Çetin Gürer
Erdoğan neden Hayır oyu vermeli?
İçeriye dönük söylemlerinde Türkiye "hala güçlü, istikrarlı bir ülke" olarak pazarlansa da bunun uluslararası siyasette gerçekliği yok. Bugün uluslararası alanda Erdoğan’ı ve Türkiye’nin gidişatını "pozitif" olarak gören ve değerlendiren ne bir sıradan vatandaş bulabilirsiniz ne de tek bir siyaset insanı. Bu manada Erdoğansız bir Türkiye için Avrupa kamuoyunun çoktan hazır olduğu söylenebilir.
Çetin GÜRER
Uluslararası alanda Erdoğan’ın tamamen izole olduğunu söylemek şimdilik gerçekçi değil. Fakat uluslararası toplum ve devletler artık Erdoğan’ı gözden çıkardı. Saldırgan, faşizan, yayılmacı siyasetiyle Erdoğan uluslararası dengeler açısından ciddi bir tehdit olarak görülüyor. Şu anda yaşadığı yalnızlaşma, Erdoğan’ın bu politikalarının dolaysız sonuçları. Uluslararası alandaki yalnızlaşma ve bu nedenle içe kapanma o kadar büyük ki ergen içişleri bakanı Süleyman Soylu bile bunu fark etmiş ve Zonguldak’ta yaptığı evet mitinginde "ne Hollanda ne Almanya, Çaycuma bize yeter" diyerek züğürt tesellisi bulmuştur.
İçeriye dönük söylemlerinde Türkiye "hala güçlü, istikrarlı bir ülke" olarak pazarlansa da bunun uluslararası siyasette gerçekliği yok. Bugün uluslararası alanda Erdoğan’ı ve Türkiye’nin gidişatını "pozitif" olarak gören ve değerlendiren ne bir sıradan vatandaş bulabilirsiniz ne de tek bir siyaset insanı. Bu manada Erdoğansız bir Türkiye için Avrupa kamuoyunun çoktan hazır olduğu söylenebilir.
ABD’nin, Rusya’nın, Almanya’nın ve İran’ın elinde Erdoğan’a karşı kullanabilecekleri bir takım somut bilgiler ve belgeler daha önce de olmasına rağmen, bu güçler Erdoğan’a karşı somut bir pozisyon almayı şimdiye kadar tercih etmemişti, uluslararası kurumlar tavrını ve duruşunu net bir biçimde göstermemişti. Fakat şimdi somut, net tavır ve tutumlar sergileniyor.
Avrupa Birliği liderleri, sık sık Erdoğan Türkiye’sinin Avrupa Birliği değerlerinden hızlı biçimde uzaklaştığını dillendiriyor. Türkiye’nin üyelik müzakerelerini sonlandırmak gibi somut bir adım atmamalarının nedeni, bu süreci bitirenin AB olmasını istememeleri ve bundan Erdoğan’ın yeni bir mağduriyet söylemiyle güç devşirmesini istememeleri. Elbette Türkiye gibi büyük ve stratejik önem arz eden NATO üyesi bir ülkeyi hızlı biçimde kaybetmemek de önemli bir etken.
Fakat yine de AB, geçtiğimiz günlerde art arda aldığı kararlarla somut tavrını göstermiş oldu. Artık OHAL koşullarında üyelik müzakerelerine ilişkin yeni fasıllar açılmayacak. Bu, üyelik görüşmelerinin bir anlamda fiili olarak sona erdiği anlamına geliyor. Diğer taraftan, Türkiye’nin AB’den aldığı yardımlarda bir takım yolsuzluklar yaptığı, AB’den akan paraların kağıt üzerinde gösterilenden farklı yerlerde kullanıldığı gerekçesiyle öngörülen nakdi yardımlar da durduruldu.
Başka bir tavır, BM’den geldi. BM, Türk güvenlik güçlerinin son 2 yıldır Kürt illerinde yürüttüğü yıkım operasyonlarında çok ciddi insan hakkı ihlallerinin yaşandığını, adeta bir devlet terörüyle yüzbinlerce insanın zorunlu göçe tabi tutulduğu, yaşam alanlarının yok edildiği ve çok sayıda sivili katlettiğini tespit eden raporu yayınladı. Kürt illerinde yaşananları uluslararası alanda belgelenmesi açısından oldukça önemli bir rapor. Bu aynı zamanda şöyle bir öneme de sahip. BM’nin elinde artık çoğu savaş suçu niteliğinde bir takım somut bilgiler, belgeler ve şahit ifadeleri bulunuyor ve BM yetkilileri tüm bunları doğru, gerçek ve inandırıcı kabul ediyor.
Erdoğan’ın kendisi artık eskisi gibi Avrupa’ya rahatlıkla gidemiyor, ziyaret ve temaslarda bulunamıyor. Ya bakanlarını ya da Başbakan Binali Yıldırım’ı bunun için görevlendiriyor. Fakat bunların yaptığı ziyaretler de Erdoğan’ın istediği sonucu doğurmuyor. Erdoğan Avrupa’ya gelmekten çekiniyor. AKP’li bir siyasetçinin yaptığı uyarıya göre, Erdoğan pilotlarına dahi güvenmiyor ve Lahey Adalet Divanında Erdoğan’a karşı oluşturulan dosya üç bin sayfayı geçmiş durumda.
Hollanda örneğinde olduğu gibi, Erdoğan’ın Avrupa’ya gönderdiği bakanlar ise "istenmeyen kişi" ilan edilip yaka paça ülke dışına çıkarılıyor. Bu Türkiye Cumhuriyet’i tarihinde yaşanan en büyük skandallardan biri niteliğinde ve müsebbibi Cumhurbaşkanı Erdoğan. Çünkü Bakanlar, Başbakan Yıldırım’a değil, Erdoğan’a ve onun talimatlarına bağlı olarak hareket ediyor.
Almanya, AKP’li siyasetçilerin ve bakanların Almanya’da referandum çalışması yürütmesine karşı doğrudan net tavır alıyor. Çünkü birincisi AKP’liler Alman makamlarına yanlış bilgi verip "kültür etkinlikleri" yapıyoruz diyerek siyasi kampanya organize ediyor, ikincisi ise uluslararası hukuk normlarını ve teammülleri yok sayarak egemen bir devletin egemenlik haklarını ihlale varan girişimlerde bulunuyor. Bunun somut örneği yine Almanya’da patlak verdi. Türkiye Almanya topraklarını adeta MİT ajanları, muhbirler ve tetikçiler ile doldurmuş durumda.
Bundan birkaç ay önce Almanya ilk olarak Kürt siyasetçilere dönük siyasi cinayet planlayan tetikçi ajanlardan bir kaçını yakalayıp cezaevine koydu. Daha sonra Almanya’da MİT adına çalışan altı bin ajanın olduğu manşetlere taşındı. Şimdi ise, MİT’in Almanya’daki bazı Türkiyelileri izleyip liste oluşturduğunun ortaya çıkmasıyla yeni bir kriz patlak verdi ve Alman makamları bu ajanlık faaliyetlerine karşı somut adım atıp resmi soruşturma başlattı. Diyanete bağlı çalışan DİTİB imamlarının, UETD (Avrupa Türk Demokratlar Birliği) yöneticilerinin MİT’in Avrupa’daki ajanlık faaliyetlerine dâhil olduğu belgelenmeye başladı. Tüm bunlar elbette Avrupa’da yaşayan Türkiyelilerin de hayatlarını olumsuz yönde etkileyecek ciddi gelişmeler. Ne gibi? Daha katı entegrasyon politikalarıyla karşılaşmak, sosyal yardımların daha sıkı denetlenmesi, Türkiyeliler arasında kamplaşma, karşılıklı şiddet olaylarının artması gibi mesela. Almanya’nın bir eyalet eğitim bakanı ile yaptığımız görüşmede, Alman siyasetçilerinin de AKP ve Erdoğan politikalarını körü körüne destekleyenlerden artık bıkıp usandığı net biçimde ifade ediliyor.
Erdoğan ile Merkel arasındaki en sıkı pazarlıklardan biri "geri kabul antlaşması" iken bir diğer pazarlık gazeteci Deniz Yücel’e karşılık Erdoğan’ın ve AKP’lilerin Almanya’ya rahatça gelip, referandum kampanyasını yürütebilmesiydi. Almanya uzun süredir vatandaşı Deniz Yücel’i cezaevinde ziyaret etmek istiyor. Erdoğan bu ziyareti, kendisinin Almanya’ya gelebilme koşuluna bağladı. Devlet Bahçeli’nin de "Erdoğan Almanya’ya gitmek isterse ona eşlik ederim" dediği dönemde yapılan görüşmelerde Almanya’dan Erdoğan’a kampanya yapma vizesi çıkmayınca Erdoğan da Deniz Yücel’in cezaevinde ziyaret edilmesine müsaade etmedi. Öyle ki Binali Yıldırım Merkel’e, direkt söz vermiş olmasına rağmen Erdoğan bu ziyareti engelledi.
Son somut tavır ise ABD’den geldi. ABD ve Rusya’nın izniyle Cerablus’a giren Türkiye, ABD’nin Fırat Kalkanı operasyonunu sonlandır talimatıyla, operasyonun sona erdiğini duyurdu. Aslında Türkiye uzun süredir Suriye’den çıkmayı istiyordu, fakat girdiği yerden çıkmaktan bile aciz bir duruma düştü. Herkesin malumu, Fırat Kalkanı harekatı, Suriye Kürtlerinin kazanımlarını durdurmaya dönüktü. Cerabulus’un IŞID militanlarından temizlenmesi meselenin resmi görüntüsüydü. Peki ya sonuç? Elbette Kürtlerin kazanımları durdurulmadı, sadece belirli bir süre aksatıldı, geciktirildi, fakat Türkiye Suriye’de bu kez de askeri anlamda yenilmiş oldu. Davutoğlu eliyle yürütülen Suriye dış politikasının çökmesiyle birlikte, askeri anlamda da sahada yenilen Erdoğan’ın, artık önümüzdeki günlerde ESAD ile aynı kadraja girmesi yakındır.
Tüm bunlar Erdoğan’ın ve politikalarının uluslararası anlamda bittiği ve çöktüğünü, izole olduğunu, yalnızlaştığını ve uluslararası güçlerin artık Erdoğansız bir Türkiye istediklerinin somut örneklerini gösteriyor. Şimdi asıl önemli soru şu: Erdoğan’ı uluslararası güçler mi durduracak yoksa Türkiye’nin demokrasi güçleri mi? Herkes, 16 Nisan referandumuna kilitlenmiş durumda. Sandıktan evet çıkması durumunda birinci olasılık, hayır çıkması durumunda ise ikinci olasılık güçlenecek. Erdoğan’ın uluslararası güçler yerine "milli ve yerli güçleri" tercih edeceği hiç şüphe götürmez. O nedenle Erdoğan için referandumda HAYIR oyu kullanması tek seçenek. Umarız bu tarihi fırsatı kaçırmaz.