Aykan Sever
Demokrasiler de çürüyor ya da kertenkelenin kuyruğu kesilmeli mi?
Zaman hızlı geçiyor. Bırakın anlamayı çoğu zaman dünyada olanları takip etmek bile mümkün olmuyor. Ama yine de kafamıza taktığımız şeyler hep var. Bundan kaçış yok. Bu ara zihnime üşüşen, kovalayamadığım "seçimler" gibi.
Dünyanın farklı coğrafyalarında bu aralar bir çok oylama yapılıyor. Şu ya da bu gerekçeyle sandığa gidiliyor. Sonuç? Bir çoğunda en azından o ülkede yaşayan insanların bir biçimde çıkan sonuç üzerine uzlaşarak hayatlarına yön verecek politikaları belirlemesi hedeflense de bu gerçekleşmiyor. Görünürdeki nedenler/sonuçlar arasında seçimlere katılımın düşük olması yer alsa da oylamalardan çıkan sonuçların da kimseyi ortaklaştırmadığı aksine mevcut ayrışmaları pekiştirdiği görülüyor. Bunların ötesinde ise -kestirmeden ilerlersek- sürmekte olan paylaşım savaşının yarattığı çürüme var. Çürüme halihazırdaki demokrasileri de içererek çeşitli düzeylerde büyüyerek sürüyor.
Bu anlamda mesela Abya Yala topraklarının modern tarihinde "Sol" yüzü görmemiş ülkesi Peru'ya bakalım. Bundan üç hafta önce devlet başkanlığı seçimlerinin ikinci turu yapıldı. Sosyalist aday Pedro Castillo Terrones 44. 058 oy farkıyla neo-faşist aday Keiko Fujimori'ye karşı kazandı. Fakat seçimler insanlığa karşı suçlardan hapsedilen diktatör Alberto Fujimori'nin her anlamda geleceği olan Keiko'nun hile niteliğindeki itirazları yüzünden bir sonuca ulaşamıyor. Yine de Keiko'nun taraftarlarına darbe istemek için sokağa dökülmek, Keiko'nun 30 yıl ceza istemiyle yargılandığı yolsuzluk davasının savcısı José Domingo Pérez'i ölümle tehdit etmek serbest. Neyse ki Washington cenahından bu şuursuzluğa destek çıkılmadı. Biden yönetimi bile olası bir darbenin ciddi bir meşruiyet sorununa yol açacağını fark etmiş olacak ki geçen hafta Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Ned Price Peru'daki seçimleri korona salgını koşullarında yapılmış adil bir seçim ve örnek bir demokrasi olarak niteleyerek darbe dualarına yüz vermediklerini gösterdi. Peki sonuç ne? Önceden yapılan plana göre seçimi kazanan adayın Peru'nun bağımsızlığının 200. yıl dönümü olan 28 Temmuz'da başkanlık koltuğuna oturması gerekiyor. Fakat hâlen ne olacağını bilen yok. Sağ kesim meclisteki çoğunluğunu kullanarak "yasal" bir darbe örgütlemenin yolunu yine de bulabilir.
Belki siz bu satırları okurken bir neticeye ulaşılmış olunacak ancak ülkede yüzyıllardır var olan ve son seçimle daha da görünürleşen toplumsal bölünmeyi onaracak bir çözüm olmayacak. Söz konusu bölünme kabaca kır-kent, sömürgeci geleneğin torunları ırkçı "beyaz"lar-emekçi yerliler şeklinde tasnif edilebilir. Ülkede bu bölünmüşlüğü toparlayacak bir siyasal hattın yakın vadede şekillenmesi de bir hayli zor. Peki biz bu seçimi niye yaptık, sahiden ne işe yaradı?
İran seçimleri de sonucunda cumhurbaşkanlığı makamına gelen İbrahim Reisi ve bir kısım destekçisi hariç kimseyi memnun etmeyen, aksine çürümeyi artıran bir gelişme sayılabilir. Nedeni ise sadece seçimlere katılımın yüzde 48,8 düzeyinde kalması ve bunun 1979'daki devrimden bu yana en düşük seviye olmasından ibaret değil. Öncelikle katılımın bu derece düşük olmasında ülkede yürütülen boykotun katkısı olduğu kuşkusuz. Düşük katılım aynı zamanda dini otoritenin aslında her şeyi belirlediği, seçimlerin göstermelik olduğu ve dolayısıyla tekrar eden yeknesaklığın artık aldatma kabiliyetini de yitirdiğini belgeler nitelikte. Ayrıca halkın sandığa gitmeyişi, yaşanan ekonomik çöküşün, korona salgını karşısındaki savunmasızlığın sorunların herhangi köklü bir dönüşüm önerisi olmaksızın birbirinin türevi politik önderliklerle çözülemeyeceğine dair yaygın bir bilincin ifadesi olarak da değerlendirilebilir.
Peki ya Ermenistan'daki erken seçimlerde Paşinyan'ın Sivil Sözleşme Partisi'nin % 53,9 gibi ciddi bir çoğunlukla seçimden galip çıkması; 2. Dağlık Savaşı'nda yaşanan yenilgi ve seçim sürecindeki karşılıklı salvolarla birlikte artan halk arasındaki derin kutuplaşmayı bitirebilecek mi?
Cezayir'de 12 Haziran'da , Ulusal Halk Meclisindeki 407 temsilciyi seçmek üzere sandığa gidilmesi İran ya da Ermenistan'dakinden farklı bir sonuç mu doğurdu? Muhalifler boykot çağrısı yaptı. Kayıtlı 24 milyon civarı seçmenden sadece % 30,2'si oy kullandı. Geri kalan ne istiyor?
Geçen hafta bir diğer Afrika ülkesi Etiyopya da güya meclis ve bölgesel konsey üyelerini belirlemek için sandık başına gitti. Güya diyorum çünkü toplam on eyaletten oluşan ülkenin yedi eyaletinde seçim aksaklıklar nedeniyle Eylül ayına ertelenmişti. Ordunun adeta soykırım operasyonları yürüttüğü ülkenin kuzeyindeki 5,5 milyon nüfuslu Tigray eyaletinde ise seçimlerin ne zaman yapılacağı henüz belirsiz. Bu durumda yapılan seçimler neyi ölçecek, neyi çözecek?
Fransa'da ise geçen hafta sonu bölgesel seçimlerin birinci turu yapıldı. Macron ve rakibi Le Pen umdukları sonucu alamadı. Merkez sağda ve ana muhalefet konumundaki Cumhuriyetçiler Partisi ülke genelinde % 27,2 oyla ilk sırada yer aldı. Katılım %34. İkinci tur bugün yapılacak. Bölgesel deyip geçmeyelim bu seçimlerle Fransa'nın biri denizaşırı 14 bölgesiyle 96 ilinin toplam 4 bin 100 meclis üyesi belirlenecek. Peki seçimlere katılım yine aynı yüzdeyle kalırsa hatta düşerse ne olacak? Burada sorunun kimlerin kazandığından çok bizim demokrasimiz neden işlemiyor olması gerekmez mi?
Her ülkenin hiç kuşkusuz kendine has ve yakından bakılmayı hak eden bir hikâyesi vardır. Ben anlatırken soruları ortaklaştırabilmek için biraz basitleştirdim. Umarım söylediklerimden oylamaya son verelim, seçimler anlamsızdır gibi sonuçlar çıkarılmaz. Aksine politik olmanın yani kendi hakkına hukukuna sahip çıkmanın doğallaşmasının, sıradanlaşmasının bir yolunu bulmamız gerekiyor. Bu da başka türlü düşünmek ve farklı/alternatif demokrasi pratiklerini aramak için uğraşmak gerektiğine işaret ediyor.
Kolombiya'nın başka türlü seçimi
Şimdi başka bir türlü bir seçime geçelim. Kolombiya'da 28 Nisandan bu yana yani aşağı yukarı iki aydır devam eden bir direniş var. Geçtiğimiz haftalarda hükümete geri adım attıramayan ve iktidarla bir uzlaşma geliştiremeyen Ulusal Grev Komitesi geçtiğimiz Çarşamba "eylemleri askıya alma" çağrısıyla birlikte direnişe önderlik etmeyi fiilen bıraktı. Onun yerine şimdi kendine Primera Línea (İlk Hat) ismi veren 2019'daki protesto eylemleri sırasında kurulan militan bir gençlik grubu süreci devam ettiriyor. Bogota, Medellin ve Cali gibi büyük kentlerde protestoları sürdürüyorlar. Direnişçilere yiyecek sağlayan yerli gruplarının desteğini alıyorlar. Ayrıca yüzlerce avukat bu eylemlere ücretsiz adli destek veriyor. Ulusal Grev Komitesi biraz geri çekilip yeni bir plan oluşturmaya çalışırken ülkedeki muhalif partiler de bir "seçim" yaptı. CHP'nin ünlü "bir şey yapmaya gerek yok kendileri gidecekler" taktiğinin cazibesine kapılmışçasına olayı gelecek yıl gerçekleşecek olan seçimlere havale ederek kendi korkularına teslim oldular. Bunu küçümsediğim için söylediğim sanılmasın maalesef öldürülmek onların sıradan bir gerçeği. Kuralları zorlamak oralarda hiç kolay değil. Fakat bu da bir seçim.
Siz ne dersiniz?
Yazının başlığındaki kertenkelenin kuyruğuyla ilgili soruya gelecek olursam sevdiğim bir yazar bu soruya "Kertenkelenin kuyruğunu kesersen hemen yenisi uzarmış. İyi de zavallı hayvanın kuyruğunu kesmek niye? Benzer bir biçimde düşmanlarınızı etkisiz hale getirmenin de yararı yoktur, çünkü yenileri çıkacaktır..." (1) diyerek yanıt vermiş. Bu önermenin kertenkele kısmına katılıyorum. Fakat düşmanlarla ilgili yanı için pek öyle söyleyemeyeceğim. Saldırıya uğruyorken neden doğayı ve kendimizi savunmayalım? Kendimizi savunmak için kalkıştığımız bu eylem ve direniş bizi düşmanımıza benzetmediği sürece neden geri duralım? Siz ne dersiniz?
(1) BIG SUR ve Hieronymus Bosch'un Portakalları, Henry Miller-Çevriren: Avi Pardo-Parantez Yayıncılık)