açıklamalar yapıldı. OHAL koşulları doğa talanı için fırsata çevrilirken, ÇED raporlarına jet hızında onaylar verilmeye başladı.
Bu yılın mayıs ayında ise yapılan bir değişiklikle ÇED kararı alınacak projelerde artık teşvik, onay, izin ve ruhsat süreçleri için eş zamanlı başvuru yapılabilmesi sağlandı. ÇED Yönetmeliği'ne tabi projelerde "ÇED olumlu" veya "ÇED gerekli değildir" kararı olmasa bile projelerin izin ve ruhsat sürecinin başlatılabilmesinin yolu açıldı.
Özetlemeye çalıştığım şu haliyle, ÇED Yönetmeliği bu haliyle tamamen işlevsizleştirilmiş, kadükleştirilmiş, AKP'nin inşaat ve enerjiye dayalı ekonomi politikalarının oyuncağı haline getirilmiş durumda. ÇED Yönetmeliği'nin bugün gelinen haliyle esasen bir geçerliliği kalmadı. Normal şartlarda yönetmeliği, kolları sıvayıp tüm aktörlerin katılımıyla yeni baştan kurgulamak gerek. Hala yeni muafiyetler getirilmeye çalışıldığına göre, şartlar belli ki "normal" değil, en iyisi ÇED'i tedavülden tamamen kaldırın, herkes rahat etsin...